Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Kader Konusunu Anlayabilmek – 16

Billahi anlamda hürriyet ve düniHi anlamda hürriyetin kıyaslamasında 7. Madde’deyiz.
7.A. Billahi Anlamda Hürriyetin Tatmin Noktası: Billahi anlamda hürriyet ve duniHİ anlamda hürriyeti kıyaslarken diğer kıyaslayacağımız nokta “hürriyet” ve “kalp-beyin” ilişkisidir, yani hürriyetin tatmin noktasıdır. Her iki grup hürriyetle nasıl tatmin olur? İki grubu kıyaslayabilmemizi kolaylaştırabilmek için önce şu iki kavramı ele almalıyız: “Kişinin tatmin olması” ve “Kişiliğin tatmin olması”. Burada bize yol gösterebilecek ipucu budur. İşte bu fark “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmak ve bulunmamak farkıdır.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını terk etmiş haniyf vasıflı, Halifetullah yetkili bir müminin kalbi, Ra’d Sȗresi 28. Ayet gereği, ancak Zikrullah ile mutmain olur, huzur bulur. Elbette böyle olunca Zikrullahı da tanımlamak lazım. DuniHİ anlamda hürriyetle hayatını yöneten, duniHİ algı ve zann’ları üzerine hayat tarzı oluşturan birisinin Allah’ın isimlerini zikretmesi de faydalıdır, Rabbim o yaptığı Zikrullah hürmetine onu yanlışlarından kurtarır inşaAllah. Ancak o kişi yaptığı bu Zikrullah denilen ibadetin içine girmez. Zikrullah’ın en alt sınırını söyleyelim, Zikrullah’ın en alt sınırı nedir? Zikrullah’ın en alt sınırı, duniHİ algı ve zann’larını fark etmiş, reddetmiş ve bu zannların her türlü ortaya çıkışıyla mücadele eden bir kalbin Allah’ı unutmamasıdır, unutmamak için birçok yöntem geliştirmesidir. O kulun bu konuda uyguladığı her yöntem Zikrullah’ın içindedir. Böyle bir kulun hayal, düşünce, fikir, yorum, konuşma dili ve beden dili daim Zikrullah kapsamındadır.
7.B. Kişinin Değil Kişiliğin Tatmin Edilmesi: DuniHİ anlamda hürriyetle hayatını dizayn edenin kalp-beyin ilişkisi yani hürriyetinin tatmin noktası nasıldır? Burada “kişilik tatmini” söz konusudur, “kişinin tatmini” değil. Kişi, kişiliği tatmin edilirse tatmin olur. Kişilik denilen ise onun o iddiasıdır. Eğer son sözü ilk söz olarak söylersek, işte böyle bir tatmin hiç mümkün değildir! Çünkü kişilik tatmini demek, “doymayan nefsin tatmini”ne gayret etmek demektir. Doymayan nefs! Bir hadisten öğreniyoruz ki Efendimiz (SAV) böyle doymayan nefsten Allah’a sığınmıştır. Doymayan nefsi tatmin etmek kişinin değil, kişiliğin tatminiyle meşgul olmaktır ve o da ayet ve hadislere göre mümkün değildir. Mümkün olmadığı için o nefsin adı “doymayan nefs” konulmuştur. İşte bu doymayan nefse sebep “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmaktır, bu iddiayla kendi adına “BEN” demektir. Bu insan Enbiya 29’a göre “Ben bir duniHİ ilahım demiş” olur.
Bu doymayan nefs neden vardır? Bir terazi düşünelim, terazinin iki kefesi var. Kefenin birine o nefsin vasfını koyalım. Vasfı nedir? “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunuyor, “duniHİ algı ve zann’ları”na göre heva hevesler üretip hayat tarzı oluşturuyor, “ilahlık iddiası”nda bulunuyor, “ilahlık hissiyatı” ile yaşıyor… İşte onun bu vasıflarını kefeye koyduk, tartacağız.
İlahlık hissiyatı, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası İndillah’da (Allah İndinde) Allah’ın “Ben İlah’ım” demesi ile aynıdır. Bir kulun “ilahım” iddiası veya başka bir kulu ilah ilan etmesi, Allah’ın “Ben ilahım” demesiyle aynı değerde, ölçüdedir. Şimdi düşünün, Allah’ın “İlahım” demesi derecesinde ilahlık iddiasında bulunan bir insanın bunun karşılığı olarak terazinin karşı kefesinde hiçbir şeyi yok. İşte nefsi çıldırtan budur. İddiasının karşılığı yok! Rabbinin ona dünya hayatını sürdürmesi için verdikleri bu iddiaya göre “yok” seviyesindedir. Yaptığı bu iddianın karşılığında onlar “yok” seviyesindedir. Niye “yok” seviyesindedir? Bunun delili Furkan Sȗresi 3. Ayet, Neml 59-65. Ayetler ve İhlâs Sȗresi 4. Ayettir. Böyle bir karşılığı olan yoktur, olmadı, olamaz da! “Ve lem yekün lehû küfüven Ehad.” Öyle bir kapasite yok. Şimdi bu insanı düşünün, bu insan tatmin olabilir mi? Elbette sonuçta saçmalayan nefs çıkar. İşte o saçmalayan nefsin ismi, Nefsin Şerri’dir. Nefs bu şerre göre bir hayat tarzı oluşturur; işte bu batıl hayat tarzı ki o da Vehmin Zulmeti’dir. Bunlar birleşince sonuç olarak doymayan nefsi çıkarır, o nefs doymaz, tatmin olmaz. Doymayan nefsin hiç mi tatmin olması yoktur? Vardır: Tatminsizlikle tatmin olur! Tatminsizlik onu yeniden tatmin aramaya yönlendirir; yeniden, yeniden, yeniden… Ömrü böyle kısır döngü içinde geçer gider. Onun tatmin heyecanı budur: Tatminsizlik! Ancak böyle insanların “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiaları okşanırsa sevinirler (Zümer 45).
Hayatımızın içinden bu konuya bir ek yapalım: İnsanın ilahlık hissiyatının karşılığı olacak bir kapasitenin, bir gücün kendisinde bulunmaması o insanda çeşitli hırslara yol açar. Nefsinde duyduğu ilahlık hissiyatını dengelemek veya tatmin etmek gibi sebeplerle maddi imkânlar, mülkler ve mevkiler edinmek için sürekli bir gayret içerisinde olarak dünya hayatının akışını gerçekleştirirler. Dünya hayatı içerisinde bütün bunlar normal gibi görülürken, bilimsel çalışmaların hedefi bu normal gibi görünenleri çok ileri taşıyacak sonuçlar elde etmektir, edecektir de. Bu teraziyi dengelemeye çalışan bilimsel çalışmalar hayata hâkim olacaktır. Bu konular, yapay zekâyla, beyin gücünü çeşitli bilgisayar çipleriyle artırmak gibi çalışmalarla başladı, çok hızlı da ilerliyor. Göreceğiz ki belki 40-50 yıl sonra o dönemin insanları ilahlık hissiyatlarını keşfetmiş olacaklar. Bugün zorlandığımız, anlatmak için çırpındığımız bu kriter o günlerde çok belirginleşecek. Çünkü günümüzdeki kriterler o kadar farklı ki bu anlatmaya çalıştıklarımızı örtüyor. Ama 40-50 yıl sonraki dünya hayatı içerisinde (ki bu uzun bir süreç de değildir, yarın demektir, dünya için hemen yarın demektir) insan ilahlık hissiyatını keşfedecek ve bunu o kadar kuvvetli hissedecek ki artık onu dengelemek için mevkiyle, parayla uğraşmayacak. Dengelemenin onlarla olmadığını veya bir put edinerek bu gücü kazanamadığını görecek. O zaman ona kendisince daha gerçek güçler lazımdır… İşte onun için teknolojiden yararlanacak ve teknolojik gelişmelerle kendisine kapasite kazandırmış olarak bir “ilahlık hissiyatı” elde etmeye çalışacak ve dolayısıyla geleceğin yaşantısı içerisinde insanlar arasında mücadeleler ilahlık hissiyatlarının savaşlarına dönüşecek. O zaman da o ilahlık hissiyatlarının güçleri teknolojik olarak ortaya konulmuş, çeşitli buluşlarla desteklenmiş kapasiteler olarak, insanın kullandığı ek kapasiteler olarak gündeme gelecek. Böylece çok farklı bir hayat tarzı başlamış olacak ve “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla Billahi anlamda imanın ilişkisi işte o günlerde aşikâr olacak ve şimdi anlatmaya çalıştığımız bu anlatımlar esas o zaman önem kazanacak. Dini anlayabilmek için, o günün yaşantısının şekliyle dinin anlatılmasına ihtiyaç olacak. O günlerin hayat tarzında insanlar arasındaki güç göstergeleri çok farklı olacak ve beyin-kalp kullanımı verileri ön plana çıkacak… İşte o günün dünyasında birçok ayet daha iyi anlaşılabilecek. Örneğin: Şuara 88-89: “O gün mal da fayda vermez oğullar da… Ancak Allah’a Kalb-i Selim ile gelmiş kimse müstesna.”
İnsan öldükten sonra hesap günü için ahirete mal götürebilir mi? Hesap gününde malla gelmeniz mümkün değil? Kişi oraya oğullarını götürebilir mi? Aynı konuda inananları Sebe Sȗresi 37. Ayet de uyarmaktadır: “Sizi yaklaştırıp indimizde yakınlık sağlayacak olan ne mallarınız ne de evladınızdır. Ancak iman edip salih amel işleyen müstesna. İşte onlar için karşılığı kat kattır. Onlar (cennet) odalarında güven içindedirler.”
Dolayısıyla, Şuara Sȗresi 88 ve 89. Ayetler bize “o gün Kalb-i Selim’le gelmiş kimse müstesna”yı anlatıyor. Kalb-i Selim’de ne var? Kalb-i Selim’de Kur’an var, Kur’an aklı var. Akıl dediğiniz yerde kalp-beyin ilişkisi var demektir. Kalp-beyin ilişkisinin günümüzde kullanılan teknolojideki karşılığı nedir? Bilgisayar, internet, veri tabanı… Kalb-i Selim de bir veri tabanıdır. Bu ayet bize diyor ki, “kalbinizi Kur’an veri tabanına getirmeniz sizin için faydalıdır.” O gün ancak böyle gelen kişi müstesnadır. Bu ayeti bu bahsettiğimiz gelecek hayat tarzı içerisinde insan daha iyi anlayabilecektir; buna benzer ayetler, karşılığında bir amel bulacaktır.
İnsanların kendilerince uğur getireceğine inandıkları bir şeyler edinmeleri veya bir put edinmeleri de kendilerindeki “ilahlık hissiyatı”nın karşılığı kapasiteyi tamamlayabilme, destekleyebilme gayretidir. Günümüzde “batıl” dediğimiz çok yaygın şeyler de bundandır: “Kendilerindeki ilahlık hissiyatı”nın olmayan kapasitesini kendilerince destekleyebilmek için uğur saydıkları şeylere sığınırlar veya bir ek put edinirler.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER