Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

KIZILELMA BİZİM MİLLİ OLDUĞU KADAR AYNI ZAMANDA DÎNİ BİR ÜLKÜMÜZDÜR (2)

Göktürk hükümdarı İşpara Kağan da Çin İmparatoruna gönderdiği mektupta (585) “Gökte nasıl bir Tanrı varsa yeryüzünde de dünyayı idare eden bir tek hükümdarın olması icap eder”diyordu. Batı Göktürk hükümdarı İstemi Han, Bizans’a Manyak adında bir elçi göndermiş; imparator da Zemarkos adlı bir elçiyi göndererek karşılıkta bulunmuştu. Yazlık ordugâhında elçiyi karşılayan hükümdarın görüşmesi sırasında gözyaşları akmış, elçi sebebini sorunca İstemi Han, “Atalarımızdan işittik ki Batı imparatorluğunun (Roma- Bizans’ın) elçileri geldiği zaman, bu bizim için artık yeryüzünü fethedeceğimize delalet eder.” cevabını vermişti (M.Niyazi: 179, O Turan TCHM, 1: 83). Yine İstemi Han’ın yerine geçen Batı Göktürk Hakanı Tardu Han’ın Ak Hunları hâkimiyetine aldığı büyük zaferi üzerine Bizans İmparatoruna gönderdiği mektuba şu şekilde başlaması dünya devleti ve dünya hükümdarı olma düşüncesinin icabıydı:
“Dünyada yedi iklim ve yedi ırkın (cihanın) büyük kağanından Romalılar imparatoruna” (M. Niyazı: 180).
Dünyada köleliğin ve köle ticaretinin en yaygın olduğu bir dönemde Türklerde kölelik diye bir müessese yoktu. Zaten böyle bir anlayış Türk töresine ters düşerdi. Çünkü Türk töresinin değişmez özellikleri arasında “Kişilik- insanilik” ve “eşitlik” gibi iki önemli esas vardı.
Avrupa Hunları’nda Attila’nın başkentinde bir Bizanslı, Bizans’ta insanın baskı altında tutulmasına ve kanunların yürümemesine karşılık, kendisinin Hun memleketinde hür olduğunu ve korkusuzca yaşadığını söylemişti. Çin’deki köleler, hürriyet ülkesi olan Asya Hun topraklarına kaçıyorlardı (İ.Kafesoğlu TDEK: 195). Türk topraklarında farklı din ve mezheplere sahip insanlar rahat ve huzur içerisinde yaşıyorlardı.
Türk devletinin ve hakanlarının barışı sağlama amacı Göktürk kitabelerinde de şöyle ifade edilir: “Dünyanın dört köşesindeki milletleri, düzenledi! “, “Azmış milleti (yeniden) düzenlemiş ve yaratmış.”, “Azmış Kırgız milletini düzenleyerek yaratıp geldik” (B. Ögel, 2: 32).
Eski Türkçede bir şeyin Allah tarafından yaratıldığı “kılınmak” fiili ile belirtilirdi. “yaratmak” fiili ise bir şeyi yapmak ve normal düzene koymak anlamında kullanılıyordu.
Yüce Allah tarafından dünya nizamı ile görevlendirildiklerine inanan Türk hakanları “Gök” e götürülüp orada Allah’ın kut (bağış ve izin) vermesiyle tahta oturtulduklarına inanırlardı. Bir hakan tahta çıkacağı zaman bir keçe üzerine oturtulup dokuz defa döndürülürdü. Çünkü eski Türk dini inancına göre gök dokuz kattı. Böylece hakan göğün dokuzuncu katına çıkmış ve hakanlığı Yüce Tanrı tarafından kutlanmış-onaylanmış olurdu.
Osman Gazi de bey seçildiği zaman bir keçe üzerine oturtulup havaya kaldırılmış ve dokuz defa döndürülmüştür.
Göktürkler arasında yaygın olan devlet anlayışı, daha çok Büyük Hun devletinin inanç ve düşüncelerine dayanıyordu. Hunlardan kalma birçok şeref ve memuriyet unvanları, VII. yüzyılda bile, Göktürk devleti içerisinde hala kullanılıyordu. Hunlar, kendi imparatorlarına “Şanyu” unvanı verirlerdi. Çin tarihleri, Göktürk devletinin kurucusu Bumin Kağan’ın da bir nevi Şanyu olduğunu, biraz kapalı da olsa söylemekten çekinmiyorlardı. Hunların Şanyu unvanı “Sonsuzluk ve bütün cihanı içine alan” gibi geniş bir anlam ifade ediyordu. Daha sonraki Türk devletlerinde de “Büyük imparator” aşağı yukarı buna yakın bir düşünce yolu ile anlatılacaktır. Türklerin “Kür- Han” ve Moğolların “Gur-Han”ları da bundan başka bir şey değildi (Z. V. Togan. 2: 35).
Eski Türklere göre; Gök kubbesi devletin, çadır ise ailenin örtüsü idi. Bu yüzden hakan çadırları kubbeli olurdu.
Eski Türkler anıtlara, kitabelere büyük bir önem verirler ve kitabelere- anıtlara “Mengü Taş” yani “ölümsüz ve ebedi taş“ adını verirlerdi. Yazıtlara “Bin yıllık, on bin günlük” derlerdi.
Eski Türkler bir Dünya devleti oldukları inancından hareketle; büyük anıtların “milletlerarası” bir katkı ile yapılmasına önem verirlerdi. Göktürkler kendi devletlerinin bir Dünya devleti olduğuna inandıklarından büyük ve önemli törenlere dünyanın her tarafından temsilciler ve elçiler gelmesine önem verirlerdi. Kültigin ve Bilge Kağan’ın ölüm törenleri de bu anlayış içerisinde yapılmıştı.
Bilge ve Kültigin’in ölüm törenine her yandan birçok temsilci gelmiş, kitabeler de törene katılan elçiler birer birer sayıldıktan sonra, Bilge ve Kültigin için “Bu kadar ünlü bir kağan imiş !” diye bir öğünme payı çıkarılmıştır.
Eski Türkler taşlara, kayalara yapılan oymalara, süslere “Bediz” bu işi yapan sanatkârlara da “Bedizci” adını verirlerdi.
Törenlere her yerden gelen elçilerin katılmasına büyük bir önem veren eski Türkler aynı hassasiyeti kitabelerin yazılış ve süslenişine de gösterirlerdi. Çünkü anıtlarda ve kitabelerde çeşitli yerlerden gelen ustaların çalışmış olması anıtlara ve kitabelere milletlerarası bir anlam verirdi. Bu amaçla Göktürk kitabelerinde Çinli nakkaşlar ve süslemeciler de kullanılmış, hatta kitabelere Çince bir metin ilave edilmiştir.
808 yılında yazılan Uygur Karabalgasun yazıtını da Çinli yazıcı ve süslemecilerle birlikte, Batı Türkistanlı, İranlı ve Türk sanatkârlar, birlikte yazmışlardır. Hiç şüphesiz bu düşünce ve uygulamalar bir “Dünya-Kâinat Devleti” olma düşüncesinden kaynaklanıyordu.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER