Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“KORKMAYIN, MAHZUN OLMAYIN. AKLEDİN!” – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Eylül 2017 Perşembe 13:21:30
 

-29-
Talib kurduğu cümleye hep dikkat etmelidir. Cümle deyince yalnızca söylediği değil, düşünürken kurduğu da, yaşarken yaptığı da birer cümledir.
Şeytan iki çeşittir
“Ben” diye başladığımız her cümleye dikkat etmeliyiz. O cümle cehenneme mi bir bilet kesiyor, yoksa cennete bir davetiye mi? Cennete bilet demiyoruz, çünkü cennete bilet olmaz. Cennetin ödeyebileceğimiz bir karşılığı yoktur. Ancak davet edilirsiniz, o lütuftur, nimettir. “BEN”li bir cümle kurduğunuzda, siz o cümleyle bir cehennem bileti mi alıyorsunuz, yoksa bir cennet davetiyesi mi? Her cümleniz için dikkat etmeniz ve korkmanız lazım. Aksi halde şu uyarı yaşanabilir: (Onlara ölüm geldiğinde) Allahım bizi geri gönder, biz orada yapamadıklarımızı oradaki imkânlarımızla yapalım, bize tekrar fırsat ver derler. O halde, elinde fırsat varken her anı saniye saniye incelemek gerekir.
İnsanların dünya hayatında kullandığı; “arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim” sözünü hiç düşündünüz mü? Aslında bu ilimle baktığımızda onu söyleyen demek istiyor ki: Arkadaşını söyle, senin nasıl bir tanrı olduğunu söyleyeyim. Söyle de, senin nasıl bir tanrı olduğunu anlayayım. Arkadaşını söyle de, senin narsist tanrı mı, hümanist tanrı mı, şifreci tanrı mı, Polianna tanrı mı nasıl bir tanrılık iddiasında olduğunu anlayayım. Hatta daha da aslı şudur: Söyle arkadaşını, arkadaşın şeytan mı, melek mi? “Hiç şeytandan arkadaş olur mu?” demeyin. Kur’an bu konuda bize ne diyor bakın:
Zuhruf Sûresi 36: “Kim Rahman’ın zikrinden âmâ olursa ona bir şeytan hazırlarız (takdir ederiz). O şeytan ona bir kariyndir (çok yakın arkadaştır).”
Demek ki, kim Allah yokmuş gibi davranır, bu hatırlatma ve bu zikirden uzak durursa ona bir şeytan hazırlanıyor, o şeytan ona en yakın arkadaş oluyor. Şeytanla ilgili olarak da “Sen Tanrı mısın?” kitapçığına atıf yapacağız. Çünkü şeytanın ne olduğunu orada geniş anlattık. Sadra tesir ettiği için ilerleyen yazılarımızda da sadr-şeytan ilişkisine değineceğiz inşaAllah. Şeytanı kolay anlamak için onu önce şeytaniyet olarak düşünmeliyiz. Şeytaniyet yani “şeytanlık” bir görevin ismidir. Şu iki şeytanlığı hemen fark etmeliyiz: Bir bu görevle görevli cin ve insan varlıklar vardır, bir de sende onların görevli olduğu bu şeytanlığı yapan esfele safiliyn yapı vardır. O da şeytandır ve asıl şeytandır. Şeytan deyince ikisini birden düşünmeniz lazım. Ona bir şeytan hazırlarız denilmesi, ona görevi şeytanlık olan bir varlık görevlenir demektir ama bir de onun esfele safiliyn yapısı o kadar kuvvetlenir ki şeytanlık artık onun karakteri, hali, kişiliği olur. Ayetteki kariyn yakın arkadaş demektir, kişilik demektir.
Ademoğlu kime kulluk ettiğini düşünmeli
Ya-Siyn 60: Euzü billahi mineş şeytanir racim. Bismillahir Rahmanir Rahiym.  “Elem e’hed ileyküm ya beniy Ademe en lâ ta’budüş şeytan innehu leküm adüvvün mübiyn; “Ey AdemOğulları. Size söylemedim mi; şeytana kulluk yapmayın. Muhakkak ki o sizin için apaçık bir düşmandır.”
Dikkat ederseniz, şeytan burada arkadaştan daha ileridir. Normal tanrısal hayatta zalim bir yönetici (yani narsist tanrı) nasıl elemanı sever? Kendisine kul köle olanı! Öylelerinden “şu benim has elemanım” diye bahseder. Çünkü ne desem yapar, sözümden çıkmaz, bana kul köledir. Arkadaşlıktan, dostluktan ileri bir tanım yapar; kulluk. İşte bu işi böyle düşündüğünüzde, bu işe bu çerçeveden baktığınızda ayet diyor ki; şeytana kulluk yapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır. Yaradan soruyor: “Size böyle söylemedim mi, neden o hala sizin arkadaşınız?” Bir baba çocuğuna; “yavrum o çocukla gezme demedim mi sana?” der ya, onun gibi. “O seni hep yanlış yerlere götürüyor. Peki, o neden hala senin arkadaşın?” der gibi. Niçin böyle söyler? Şefkatinden, bu uyarıyı şefkatinden yapar. Orada şefkati, merhameti görüyorsun da, burada neden aramıyorsun O’nun merhametini: Ey Âdemoğlu, sana, şeytana kulluk yapma diye söylemedim mi?
Bunu işiten kul ne yapmalıdır? Kime kulluk yaptığını düşünmelidir ki ayet onu uyarır:
Ya-Siyn 61: Euzü billahi mineş şeytanir racim. Bismillahir Rahmanir Rahiym. “Ve enı’buduniy; hazâ sıratun müstakıym; bana kulluk edin; sırat-ı müstakıym budur.”
“Bana kulluk edin; sırat-ı müstakıym budur” dedi. O zaman “sıratı müstakıym/doğru yol” olarak tarif edilen halde miyiz, doğru yolda mıyız, bunu anlamamız lazım. Bunu kendimizde nasıl anlarız, nasıl inceleriz? Kendimize şu soruyu sorarak: Önceliğim ne? Yani kendine “Önceliğini söyle kim olduğunu söyleyeyim” dersin: Hayattaki önceliğini söyle, kim olduğunu söyleyeyim.
Bütün hal ve hareketlerinizde önceliğinize bakın; eğer “illa Allah” ise sizin arkadaşınız meleklerdir. Çünkü önceliğiniz “illa Allah” ise, sizinle ilgilenmek meleklerin görevleridir. Hayattaki her türlü hal ve davranışınızda önceliğiniz hep “illa Allah, illa Allah, illa Allah” çıkıyorsa sizin arkadaşınız meleklerdir, sizinle ilgilenmek onların görevidir.
Korkuyla birlikte umut taşıyanlara diyor ki;
korkmayın, mahzun olmayın

Fussılet Sûresi 30: “Muhakkak ki “Rabbimiz Allah’dır” deyip sonra bil fiil istikamet edenlerin üzerine melaike tenezzül eder; “korkmayın, mahzun olmayın ve vaad olunduğunuz cennet ile sevinin” der.”
 “Muhakkak ki” diyor, demek kesinlik var. “Rabbimiz Allah’tır” diyen kesinlikle önemli, “Allahümme ente rabbi” diyen kul bu kadar önemli. “Allahümme ente rabbi” sığınışı çok önemli, ayetler “Allahümme ente rabbiy; Rabbim sensin Allahım” diyen kulu çok övüyor. Bu yüzden “Allahümme ente rabbiy” müthiş bir sesleniştir: “Kim Rabbimiz Allah’tır der ve buna göre de istikamette olursa onların üzerine melaike tenezzül eder, iner.”
“Tenezzül eder” ifadesini normal yaşantıda da kullanırız. Birisi yükseklik gösterse “aramıza tenezzül etmedi” der, tenezzül kelimesini kullanırız. “Melaike” semadan inen bir hal olduğu için burada kullanılan kelime de tenezzül. Onlara melaike tenezzül eder ve korkmayın, mahzun olmayın ve vaad olunduğunuz cennet ile sevinin der. Neden? Çünkü o devamlı korku içerisinde yaşıyor. Konuşurken korkuyor, “ben” derken korkuyor, salâtta korkuyor… O korkuya eşit bir umut da taşıyor ama hep korkuyor. İşte onlara diyor ki korkmayın, mahzun olmayın. Bu olayı daha kolay anlamak için bir basit örnek vereyim. Bir çocuk sınavlara çalışıyor, yaşı da bisiklet veya bilgisayar yaşı. Çocuk ders çalışmaktan yorulunca baba; “yavrucuğum tamamla, sana bilgisayar alacağım” diyor. Çocuk sınavlara “ya kalırsam” korkusuyla ama sınıfı geçip, ileride yaşayacağı neşe umuduyla çalışırken terler. Babası gelir “yavrucuğum iyi çalışıyorsun korkma, bilgisayarı düşün, sevin” der. İşte onun gibi; “vaad olunduğunuz cennet ile sevinin” deniyor, bunu size ilham ediyor, telkin ediyor. Neden? “Korku”nun yanına “umut” sabitlensin diye. Onun görevi o, çünkü sizin için bir melaike, bir arkadaş o. Önceliğin buysa görevlendiriliyor o. Çünkü önceliği bu olana ayet öyle diyor: Korkmayın, mahzun olmayın ve vaad olunduğunuz cennet ile sevinin.
“Eğer aklın varsa, işte sana açıklıyoruz.”
Fussılet-31: “Dünya hayatında da, ahirette de biz sizin dostlarınızız.”
Melaike böyle diyor; dünya hayatında da, ahirette de sizin yakın arkadaşınızız, merak etmeyin biz yanınızdayız böyle diyecek. Ayetin devamı: “Orada nefslerinizin arzu ettiği şeyler vardır ve orada sizin için temenni ettiğiniz şey vardır.” Bize cennet için bir umut veriyor. İstikamette olanın arkadaşının kesinlikle melaike olduğu müjdesi ile birlikte.
Al’u İmran Sûresi 118: “Ey iman edenler, gayrınızdan sırdaş, dost edinmeyin. Onlar size noksanlık vermekte gevşeklik göstermezler, size sıkıntı verecek şeyi hoşlanarak isterler. Buğzları ağızlarından taşmaktadır. Sadırlarında gizledikleri daha büyüktür. Eğer aklederseniz, gerçekten biz sizin için ayetleri açıkladık.”
Ayetteki “sadr” konumuzla ilgili ve önemli bir tabir, ona geleceğiz. Ayet diyor ki: Önceliği farklı olanları, sakın dost edinme. Eğer kişinin önceliği “illa Allah” değilse onu sakın sırdaş ve dost edinme. Onlar size bir noksanlık gelmesi hususunda gevşeklik göstermezler. Lütfen yaşadığınız ortamları, çalıştığınız yerleri bir düşünün. Bu ilimden önce onlara uygun yaşıyorken Rabbim size lütfetti de elhamdülillah salâtla, Rasulullah (SAV)’le tanıştıysanız, haliniz değiştiyse diğerlerinin size bakışı hemen değişecektir; artık sizi sevmezler. Çünkü onlar Allah’ı sevmezler, bu yüzden Allah’ı hatırlatan şeyleri de sevmezler, sevemezler. Ve başınıza bir şey gelsin diye de bir umutla beklerler, içten içe bunu isterler. Sizin için ağızlarından taşan düşmanlığı, “şöyle diyor, böyle dedi” dediklerini duyarsınız. Onların sadırlarında gizledikleri daha büyüktür. Bakın ayet “sadırlarında” dedi, kalblerinde demedi. İşte buralar meallendirilirken “sadr” yerine “kalp” yazılırsa veya tersi yazılırsa olmaz. Çünkü ayet açık: Kişinin gizlediği onun sadrında. Yani onun gizlediği nefsinin şerrine ait bilgi, esfele safiliyn yapının bilgisi. Bu dünyanın başlangıç koşuludur ki sadrda esfele safiliyn yapı hâkimdir ve onun hakimiyeti altında yaşayan sadr kalbi kapatmıştır. Bu durumda kişinin beynine emir kalbden geliyormuş sanılsa da değildir, sadırdandır, yani nefsin şerrindendir. Aslında emri nefsin şerri veriyordur, çünkü sadrda henüz o hâkimdir. O yüzden ayet, “sadırlarında gizledikleri şey” diyor: Sadırlarında gizledikleri şey dillerindekinden daha büyüktür. Ve ekliyor:
“Eğer aklın varsa, işte sana açıklıyoruz.”

İNŞİRAH -29-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER