Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KİMİNE DEHŞET, KİMİNE MÜJDE – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 25 Şubat 2017 Cumartesi 13:02:28
 

– 33-
“Ayetlerimize yalnız şu kimseler iman ederler ki; o ayetlerle kendilerine hatırlatma yapıldığında secde ederek düştüler ve hiç (sözde tanrılık iddialı) bir kibir göstermeyerek Rablerini hamdi ile tesbih ettiler.” (Secde-15)
Secde ayetidir, lütfen secdemizi yapalım. Yeri gelmişken Salât Secdesi’nin şu özelliğini dile getirelim: Ne tür secde varsa, secdenin bütün mânâlarını içeren ve şeklen o mânâları temsil eden secde salâttaki secdedir; bildiğiniz bilmediğiniz bütün mânâları içerir. Rabbimiz diyor ki: O secde öyle haşmetli ki ama farkında değilsiniz.
Daimi secde halinde olmak
Evet, salâttaki o secde öyle haşmetli bir iştir. Ama oradan kalkınca da secdede olmalıyız, çünkü hayat da bir secdedir. Nasıl? Allah’a karşı Varlık ve Muhtariyet İddiası’nın yanlış olduğunu, boş bir zann olduğunu kabul, itiraf ve tasdik halini beyin ve beden dili olarak sunuş da SECDEdir. Eğer kişi bu şekilde iman etmişse ve bedeninin dilinden, kendisinden çıkan fiiller ve sözler bu imana uygun ise, yani öyle yaşıyorsa o “daimi secde” halinde yaşıyordur; DAİMİ SECDE hali budur. Artık onlar yalnızca seccadeye gidince değil, her daim salâttadırlar, onlar daimi salâtta, daimi secdededirler. İnşaAllah daimi secdede olanlardan oluruz ve inşaAllah daimi secdede olanlar olarak ölürüz. “Nasıl ölürseniz öyle ba’s olur, huzura öyle gelirsiniz” hadisi gereği, inşaAllah daimi secdede gideriz.
Secde, korkulan bir varlığın önünde onun zulmünden çekinerek boyun bükme halini fiziksel olarak yapıyor olmak değildir. Böyle bir secdeyi kıyamet günü inanmayanlar yapmaya çalışacak ama başaramayacaklar. İnanmayan o gün çok korkacak, o korkuyla eğilmek isteyecek ama secde edemeyecek, yani secdenin mânâsını hâlâ bilemeyecek. Kalem-42’in “Secdeye muktedir olamazlar” demesi onların Secde’yi kavrayamayacaklarını gösterir. Secdenin ne olduğunu bilemeyecekler! Korkudan secde etmek, eğilmek isteyecekler ama muktedir olamayacaklar. Muktedir olamayacakları şey secdenin mânâsıdır; gerçek secde mânâsını yaşayamayacaklar, ona muktedir olamayacaklar, onu bilemeyecekler. Çünkü ayetler uyarıyor; onlar dünyada da kâfirdi, ahirette de kâfir olacaklar. Ahirette Hakikati fark edecek ama yaşayamayacak, ne olduğunu anlayamayacaktır. “Eyvah, böyle birşey varmış!” diyecek ama onun ne olduğunu bilemeyecek. Dolayısıyla secdeye de, secdenin mânâsına da muktedir olamayacak. Çünkü o secdede onlar hâlâ “VAR” olanın önünde “var” olarak eğilmeye çalışacaklar. Çünkü hâlâ bir kendileri, bir de korktukları var! Bir var, diğer bir var’ın önünde eğilmeye çalışacak, eğilerek o korkudan, o dehşetten kurtulmaya çalışacak! Secde; “VAR” olanın önünde “var” olarak eğilmek değildir! Gerçek secdede kişi “VAR’da var”dır, Allah’ta vardır. “VAR ile var” olan kişi Allah ile vardır, Allah için vardır. Bir kendisi bir de Allah var değildir. Böylece “Gerçek Secde”yi tarif etmiş olduk. O secdede bir “var” diğer “var”a eğilmez. O eğilişte, o secdede yalnızca “VAR’da var” olan, “VAR ile var” olan vardır. Halbuki yanlış korku ile yapılan secdede, inanmayanların yapmaya çalıştığı secdede “VAR” ve “var” idrakı vardır. “VAR” ve “var” idrakında bir “var” başka bir “var”dan korkuyordur. Gücü yetse neler yapacak ama gücünün olmadığını fark ettiği için korkuyor. Hâlâ “ve la havle vela kuvvete illa Billâh”ın mânâsını bilmiyor. İnkârcılar o mânâyı ahirette de kavramayacakları için orada da secde yapamayacaklar. Bulundukları ortam gereği huşû gösterecekler ama bu yanlış bir korkudan kaynaklandığı için secde yapamayacaklar; secdenin mânâsına muktedir olamayacaklar; anlamamız gereken budur. Çünkü fiziksel olarak o gün zaten her ümmet dizüstü çökmüştür.
“(O gün) her ümmeti, dizüstü çökmüş (oldukları) halde görürsün.” (Casiye-28)
O gün tüm ümmetlerin hali bu: Dizüstü çökmüş oldukları halde… O gün bedenler, duruşlar öyle! Bir de yüzlerin şekli var, o gün yüzlerin şekilleri çok farklıdır. Muhafaza buyur Rabbim…
Yüzlerdeki fark
“Mücrimler (suçlular, müşrikler) simalarından tanınırlar da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.” (Rahman-41)
“O gün (bazı) yüzler (vardır) ışıl ışıl parlar, Rablerine nazırdırlar. Ve o gün nice yüzler de (var ki) asıktır. (O asık yüzler) kendilerine fâkırah (bel/omurga kemiklerini ayırırcasına musibet) yapılacağını zannederler (yakınen bilirler, hissederler).” (Kıyamet; 22-25)
İki farklı “yüz” tarif edildi. Birisi gördüğü şiddet ve dehşetten korkmuş yüz! Gözlerdeki zillet ve huşû daha önce tarif edilmişti, şimdi yüzleri tarif ediliyor: Yüzler korkudan asık! Bir şeyi hissediyor; bir ızdırap gelecek, hissediyor. Onun yakînen hissettiği bu acı ve ızdırab “fâkırah” diye tarif ediliyor. Öyle bir ızdırap ki, bel/omurga kemikleri ayrılırcasına… Böyle bir acının yaklaştığını yakînen biliyorlar, yüzlerine o biliş yansıyor.
“Kıyamet günü, Allah üzerine yalan söylemişleri, yüzleri (korkudan dehşetten morarmış) simsiyah görürsün.” (Zümer-60)
“O gün yüzler (vardır ki) haşie’dir (zilletten alçalmışdır).” (Ğaşiye-2)
“O gün nice yüzler de (vardır ki) naime’dir (nimetin eseri görülür).” (Ğaşiye-8)
“Yüzlerinde, o nimetlerin güzelliğini/parıltısını tanırsın.” (Mutaffifîn-24)
“O gün yüzler (vardır ki) musfire (nurlu, parlak)tır; gülen, müjdelen şeyi bulup sevinen (yüzler). Ve o gün nice yüzler de (vardır ki) üzerlerini toz kaplamış, onu (o tozu) da karanlık/simsiyahlık bürür. İşte bunlar, facir kâfirlerin ta kendileridir.” (Abese; 38-42)
“Yüzden tanıma” bu dünyada da vardır; kişiler simalarından tanınır. Yüzden tanınmanın, halin yüze vuruşunun asıl anlaşıldığı yer ise o gündür! O gün iş yüzlerdedir! O gün herşey yüzden okunur, herşey yüzden net belli olur.
O dönemde Ehl-i Kitap ile yahudiler ve nasara kastediliyordu. Bir ayette ehl-i kitap geçiyorsa, o zaman için yahudiler ve hristiyanlar kast ediliyordu, inananların hepsini kapsamıyordu, Efendimiz (SAV) döneminde böyleydi.
“O gün (bazı) vechler/yüzler (Hakk’ın nuru ile) ağarır, bazı vechler (benlik zulmeti ile) kararır. Vechleri kararanlara (şöyle denir): (Gerçeğe) imanınızdan sonra küfrettiniz (reddettiniz) ha! Kâfirlik yapmanız yüzünden tadın azabı.” (Al-u İmran; 106)
O günkü kitap ehli, Efendimiz (SAV)’i oğullarını tanıdıkları gibi bildikleri halde hakkı gizleyip inkâr ettiler, tasdik etmediler. İnkâr ederek gerçeği saklamalarının karşılığını hesap günü alacaklar.
“Arz, Rabbinin nuru ile işrak etmiş (parıldamış), (amellerin kayıtlı olduğu) kitab konulmuş, nebiler ve şüheda (şahitler) getirilmiş ve onlar zulme uğratılmaksızın aralarında Bil-Hakk hükmedilmiştir. Ve her nefse yaptığının karşılığı tam verilir. O, onların yapıp işlediklerini daha iyi bilir.” (Zümer; 69, 70)
“Her şeyi bir kitap olarak ihsa etmiştik (tek tek sayıp kitaplaştırmıştık).” (Nebe-29)
“(O gün) her ümmeti dizüstü çökmüş (oldukları) halde görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır. ‘Bugün, yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız’ denir. İşte kitabınız, size Hakk olarak dilleniyor. Muhakkak ki; biz, yaptıklarınızı yazıyorduk.” (Casiye; 28-29)
“O gün insanlar gruplar halinde (kabirlerinden) sudur eder (çıkar) ki amelleri kendilerine gösterilsin. Kim zerre ağırlığınca bir hayr yaparsa, onu görür; Ve kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa, onu görür.” (Zilzal; 6-8)
“Her insanın tâir’ini (amelini, kaderini) ayrılmaz şekilde kendi boynuna doladık. Kıyamet günü kendisine, neşrolmuş olarak kavuşacağı bir kitap çıkarırız. ‘Oku, Kitabını! Bugün sana Hasib (hesap görücü) olarak nefsin yeter.” (İsra; 13-14)
“(O gün, amellerinin suretlerinin kayıtlı olduğu) kitab ortaya konulmuştur. Mücrimlerin, onun içinde olanlardan korkup ürkerek “Eyvah, bize! Bu nasıl kitapmış ki küçük büyük bırakmadan hepsini ihsa etmiş” dediklerini görürsün. Ne yapmışlarsa onu hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf-49)
“Hayır (asla)! Muhakkak ki füccar’ın kitabı elbette sicciyn’dedir. Sicciyn nedir bilir misin? (O) merkûm (silinmesi söz konusu olmayan) bir kitaptır.” (Mutaffifîn; 7-9)
“Hayır (iş sandıkları gibi değil)! Muhakkak ki ebrar’ın kitabı elbetteki ılliyyîn’dedir. Illiyyîn nedir bilir misin? O merkum (silinmesi söz konusu olmayan) bir kitaptır. Mukarrebun onları görür.” (Mutaffifîn; 18-21)
“Sicciyn” ve “Illiyyîn” tabirleri âlimler tarafından, yorumlanmıştır. Yorumlara çok girmeden yalnızca ayetler ve hadislerle ilerlediğimiz için onlara çok yer veremedik, siz o açıklamalara bakabilirsiniz.
“Kimin kitabı sağ taraftan verilirse, (o) kolay bir hesap ile hesaba çekilecek; Ve mesrur olarak kendi ehline dönecektir.” (İnşikak; 7-9)
“Kitabı sağdan verilmiş olanlara gelince; o şöyle der: ‘Alın okuyun kitabımı! Doğrusu ben, hesabıma kavuşacağımı bilerek (ona göre yaşadım).’ Artık, o hoşnutluk veren bir hayat içindedir.” (Hâkka; 19-21)
“Kitabı soldan verilmiş olanlara gelince; o da şöyle der: Keşke bana kitabım verilmeseydi; Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke (ölümle) iş bitmiş olsaydı.” (Hâkka; 25-27)
“Kitabı arkalarından verilenlere gelince; ‘sübüra; yetiş ey ölüm!’ diye çağıracak ve saıyr’e (alevli ateşe) maruz kalacaktır. Muhakkak ki o, kendi ehli içinde mesrur idi. Muhakkak ki o, asla (Rabbine) dönmeyeceğini zannetti (buna göre yaşadı).” (İnşikak; 10-14)
Kitabı sağ ve soldan alanlar
Hatırlarsanız bunlar Nebe-40’ta; “keşke toprak olsaydım” demişlerdi. Aynı mânâ! Bu ayetlerde kitabın sağ, sol ve arka taraftan verilmesi şeklinde üç tarifle karşılaşıyoruz. Kitabın soldan ve arkadan veriliyor olması temelde aynı mânâyı ifade etmektedir. Çünkü sol da arka da aslında birer idrakı temsil etmektedir. Bu sağ ve sol, insanın şu anki sağ ve sol tarafıyla da ilişkilidir, beyninde de buna göre bir düzenleme vardır. Gerek insanın sol tarafındaki ilişki, gerek beynindeki bu konuyla olan ilişki, kişinin sahip olduğu idrakın açtığı beyin hücreleriyle ilgilidir. “Sol taraf” ve “arka taraf” açılan bu idrakla ilgilidir ve benzerdir. Kitabı arka taraftan verilenler Allah’ın ayetlerini arkaya atanlardır, ayetleri umursamayıp arkaya atmışlar. Sol da öyledir! Sol bâtılın, bâtıl idrakın temsilidir. Eğer “bâtıl” beyinde hücreler açarsa, bu da beyin diline ve beden diline dönüşürse o davranış biçimleri “sol”u temsil eder. Hakk (iman) beyinde kendine ait hücreleri açar da vücuttan dışarı onlar çıkmaya başlarsa bu da “Sağ, sağ ehli” denilen idrakın davranışlarına sebep olur. Bunlar detaylı olarak “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında var. İleride ayrı bir konu olarak sağ ve sola daha fizyolojik, daha biyokimyasal bakma fırsatımız olabilir. Çünkü “sağ ve sol” merak edilen ve tefekkür edilmesi gereken bir konudur.
“O gün mücrimleri asfâd/zincirler (dünyadaki müstakillik iddiasının esarete dönüşümü) içinde bağlanmış olarak görürsün. Gömlekleri katrandan (vehmin zulmeti bedenini kapkara kaplamış olarak), vechlerini de nar (korku ve dehşetin ateşi) bürür.” (İbrahim; 49, 50)
“Onları zincirlerle bağlanmış görüyorsun!” Bu manzarayı oluşturan görüntü, dünyada yaşarken Allah’tan ayrı düşünülen gücün dönüştüğü suretlerdir, dünyadayken bir mânâ olan o zannlar suretlere dönüşmüştür; onlar orada surete dönüşmüş olarak karşına çıkıyor. Kişiyi orada kıskıvrak bağlayan şey, buradaki yanlış zannlarının suretleridir. Bir zann surete dönüşür mü? Elbette! Biz Allah’ın dileğinin sureti değil miyiz? Şimdi de insanın dilekleri surete dönüştü. Rabbi dileyince neden olmasın? Çünkü Rabbin (Musavvir’dir) mânâları surete dönüştürendir. Kişinin düşündüğü mânâlar orada karşısına suret olarak çıkıyor. Hadislerde de bunlara rastlarsınız; “Şunu yapınca şöyle köşkünüz olur, cennette şu kadar alanınız olur” gibi hadisler, bu dünyada düşünülen/yaşanan mânâların Biiznillah şekle dönüşeceğini işaret etmektedir. Yaşarken oluşturduğunuz o mânâlar Rabbinin dilemesiyle surete dönüşür. Surete dönüşecek en tehlikeli mânâlardan birisi kişinin dünyada kendini Allah’tan ayrı bir güç, ayrı bir varlık sanmasıdır. Bu düşünce ve bu düşünceye dayalı yaşantının dönüştüğü zincirler (bağlar) onu orada kuvvetle bağlar. Vehimden ürettiği zulmetin karanlığı da katran/karanlık olarak bedenini bürür. Zaten dünyada mânâ olarak o zulmeti yaşıyordu. İşte o karanlık, o zulmet surete dönüşüp bedeninde bir gömlek olarak görülecektir. Vechi (yüzü) de aynı akıbeti paylaşıyor.
“O gün, yalanlayanların vay haline!” (Mürselat-19)
“Kıyamet günü onları körler, lallar ve sağırlar olarak, yüzleri üzerine haşr ederiz.” (İsra-97)
“Onları yüzleri üzerine çevireceğiz!” ayetinden sonra ashab soruyor: “Ya Rasûlallah, insan yüzü üstünde nasıl yürür, bu nasıl olur?” Efendimiz (SAV) de onlara soruyor: “Seni ayaklarının üstünde yürüten Allah dilerse yüzünün üstünde yürütemez mi?” Böyle diledi, sizi böyle yürütüyor, yüz üstünde yürümeni dilerse yüzünün üstünde yürütür. Ayakların değerinin bilinmemesi demek ki yüzün üstünde yürümek gibi bir surete dönüşüyor, hafizanallah. Din Günü’nü yalanlayanlar, zaten dünyada da yüz üstü yürüyorlardı! Hakk Yol’un gerçeklerine ulaşabilmeleri için insanlara görebilme, algılayabilme, duyabilme ve bütün bunları idraka dönüştürebilme yetenekleri verildi ki, analiz sentez yapan Fuad’ları bu verilerle Hakk Yol gerçeğine uygun sonuçlara ulaşsın. Oysa, yalanlayanlar sanki bu yetenekler Hakk Yol için değilmiş gibi gerçeği görmeden yüz üstü yürüdüler. İman eden ve salih amel işleyenler ise, bu yetenekleriyle Biiznillah Sırat-ı Müstakıym’i buldular.
Hisler bile şahitlik eder
Dünya hayatında ayetlere karşı yüz üstü yürüyenler ahirette de yüz üstü haşr olunurlar:
“Yüzüstü kapanmış (sürünen) olduğu halde yürüyen mi daha doğru yoldadır yoksa sırat-ı müstakıym üzerinde yürüyen mi? De ki: Sizi inşa eden ve sizin (hakikatinizi bilmeniz) için sem’ (işitme işlevi), ebsar (görme-idrak kuvvesi) ve fuad’lar oluşturan O’dur… Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Mülk; 22, 23)
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını bize elleri konuşur ve ayakları şahitlik eder.” (Ya-Sin; 65)
“(O) gün onların dilleri, elleri ve ayakları, yapıyor oldukları şeyler dolayısıyla aleyhlerine şahitlik eder.” (Nur-24)
“Nihayet (Allah’ın düşmanları) oraya geldiklerinde onlar aleyhine, onların sem’leri, basarları ve ciltleri yaptıklarıyla şahitlik eder. Ciltlerine; “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Onlar da: “Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu, ilk defa sizi O yaratmıştı. Yine O’na döndürülüyorsunuz” derler. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de ciltlerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zann var ya, işte o sizi mahvetti ve hüsrana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet-20-23)
Yalnız el, ayak değil, sistemler de şahitlik yapıyor: Sem’leri (işitme sistemleri), basarları (görme sistemleri), ciltleri (dokunma duyuları) yaptıklarına şahitlik ediyor. Duygular da şahit, hislerin de şahitliği var: Dokundu şunu hissetti, gördü şunu hissetti, duydu şunu hissetti… Bu hislerin bile katıldığı bir şahitlik var. Allah muhafaza buyurur inşaAllah. Allahım, günahlarımızı, günah belgelerimizi ve günah izlerimizi siliver ya Rabbi. Ya Rabbi, şahitlerimizi de temizle, belgelerimizi de temizle; ya Rabbi, ya Rabbi, ya Rabbi. Fatiha’da “Er-Rahmânir Rahıym, Mâliki YevmidDiyn” derken işte bu duygularla sığınacağız. Ya rahmanurr rahıym, ey Mâliki YevmidDiyn, o şiddetli günde koruduklarından eyle bizi Ya Rabbi…
“O gün Allah kendilerine Hakk diynlerini, (müstehaklarını) tam verecek ve (onlar) bilecek ki; Allah, apaçık Hakk’ın ta kendisidir.” (Nur-25)
“Kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara zâhir oldu. Ve alay ediyor oldukları şey kendilerini çepeçevre kuşattı.” (Zümer-48)
“Eğer arzdakilerin tümü ve onunla beraber onun misli daha o zulmedenlerin olsa, elbette onu, kıyamet gününün azabının kötüsünden (kurtulmak için) fidye verirlerdi. (Çünkü) Allah’tan hiç hesap etmedikleri şey onlara zâhir oldu.” (Zümer-47)
“Birbirlerine (bir süre) gösterilirler. Mücrim ister ki; o günün azabından (kurtuluş için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendisini kurtarsın.” (Me’aric; 11-14)
Böyle dehşetli bir gün…
“O gün (zulmani sebeplerle birbirlerini seven) dostların bazısı bazısına düşmandır. Ancak muttakiyler (Allah için sevip dost olmuşlar) müstesna. “Ey kullarım, bugün size bir korku yoktur. Siz mahzun da olmazsınız.” Onlar (o kullar) ki ayetlerimize iman ettiler ve müslimler (teslimler) oldular.” (Zuhruf; 67-69)
Müminler, müslimler için ise böyle bir müjde…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER