Kanûni hakkında Yavuz Bahadıroğlu şöyle diyor: Öyle bir devir düşünün ki, Sadrazamı Osmanlı’nın yetiştirdiği devlet adamları arasında en iyilerinden biri olan Sokollu Mehmed Paşa, Şeyhülislamı yine en iyiler arasında yerini alan Ebussuud Efendi, gönül sultanı Yahya Efendi, Mimarbaşısı Koca Sinan, Kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa, şairi Fuzuli ve Baki, gezgin denizcisi Pîri Reis, tarihçisi Hoca Sadüddin Efendi’dir…
Bir Padişah düşünün ki, babasından devraldığı 6 milyon 557 bin kilometrekare yüzölçümlü ülkesini 15 milyon kilometrekareye ulaştırmış, hükümranlığı altındaki devletlerle birlikte 20 milyon kilometrekareye ulaştırmıştır. Üstelik dindardır, şefkatlidir, faziletlidir, hamiyetlidir, âdildir, şairdir… Yalnız cihangir değil, aynı zamanda “adam gibi adam”dır! Tümüyle geçmişe düşman olan “içimizdeki yabancı”lar hariç, yerli olsun yabancı olsun hiçbir tarihçi ona olumsuzluk isnat edememiştir. Bu yüzden bizde “Kanunî”, Batı’da ise “Muhteşem” unvanıyla anılmış, müsait şartların tesadüfleriyle değil… Kullandığı azim ve irade dolayısıyla da değil… O, bizatihi büyüktü.” Sir William Sterling-Maxwell de aynı kanaattedir:
Birinci Süleyman, on altıncı asrın en büyük hükümdarlarından biriydi.”Bize gelince: Biz kendi değerlerimizi yok sayıp yabanın değerlerine eklemlenmeye bayılırız. Bu çerçevede kendi padişahlarımızın kimisine “ayyaş”, kimisine “sarhoş”, kimisine “deli”, kimisine “kızıl”, kimisine “hain” derken, Batılı krallara “Aslan Yürekli (Richard) “Korkusuz (Jean), “Güzel” (Philippe) ve “Büyük” (İskender) diyoruz. Asıl “büyük” olan İskender filan değil, Kanunî Sultan Süleyman’dır… Yavuz Padişah gibi başarılı bir yöneticinin arkasından padişah olmanın dezavantajlarını imanı, zekâsı, kararlılığı ve dirayetiyle avantaja dönüştürmeyi bilecek kadar zeki, tüm imkânlara sahipken zevku sefaya dalmayacak kadar da sağlam karakterlidir. İnanmakla kalmamış, inancını en iyi şekilde hem hayata geçirmiş, hem de şiirleştirip satırlara dökmüştür.
Son nefeste sakla imanım benim,
Bulmaya yol âna şeytan-ı racim,
Mustafa’nın (s.a.v.) hürmetine,
İlâhî, Sen müyesser eyle cennat-ı naim.
“Âmin” diyerek, Peygamber Efendimiz’e yazdığı şiire gelelim:
Hak habibi olmasa olur midi Mi’rac ana,
Olmasa Sultan-i Âlem kim verirdi tac ana?
Kaplamıştı âlemi zulmet seraser, verdi nur,
Şem’-i ruhsari anın çün dediler vehhac ana…
Hak yoluna ihtiyar-i fakr edip fahrim dedi,
Giymez idi verseler dürr ü cevahir tac ana..
Hak ta’alanın resuli hem şefa’at-kânidir,
Halk-ı âlem ruzı mahşerde kamu muhtac ana..
Ey Muhibbi Hak tealâ mu’cizin izhar ede,
Cümleten ola Muti’ram ola ehl-i hac ana.
Kânûni’nin Tevazusu
Tevazuu yine şiirleriyle bize miras kalmıştır:
Kabûl, Hîç işitmedün mi kim dünyâ degül cây-ı sürûr.
Eyleme kibr ü hased merdûd olan şeytâna bak,
Zühdüne tayanma gel gör noldı Bel’âm-ı Ba’ûr…
Sabr kıl kim sabr ile dirler koruk helvâ olur,
Gitmesün hergiz dilünden zikrün olsun yâ sabûr.
Çirk-i dünyâ ile olmışdur mülevves bu gönül,
Cehd kıl tevhîdile anun yirine tola nûr…
Tâc ü taht ü zûr-ı bâzûya Muhibbi bakma gel,
Hîç bilür misün ki şimdi kandedür Behrâm-ı Gûr (Bahadıroğlu, 2011, s.15).
Kânûni’nin “Muhteşem” adını almasında ve yaşadığı asra “Türk Asrı” denmesinde kurmuş olduğu bu muhteşem kadronun izleri vardır. Kânûni’nin muhteşem başarıları bu muhteşem kadronun eseridir.
