Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

KIZILELMA ERİŞİLMESİ İSTENEN ÜLKÜ, ELDE EDİLMESİ AMAÇLANAN VE HAYAL EDİLEN YER

Kızılelma, eski çağlardan beri Türk cihan hâkimiyeti idealini sembolik olarak ifade eden bir kavramdır. En eski kaynaklardan başlayarak Kızılelma tabirinin nereden geldiği açıkça belirtilmeksizin “erişilmesi istenen ülkü, elde edilmesi amaçlanan muhayyel yer” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bazı araştırmacılar tabirin köklerinin Uzakdoğu’da mitolojik çağlara kadar uzandığını ortaya koymaya çalışırken bir kısmı da insanlık tarihi kadar eski olan bu motifin Batı dünyasında da mevcut olduğunu belirtir. Bazı çağdaş araştırmacılara göre ise ilk defa Orta Asya’da Türkler arasında doğan bu ülkü, Ergenekon destanında Ergenekon’dan dışarı çıkma ve kaybedilmiş olan eski yurdu tekrar ele geçirme ideali şeklinde görülür. Kavram zamanla, gerçekleştirilmesi düşünülen idealleri ve zapt edilmesi gereken yerleri belirleyen bir sembol haline dönüşür. Orta Asya’da Oğuz Türkleri için Kızılelma, hangi yöne giderlerse gitsinler hedefleri ve kazandıkları zaferin adı haline gelir (T.D.V.A. Gökyay,2002, 559-561). Kızılelma kavramının Türk milleti tarafından ortak bir bilinçle oluşturulmuştur. Her dönemde Kızılelma’ya farklı anlamlar yüklenmiş ve her dönemin de kendine göre bir Kızılelma’sı olmuştur. Oğuz kağan Destanı’ndan ve Orhun Âbideleri’nden anladığımıza göre İslâmiyet öncesinde Türk’ün Kızılelma’sı “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar dünyayı fethetmek ve dünyaya Türk töresi ile nizam vermek ve barış getirmek” iken İslâmi dönemlerle birlikte “Dünyaya Allah’ın dini ile nizam vermek “Nizâm-ı âlem” ve Allah’ın adını yüceltmek “İ’lây-ı kelimetullah” için çalışmak” anlamları yüklenmiştir.
Kızılelmayı anlamak için öncelikle Türk’ün hayat ve devlet felsefesini anlamak gerekir. Tarih boyunca aile Türk toplumunun ve Türk devletinin temeli olmuştur. Eski Türk inancına göre; “gök kubbesi” devletin, “çadır” ise ailenin örtüsüdür. Birinin altında devlet, diğerinin altında aile kurulur. Nasıl ki ailenin reisi olan baba, ailesine bakmak ve onları her türlü tehlikelere karşı korumak zorunda ise; devlet de halka bakmak ve halkı her türlü tehlikelere karşı korumak zorundaydı. Bu yüzdendir ki eski Türkler devlete “baba” gözüyle bakmışlardır. Tarih sahnesine çıkan ilk Türk devletiyle birlikte “Devlet Baba” deyimi de ortaya çıkmıştır. Bu deyim Türkçenin en eski deyimlerindendir. Adalet, eşitlik, iyilik, insanilik-kişilik gibi dört değişmez ve temel esası olan Türk töresine göre şekillenen Türk devleti: Adaletli olmayı, herkese eşit davranmayı, insanlara iyilikte bulunmayı, hizmet etmeyi ve insaniliği yani insana değer vermeyi ilke edinmiş bir devletti. Halka hizmetten sonra, yurtta ekonomik, siyasi istikrarı, huzur ve barışı, birlik ve beraberliği sağlamak; halkın oturacağı yurtlar edinmek; Türk boyları arasındaki Türk birliğini sağlamak, dünyayı idare etmek, bölgede ve dünyada barışı sağlamak, Yüce Tanrı’nın rızasını kazanmak en başta gelen görevler idi. Devleti temsil eden Türk hakanları da her zaman babalık görevlerinin bilincinde olarak yukarıdaki görevlere bağlı kalmışlardır.
Türklerin İslâm’a girişleriyle birlikte, bu devlet anlayışı ve hayat felsefelerinde daha da olumlu gelişmeler yaşandı. Çünkü eski Türk töresi gibi, İslamiyet de “Halka hizmeti Hakk’a hizmet“ olarak kabul ediyor ve “İnsanların en hayırlısı, insaniyete hizmet edendir” diyordu.
Osmanlı devlet anlayışına göre, Osmanlı hükümdarının yüklendiği misyon “Padişâh-ı ruy-ı zemin zillullah-i fi’l-arz” (Allahın yeryüzündeki gölgesi) biçimiyle eski Türk hakimiyet anlayışı ve İslam geleneğinin tezahürüdür. II. Mehmed’den itibaren bu kavram Osmanlı kanunnamelerine de yansımış ve hukukî bir nitelikte kazanmıştır. Hükümdar, tahta geçtiği andan itibaren Allah’ın adaletini insanlığa dağıta kişi kimliğini üstlenmiş olmaktadır.
Eski Türklerde mevcut olan “Cihan Hâkimiyeti Düşüncesi” İslâm dininin de tesirleri ile Nizâm-ı âlem ve“İ’layı Kelimetullah“ (Dünyaya nizam verme ve Allah’ın adını yüceltmek) ülküsü ne dönüşüyordu Türkler İslam dinini Arap yarımadasından alıp Hindistan’a ve Avrupa içlerine kadar götürüyorlar ve İslamiyet’in bayraktarları olarak Allah yolunda cihad ediyorlardı. Halka hizmeti esas alan ve insanları rengine, biçimine, dinine ve mezhebine göre ayırmadan kucaklayan Türkler ve onların hâkim olduğu coğrafyalarda her dinden ve ırktan insanlar barış ve huzur içerisinde yaşıyorlar, doya doya din ve vicdan hürriyetinden yararlanıyorlardı.
Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu âlem birdir bize. (Yunus Emre)
Osmanlı Devletinin yıkılışıyla birlikte Atatürk’ün öncülüğünde, Göktürklerden sonra Türk ve Türkiye adıyla yeni bir devlet tarih sahnesine çıkıyordu. Türk’ün devlet ve hayat felsefesini çok iyi bilen Atatürk, eski Türk hakanları ve sultanları gibi yeni Türkiye devletini de bir “Dünya Devleti” haline getirmek istiyor, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesiyle Dünya barışını hedefliyordu. Atatürk bu amaçla Derviş Yunus gibi sesleniyor ve “Biz hiç kimsenin düşmanı değiliz, sadece insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız“ diyordu.
Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini, fetih ve hâkimiyet anlayışını temsil eden en eski sembollerden birisi olan Kızılelma, kutsal ve mübarek olan bir ideal-ülkü olarak erişilmesi arzulanan hedefleri temsil eder.
Bu kutsal ve mübarek ülkü bizim hem millî, hem İslâmî hem de insani bir ülkümüzdür. Kızılelma, Türk milletinin bütün dünyaya hükmetme hak ve adalet dağıtma iddia ve ülküsüdür. Kızılelma, Kan ve gözyaşının akmadığı, bütün insanların barış içerisinde yaşadığı bir dünya kurma ülküsüdür. Kızılelma, Türk’ün cihan nizamı ve Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresinin sembolüdür. Kızılelma, Cenâb-ı Hakk’ın Türk’e gösterdiği yer ve hedef, Türk Cihan Hâkimiyetine, Nizâm-ı âlem ve İ’lây-ı kelimetullah’a giden yoldaki ara hedeflerin adıdır. Kızılelma, yeryüzündeki bütün Türklerin birleşip kuracakları ideal ülke veya bütün Türklerin bir araya toplanması Türk Birliği/Turan ülküsüdür.
Osmanlı aydınlarındaki Turancılık anlayışı, Pantürkizm’le eşanlamlıdır. Yani Türkçüler, Turancılıktan Türk Birliği’ni anlamışlardır. Kızılelma’nın olmazsa olmazlarından birisi Türk Birliği ve ya Türkiye’de daha ziyade Türk birliği şeklinde anlaşılan Turan ülküsüdür. Çünkü Türk Birliği olmadan, Cihan Hâkimiyetinden, Nizâm-ı âlem’den, İ’lâ-yıkelimetullah’tan, İslam Birliği’nden söz etmek eskilerin deyimiyle abesle iştigal etmek olur. Çünkü kendi arasında birliğini sağlayamamış bir milletin ne kendisine ne de bir başka bir millete yararı olabilir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER