Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KİŞİNİN KENDİNİ TANRILAŞTIRMASI NASIL OLUR?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 26 Ekim 2017 Perşembe 14:29:49
 

– 10 –
Kader idrakıyla ilişkili olması nedeniyle Kadir Gecesi üzerinde biraz duracağız. Kadir Gecesi bir gecenin tamamından ziyade bir Kadir Anı ile ilgilidir, o bir andır ve o ânı yakalamak önemlidir. Nasıl yakalayacaksın? Din her şeyi örtmüş, gizlemiş mi? Bu kadar gizli ve saklıyken onu nasıl bulacaksın? Bütün gece beklemene rağmen yakalayıp yakalayamadığını bilmiyorsun. Diyelim yakaladın, ne olacak? Sabah yine aynı sensin. Bir şey mi değişecek? Böyle ufak bir sorgulama yaptığınızda Kadir Gecesi’ni çok farklı bulursunuz. Onun hem özel bir döngüsünün olduğunu, hem de bizzat kişinin kendisinin idrakıyla oluşturması gereken bir hal olduğunu anlarsınız.
Kadir Gecesi “bulan
kazanıyor yarışması” değil!

Kadir kelimesi normal konuşmalarımızda da vardır: Kadir bilir, işin kadrini bilir, kadirşinas insan, kadir kıymet bilir gibi… Kadir kıymet bilmek, o işin farkında olmaktır, onun kadrini değerini, önemini biliyor olmaktır. Demek ki, Kadir Anı, Kadir Hali öyle önemli ki, değeri biliniyor. Bilinmesi, fark edilmesi gereken bir hal! Öyle ki bir kişi seksen dört yıl yaşasa, o hal onun tüm yaşantısından daha önemli ve hayrlı. Öyle ki bin aydan hayrlı bir an! Bin aydan hayrlı o an, sizin gece boyu beklemekle yakalayacağınız bir şey mi? Halley Yıldızı gibi, belirli zamanlarda geçen, beklersen göreceğin bir şey mi? Değil! O (kadir hali) bizzat senin yaşaman gereken bir haldir. Bunu, hadisleri incelediğinizde çok iyi fark edeceksiniz. Efendimiz (SAV); “Kadri yılın her gecesinde arayın” buyurur. Allah Kadir Gecesi’ni gizlemiş de “Haydi, onu bulun” mu diyor? Allah’ın sakladığını kim bulabilir? Öyle bir şey olabilir mi? O gizlemiş ve birisi bulacak, olamaz öyle bir şey. O zaman, yapılması gereken farklı bir şey olmalı. Bir kere bu, insanlardan gizlenen bir “bulan kazanıyor yarışması” değil! Bir yarışma, bir sınav, bir imtihan değil! Kadir Hali yılın her gecesi aranacak bir haldir. Onu aslında her gün (gece gündüz) aramak gerekiyor. Ama Ramazan’da ve gece aramak özellikle önemlidir. Neden?
Ramazan ayı layıkıyla değerlendirilebiliyorsa, o kadir hali Ramazan Ayı’nın son on günü içerisinde daha kolay başarılabilir. Layıkıyla değerlendiriyorsan bir yıl boyunca araman gereken şeyi Ramazan ayının son on gününde başarabilirsin. Tabi, layıkıyla değerlendirmek nedir, ne yaparsak layıkıyla değerlendirmiş oluruz, o da farklı bir konu. Ama layıkıyla değerlendiriyorsan Ramazan ayının son on gününde başarabilirsin. Çünkü o kadar konsantre oldun, yoğunlaştın, süzüldün, pür oldun ki, son on günü onu başarabilecek kıvama gelebilirsin, bunu yapabilirsin. O hali idrak edebilme/yaşayabilme ihtimali en fazla 27. Gece’dir. Ama 19 da, 21 de, 23 de, 25 de olabilir. 27. Gece o anı yaşama ihtimali daha kuvvetlidir. Hepsinde de başarabilirsin. Bin aydan hayrlı, değerli olan o halin ne olduğunu bilirsen…
Kişi kendisi, tanrı kabul etmeyen bir tanrıdır!
Şimdi asıl konumuza dönelim. Kadir haliyle çok yakından ilgili bir konu var: Kader! Eğer kişi kader mevzuunu halletmemişse onun kadir halini yaşaması mümkün olmaz. Kaderle ilgili ikilemleri varsa o hali yaşayamaz. Gerek kader mevzuunu, gerek kadir halini anlayıp yaşayabilmek için ön şart, doğru bir “La ilahe illallah” idrakında hemfikir olmaktır. Acaba hemfikir miyiz? Bakalım:
La ilahe illallah’ın ulaştığımız manası şudur: İlahlar yok, illa Allah. Dikkat edin, “Allah var” demiyoruz; İlla Allah! “Var” kelimesi sınır getirdiği için onu bile kullanmıyoruz. Birisinin bir şeye “var” demesi onu gözlüyor, tarif ediyor ve sınırlıyor demektir. Bu yüzden, Ehlullah “var” demez, “İlla Allah” der. Allah’a sınır koymamak için “illa Allah” der: “La ilahe (ayrıca müstakil bir şey yok), illa Allah.” Bu, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in İKRA’ ile OKUduğu gerçektir demiştik: La ilahe illa Allah: Tanrılar yok, illa Allah! “Tanrı yok” demek çok kolaydır. Birçoğumuz “Allah’tan başka bir şey kabul etmiyorum, hayatımda tanrı yok” diyor. Düşünülen yanlış nokta burasıdır ve bu nokta hem kader konusuyla hem de kadir haliyle çok ilişkilidir. Tamam, sen başka tanrı kabul etmedin, ama esas tanrı ilan ettiğin kendinsin! Kişi kendisi, tanrı kabul etmeyen bir tanrıdır! Halinle “benden başka tanrı yok” diyorsun, kendine ortak, eş kabul etmiyorsun. İnsanın ilan ettiği ESAS TANRI kendisidir. Esas tanrılık “ben varım” iddiasıdır. Bir kişi “ben de müstakilen varım” dediği anda tanrılığını ilan etmiş olur. Şu yanılgıya da düşmeyin: “Ben de varım” demek, “adım şu, ben şu kişiyim, ben Ahmedim” demekten farklıdır. Bunu yanlış anlarsa kişi neyi yok edeceğini bilemez, hatta adını söylemekten bile korkar. Bizzat kendi isminle varsın, o ayrı bir şey. O zaman, “ben varım” nedir, yok edilmesi gereken nedir?” ona birkaç cümleyle giriş yapalım:
Tanrı yok (sen yoksun) illa Allah!
Önce “BEN de varım” diyenin kastettiği “BEN”in yok olması lazım. O “BEN”i yok edebilmek için şu soruların cevaplarını bulmak gerekiyor: “Ben de varım” demeden nasıl yaşarım? Ne yaparsam onu dememiş olurum? Onu nasıl yok ederim?
“La ilahe (tanrı yok)”un esas manası neydi: Sen yoksun. Eğer kişi bu yola böyle düşünerek başlarsa doğru başlamış olur. La ilahe (sen yoksun) illa Allah! “Sen yoksun illa Allah” hakikatinin Ezan’da duyuruluşunu çok kısa paylaşmıştık. EZAN aslında “sen yoksun illa Allah” hakikatinin seslenişidir, onu duyurur. Ezan seni “ben de varım” diyen idraktan ve yaşantıdan kurtarmak üzere davettir. O iddiadan kurtuluşun adresini, yolunu gösterir.
Bir kişi düşünün, Allah’tan başka tanrı ve tanrılar kabul etmiyor ama “ben de varım” diyor. Onun “ben de varım” diyen o hali “benden başka tanrı yok” demekten başka bir şey değildir. O haliyle o gizlice “benden başka tanrı yok” diyor. O kişi “La ilahe illa Allah; tanrı yok illa Allah” diyor ama kendisi de var! İşte ESAS TANRI budur. Esas tanrı “varım” diyenin kendisidir. Bunu fark eden, bu yüzden “La ilahe” diye o esas tanrıya seslenir: Tanrı yok (sen yoksun) illa Allah! İşte kelime-i tevhidin bu manasında hemfikir olmadan adım attığımız sürece ilerleyemeyiz, burada hemfikir olmadan yürürsek başaramayız. Bu anlamında hemfikir olmadan yürüdüğü sürece tasavvufta bir kişinin ilerlemesi mümkün olmaz. Bu mana üzerinde hemfikir olmalıyız. Şimdi bunu basamaklarıyla sembolik olarak anlatmaya çalışacağım.
Tanrı demek “güç bende,
bende de güç var” demektir.

A’ma Hali’nden başlayan bir süreçten bahsettik: A’ma Hali; Ehadiyet, Vahidiyet, Ulûhiyet, Rahmaniyet, Rububiyet ve Hakkaniyet. Bu süreçteki Hakkaniyet mertebesi, Hakk üzere yaratılan varlık oldu. Biz o varlığı şimdi “yaratılan bir insan” kabul edelim. Unutmayın, anlatışımız insan gözüyle, insana göre. Allah İndi’nde böyle bir süreç yok! Bu süreç, insan gözüyle, insana göre, insan için. Allah A’ma halinde, el’an öyle. A’ma Hali; Ehadiyet, Vahidiyet, Ulûhiyet, Rahmaniyet, Rububiyet ve Hakkaniyet. Bu süreçteki Hakkaniyet mertebesiyle birlikte Hakk üzere yaratılan varlık oluştu, biz o varlığı şimdi “yaratılan bir insan” kabul edelim. Unutmayın, anlatışımız insan gözüyle, insana göre. Allah İndi’nde böyle bir süreç yok! Bu süreç, insan gözüyle insana göre, insan için. Allah A’ma Hali’nde ve el’an öyle! O A’ma Hali’nde ve ilminde dilediği bir süreç var, insana kadar uzanıyor: İnsanın Hakk üzere Hakk olarak yaratıldığı bu sürecin sahibi kim? A’ma halinden Ehadiyet, Vahidiyet, Ulûhiyet, Rahmaniyet, Rububiyet ve Hakkaniyet’e bu süreç kime ait? Allah’a! Bu saydığım aşamalarda Allah’tan gayrı bir şey var mı? En son Hakk olarak yaratılan insan! Allah’tan GAYRI BİR ŞEY yok, ama Hakk olarak yaratılan insan ne yapıyor? Ne yapıyoruz?
Allah’tan gayrı bir şey yok, Allah’ın dȗnu yani dışı yok, ama Allah’ın hakikatinde yaratılan insan kendine “BEN” diyor ve hemen sonra “bu görünen benim, ben müstakilim” diyerek kendine bir KİŞİLİK kazandırıyor. Böylece ne yapmış oldum? Hakikatin üstüne bana ait bir örtü örttüm, ona “BEN” dedim. İşte TANRI budur! Vehim’deki Rububiyet Gücü’ne (Rab’ba) sahip çıktı. Bu o kadar büyük bir sahtekârlıktır ki. Rab gücünü alıyorum, o güçle tanrılığımı ilan ediyorum: Ben de varım! Bunu demekle Rab gücünü kendi adına kullanıyorsun, “Allah Adına” değil, “Lillahi” değil, kendi adına. “Ben de varım” demekle sen, esas süreçten geleni, Hakk olanı, kendisinde Rububiyet Nuru bulunan yapıyı kullanarak şunu demek istiyorsun: “Ben de müstakil bir iradeye, müstakil bir akla sahibim. Ben de karar verebilirim, ben de bilirim.” İşte tanrılık! Tanrı demek “güç bende, bende de güç var” demektir. “Benim müstakil iradem ve karar verme gücüm var, benim bana ait bir kişiliğim var, ben bu yapılarla varım” demektir. Fark ettiniz mi? Efendimiz (SAV) işte bu yapıya “La ilahe” diyor! “La ilahe” tebliği ve deklarasyonu bu “A” yapı içindir. “La havle ve la kuvvete” bu yapıya söylenir: La havle ve la kuvvete (sende müstakil bir güç yok) illa Billâh! Bu bakışta hemfikir olmadan bu yolda yürümek, birlikte boşa yürümektir. Burada hemfikir olmazsak başka manzaralar seyredeceğiz demektir…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-10-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER