Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KAVRAMLAR VE İLAHLIK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Mayıs 2017 Salı 12:46:46
 

-89-
Tekâsür-8: “Yemin olsun, her nimetten (her imkândan) sorgulanacaksınız.”
En önemli sorgu şudur: Muhtariyeti Tercih Gücü’nü nasıl kullandınız? Veya bu mânâya gelen sorulardır. Bu soruyu atlayana başka soru olmaz. Sayfalarca soru olsa hep bu mânâ altındadır, bunun detayıdır: Muhtariyeti Tercih Gücü’nü nasıl kullandınız?
İlmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn nedir?
İnsan bir şeyi ilmel yakîn olarak nasıl bilir, onu birkaç cümleyle görmeye çalışalım. Sonra bu bilgilerinizi başka kaynaklarla genişletmeye gayret edersiniz inşâAllah. Ayet buyurdu; “Birbirine Göre Var olan hali (tekasürü) yaşarken ilmel yakîn bilseydiniz.” Önce şunu hatırlatalım: “Yakîn” ve “yakın” aynı şeyler değildir, bu ikisi karıştırılabiliyor. Yakın “Kariyb”in karşılığıdır, başka bir mânâdır. Kariyb yakın olmak anlamına gelen bir esmadır. Ama “yakîn” ilimle ilgilidir, kesin bilmek demektir, bir konuda şeksiz şüphesiz bilgi ortaya koymak demektir. Ona İlmel Yakîn denir. Biz ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn tabirlerini tasavvufi açıklamalarda duyduğumuz için hep tasavvufla ilişkilendiriyoruz. Oysa onlar normal hayatta da kullanılan tabirlerdir, her konu için kullanılabilir. Bir konu için “Onun ilmel yakîn hali şöyle, aynel yakîn hali şöyle, hakkal yakîn hali şöyle” denir. Yakîn kelimesini biraz yakalayabilmek ve başka yerlere de uygulayabilmek için klasik kitaplarda çok geçen ölüm örneğini paylaşalım: Bir insanın hiç şüphesiz öleceğini bilmesi, kesin öleceğini bilmesi onun ölüm konusunda ilmel yakînidir. Çünkü ölenleri görüyor, kendisinin de o sona doğru gittiğini görüyor. Bu öleceğini İlmel yakîn biliyor olması demektir. O an geldi ve Azrail aleyhisselam’la karşılaştı ama henüz ölmedi. İşte o an aynel yakîn halidir, ölümle karşı karşıya geldi, görebileceği bir şeyiyle onu görüyor. Ha bu gözü, ha bu gözünün yerine geçen gördüğü şey neyse, ama görüyor. Onunla karşı karşıya, yüz yüze! İşte aynel yakîn. Ve öldü. Bu da ölüm için hakkal yakîndir, ölümün hakkal yakîni ölmektir. Öldü, artık hakkal yakîn. Buradan benzeterek ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn tanımlarını Hakk yolla ilişkilendirirseniz Hakk yolla ilgili tarif edersiniz. Bu mânâsıyla ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn tarifleri çeşitli kitaplarda vardır. Müslümanlar özellikle ve öncelikle ilmel yakîn hali çok önemsemelidir. Çünkü ilmel yakîn çalışmak, bir şeyi ilmel yakîn bilmek Kur’ân’ın bize öğüdüdür. Sünnetullah’ı incelemek, anlamak, ondan yararlanmak, oradan bir sonuca ulaşmak ancak ilmel yakîn çalışmalarla olur. Bu ilmel yakînin zeminini Rabbimiz bize hazırlamıştır. Semâvat ve Arz’ın yaratılışı Kur’ân’da anlatılır. Bunu hadislerde de görürüz. Semâvat ve Arz’ın yaratılışında Rabbimiz “Kün/ol” emrini vermiştir ama “fe yekün” için, yani olması için ise süre vermiştir. Yani “kün” emriyle Semâvat ve Arz hemen son haline gelmemiştir. Günümüzde onu bilimsel çalışmalardan izleyebilirsiniz. Big Bang diye başlayan halden günümüze kadarki hâli bilimsel çalışmalar kozmik yıl olarak takvim haline bile getirmiştir. Oralardaki gelişimleri, değişimleri gösteren bir güzel kozmik yıl tablosu yapmışlardır. Nerede ne oluyor, insan nerede devreye giriyor, hepsi gösterilmiş. Bir süreç var ve süreç çok önemli bir şey. Bu süreç olmasaydı insanlar ilim ve araştırma yapamazdı, ilimle Allah’ı bulabilmemiz de mümkün olmazdı. Öyle müthiş birşey ki biz ilim yapabilelim diye zemin hazır. Merhametin, şefkatin sonsuz sınırsız halini her yerde görebilmek mümkün! Semâvat ve Arz bir süreçle meydana geldiği için araştırma fikrini öğreniyoruz. O süreç olmasa araştıramayız.
el-Hüsnâ’yı tasdik ederek illa ilim, illa ilim
A’râf Sûresi 116, 117 ve 118. âyetler bu açıdan dikkat çeken bir konudur. Hz. Mûsa aleyhisselâm tebliğ yapma, firavuna gitme ve Hakk’ı anlatma emrini Rabbinden aldığında, firavun bu işi sihir zannettiği için Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimizle randevulaşır, ülkedeki önemli sihirbazları da çağırır. Hepsi firavunun huzuruna gelirler, Mûsa aleyhisselâm efendimiz gelince sorarlar; önce kim başlayacak? Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimiz “Siz başlayın” der. Onlar başlarlar, ellerinde ne varsa atarlar, sihir yaparlar.
Rasûlullah Efendimiz (SAV)’den önceki dönemlerde kâhinler ve sihirbazlar çok yetenekliydiler, çünkü onların bir şeyler yapabilmelerinin önleri açıktı. Efendimiz (SAV)’den sonra onların bu sermayeleri kapatıldı, onlara bilgi akış yolları yasaklandı, o yollara girenler ateşle kovalandı. Hâlâ öyle. Müslümanlar için! İman nuru taşıyanlar için! Muhammedî olanlar için kolaylık olsun diye. O zaman bu işler kuvvetli olduğu için çare diye başvurulan yöntemler de oralara yönelik oluyordu. Firavun sihirbazlarını getirdi. Onlar büyük bir korku salarak bazı şeyler oluşturdular. Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimizin sihir yapmak gibi bir düşüncesi yok; Rabbinin ne diyeceğini bekliyor. Âyette “Âsânı at ya Mûsa” diyor. Hz. Mûsa aleyhisselâm efendimiz âsâsını atınca Kur’ân’ın bildirdiğine göre âsâ ejderha haline gelip sihir ürünlerinin hepsini toplayıp yutuyor. Olayın peşine, o sihirleri yapanlar hemen “Mûsa’nın Rab’bine inandık” deyip teslim oluyorlar. Firavun “Benden izin aldınız mı?” diye kızıyor ve onlara “Sizi cezalandıracağım” diyor. Olayın devamı ayetlerde anlatılıyor. Anlatmak istediğim şu: Allah Âsâ’ya “kün” diyor, anında bir yaratış meydana geliyor, anında. Semâvat ve Arz’ın bir süreçle yaratılışına alıştığı için bunlar insana tuhaf geliyor. Bu yüzden, tefsirlerde zor yazıyorlar, zor anlatıyorlar, adeta “nasıl kıvırsak” arayışındalar. Yahu Allah’tan şüphen mi var? “Ol” dedi mi olur. Ejderha dediyse ejderha olur. “Şunları maymuna çevirdik” dediyse onlar maymuna çevrilmiştir. Mâide Sûresi 60. âyette “Onları maymun ve domuz yaptık” diyor. Diyorsa onlar maymun ve domuz olmuşlardır. Bizim inandığımız Allah için bu böyledir. Birileri bundan şüphedeyse o başka! Ama bizim tanımaya çalıştığımız Allah “Ol” dedi mi olur. Bu örneklerle aslında şunu demek istiyorum; Allah bunları bir anda yaratmıştır. Semâvat ve Arz’ı da böyle bir anda yaratmış olsaydı biz ilim ve araştırma yapamazdık. Semâvat ve Arz son haline bir anda gelseydi, biz kendimizi bir anda orada bulsaydık neyi nasıl araştıracaktık? Eğer bir yumurta tavuktan çıkmasa, yumurtanın içerisinde birtakım olaylar olmasa, oradan civciv çıkmasa araştıramazsın ki. Soruyorum, âsânın canavar haline gelişini nasıl araştırabiliriz, nasıl bir araştırma yapabiliriz? Bizim bilim yolumuz tıkandı orada. Sihirle iş yapmaya çalışmayı zaten Kur’ân yasakladı, Yûnus Suresi 77’de “Sihirbazların sonu hayr olmaz” dedi, bitirdi. Ne yapacaksın? İlla ilim, illa ilim. Bu yüzden, bir şeyi ilmel yakîn anlayabilmek için müslümanın çok gayret etmesi lazım. Lukman Sûresi 20. âyet diyor ki: Onları size boyun eğmiş yaptık, emrinizdeler. Dolayısıyla, bu işleri ilmel yakîn incelememiz gerekir. Veya ilmel yakîn inceleyenlerden yararlanmamız gerekir. Ancak Kur’ân’ın uyarısını unutmadan, el-Hüsnâ’yı tasdik ederek! Birisi bir şeyi el-Hüsnâ’yı tasdik etmeden bulmuş olabilir, sizin onu alıp el-Hüsna’yı tasdik ederek öğrenmeniz ve uygulamanız lazım. Nereden ne bilgi alırsak bizi mutlaka “Lâ ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’ne götürmelidir, mutlaka. Ondan yan çizenden siz de yan çizmelisiniz, hemen.
Birbirlerine Göre Var olanların
renkler ve zaman ile ilişkisi

Tekâsür Sûresi’nde bize denildi ki: Birbirlerine Göre Var oluşlarla perdelenip oyalanacağınıza konuyu ilmel yakîn derecesinde inceleyebilseniz Birbirlerine Göre Var görünenlerin müstakilen var ve muhtar olmadığını anlarsınız. Bunu fark ettiğinizde, bunu fark edemeyenlerin azabını gözünüzle görür gibi görürsünüz. İşte o zaman cehennemi ilmel yakîn görmüş olursunuz.
Birbirlerine Göre Var olanların renkler ve zaman ile ilişkisine bir iki cümle değinmiştik, detayı konumuz için çok gerekli olmadığından şimdi de bir iki cümleyle geçelim. Birbirlerine Göre Var olan yapılar birbirlerinden renklerle ayrılırlar, renkler yüzünden onları birbirlerinden ayırabiliyoruz. Ve bir de onların hareketleri bize zaman kavramını oluşturuyor. Hareketlerindeki periyotlar, tekrarlar bize zamanı gösteriyor. Oradan biz zaman kavramını alarak ölçüler geliştiriyoruz. Mesela güneş ve ay bize birer hesap ölçüsü kılınmıştır.
“Güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır.” (En’âm Sûresi-96)
“Biz geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim Rabbinizin nimetlerini araştırmanız ayrıca yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık.” (İsra-12)
“Ve yine sizin için Arz’da muhtelif renklerde yarattığı şeyleri de size mûsahhar kılmıştır. Muhakkak ki bunda tezekkür eden kavim için elbette bir âyet/delil vardır.” (Nahl-13)
Bu ayetleri Birbirlerine Göre Var olan hâle ek bilgi olsun diye paylaştık.
Bırak onları!
Tekâsür Sûresi ilk âyeti hatırlayalım: Tekâsür sizi o derece oyaladı ki. Yani, Birbirlerine Göre Var olan hal ve onun yarışı, o yarıştan meydana gelen gururlanmalarınız sizi o kadar oyaladı ki. Bu âyeti zihnimizde bir yerde tutalım ve bir de Zariyat Sûresi’ne bakalım.
“Nefslerinizde! Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zâriyat-21)
Ve şimdi bu iki âyeti birlikte değerlendirelim. Tekâsür-1; “Birbirlerine Göre Var olan hal sizi o kadar oyaladı ki göremiyorsunuz” diyor, Zâriyat-21 ise görelim diye bizi uyarıyor: “Nefslerinizde! Hala görmüyor musunuz?” Birbirlerine Göre Var olan hal, Kendinizde Kendinize Göre Var olan hali örter, onu fark ettirmez ve unutturur. İşte unuttuk. Bu yüzden Rabbimiz bizi uyarıyor.
“Onlar âhiretten gafiller olarak, dünya hayatından zâhiri bilirler.” (Rûm-7)
“Enfüslerindeki hakkında hiç tefekkür etmediler mi? Ki…” (Rûm-8)
Rûm-7’den DûniHİ algı ve zannlarıyla hayat tarzı oluşturanların zahirle perdelendiklerini, yani Birbirine Göre Var halleriyle oyalandıklarını, Rûm-8’den ise Kendinde Kendine Göre Var olan hallerini tefekkür etmediklerini öğreniyoruz. Şimdi, Tekâsür-1’deki uyarıyı dikkate almayanlar için Kur’ân diyor ki:
 “Bırak onları yesinler, faydalansınlar ve boş ümitle oyalansınlar, yakında bilecekler.” (Hicr-3)
Madem öyle, bırak onları, bırak oyalansınlar. Neden “Bırak” diyor, suçları ne? Oyalandılar ama suçları ne, ne yapıyorlar?
“Onlar ki Allah ile beraber diğer bir ilah yaparlar. Yakında bilecekler.” (Hicr-96)
Suçları bu: Onlar Allah ile beraber diğer bir ilah yaparlar. “İlah” kelimesini defalarca ele aldık, paylaştık. Bu kelime Kur’ân’ın mesajını anlayabilmemiz için çok önemli. İlah kelimesine önce “hayran olunan, göz dikilen” anlamında bir mânâ ile baktık, konu derinleştikçe ilahı ilerleterek tanımladık: İlah müstakilen var olan demektir. Müstakilen VAR ve Muhtar olan ilahtır, ilahlığın şartı budur.
Müstakilen VAR ve Muhtar olmak ilahın olmazsa olmaz vasfıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER