Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

AŞAĞILARIN AŞAĞISI-2 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Aralık 2016 Cuma 13:43:43
 

İnsanlara Kelime-i Tevhid ve İhlâs Sûresi’ni anlatıp da “Böyle yaşayalım, böyle nesil yetiştirelim” dediğimizde anne babalar; “Biz bu konuyu çocuklarımıza nasıl anlatacağız?” diyorlar. Neden bunun sorulduğunu lütfen düşünün. Çocuğunun hangi algısını fark etti ki, böyle bir telaşa giriyor? Gerçek şu ki paylaştığımız bu gerçeği kişinin kendi aklı zor kavrıyor, çocuk ne yapsın? Çocuğunu gözlediği zaman bakıyor ki çocuk kendisini Allah’ın dışında biliyor. Hem de o kadar Allah’ın dışında biliyor ki. O zaman, “Bu gerçeği ona nasıl anlatacağız?” diye telaşlanıyor. Aslında bu soru bir itiraftır, normal hayatta bilmeden böyle yaşandığının itirafıdır. Kendisinin de, çocuğun da Allah’dan ayrıymış zannıyla yaşadığını gördüğü için, “Bu durumu çocuğuma nasıl anlatırım?” telaşıyla soruyor, yöntem istiyor.
Bir melekte böyle bir algı yoktur, zaten bu yüzden melektir. Şeytan ise tamamen bu algıda olduğu için örtücüdür, kâfirdir. Melekteki “Allah’ı bilme” algısı bizde Ahseni Takviym olarak var. Esfele Sâfiliyn’e atılınca kendini Allah’tan ayrı bilmesi Ahseni Takviym’in üstünü kaplamıştır. Esfele Sâfiliyn hâl onu öyle bir örtüp kaplamıştır ki sanki bu yapıda Ahseni Takviym yok gibi; insanın her şeyine hâkim olmuştur. Dolayısıyla, bir kişi Allah’a inanmıyorsa, Allah’ın dışı algısı onda öyle kuvvetlidir ki, kendisi vardır da (hâşâ!) Allah yoktur, ona göre. Bu algı bu kadar kuvvetlidir.
Esfele Sâfiliyn ‘Allah’ın Dışı Var’ sanmaktır, bu sahte algının adıdır. “Allah’ın Dışı Varmış” sanan idrak, idrak skalasında Aşağıların Aşağısı’na inmiştir. Daha aşağısı yoktur. Esfele Sâfiliyn’deki kişi “Allah’ın dışı var” algısındaki idrakıyla idrak skalasında en aşağıdadır. Bu yüzden, bunu bilenler, zamanında Esfele Sâfiliyn’e AŞAĞILARIN AŞAĞISI demiştir.
Aşağıların Aşağısı dünya hayatı demek değildir. Öyle olsa bir veli dünyada nasıl yaşar? Efendimiz (SAV) hepimize örnek bir yaşantıyı dünya hayatıyla nasıl sunar? Dünya hayatına Esfele Sâfiliyn diyemeyiz. Esfele Sâfiliyn bir idraktır, dünya hayatı değildir.
Hatırlayalım, her şeyi Allah ile ilişkilendirmemiz gerekiyor, dünya ile ilişkilendirirsek yanılırız. Doğru ilişki kursak bile ömrü kısadır. Her bir duygumuzu, yorumumuzu, fiilimizi, her şeyimizi Allah’la ilişkilendirirsek onlar sonsuza uzar.
Kur’ân’da aşağıların aşağısı idrak Esfele Sâfiliyn tanımıyla anlatılmıştır. “Allah’ın dışı varmış algısı” ise “Dûnillah, DûniHİ, Dûniy, Dûnina, Dûnike, DûnirRahmân” ifadeleriyle belirtmiştir. Kur’an’da “Dûn” ifadesi Allah veya Allah’ı işaret eden lafızlarla kullanıldığında “Allah’ın Dışı” algısını anlatır. Allah’ın dışı varmış algısına bu yüzden biz “Dûnillah algı” diyoruz. Bu algı sonucudur ki, insan kendisini müstakil bir varlık olarak algılar. Mesela, Allah’a inandığını söyleyen bir kişi bu Esfele Sâfiliyn hâl gereği, “Allah var, dışında kendisi de var” sanır, kendini müstakil bir varlık olarak algılar; “Müstakilen Varım ve Muhtarım” der.
Dikkat ediniz lütfen, “Müstakilen Varım” demek “Mütekebbir’im” demektir.
Hayır! Yalnızca Allah Müstakilen VARDIR ve Allah Mütekebbir’dir.
Bu algıya düşüş Hz. Âdem’e secde etmeyen şeytanın hileyle sebep olduğu olaydır, Kur’ân onu “aşağı indirme” olarak tarif eder ve buyurur:
“Böylece, onları aldatarak aşağı sarkıttı (idrak skalasında aşağıya attı).” (A’raf-22)
“Buyurdu; bazınız bazınıza düşman olarak inin…” (A’raf-24)
Vehim kânunu sayesindedir ki insan “Allahın dışı var” sanmış, “Varım ve Muhtarım” demiştir.
Vehim nuru aslında öyle bir şey ki onun saf ve temizi Veli’de bulunur. Saf haliyle vehim nuru velayetin başlangıcı olan Nefs-i Mutmainne’deki velide bulunur. Sonra ilerlerse o vehimden de sıyrılacaktır ama velayetin başlangıcı öyledir. Yani vehim önemli bir nimettir. Saf vehim Nefs-i Mutmainne ile başlar.
Mutmainne öncesindeki zorluk vehim olmayıp vehmin zulmetidir. Bu yüzden Esfele Sâfiliyn ile Vehmin Zulmeti çok ilişkilidir. Vehmin Zulmeti’nden kurtulmak Esfele Sâfiliyn’den kurtulmak demektir. Öyle olunca Vehmin Zulmeti ile Vehim’i birbirinden ayırmak zorundayız.
Vehim kânunları sayesindedir ki biz Var Görünenler Allah’ı bilebiliyoruz. Vehim “yasal yanlıştır” ama bizim için bir başlangıç imkânıdır. Yasal yanlış olan o imkânla, “Haddi aşmadan bu hatayı yapmanıza izin verdik” denilen o vehim çerçevesi içerisinde biz Allah’ı tanıyabiliyoruz. Vehim Allah’ı bilebilmemiz için bize verilen, yararlandığımız bir nimettir.
Başlangıçta Allah’ı vehimle biliyoruz. Ama aynı vehimle insan Allah’ın dışı var sanıp “Varım ve Muhtarım” demiştir. Bunu da vehimle, vehim kânunlarını kullanarak yapmıştır. Yani önce kânunlar kompozisyonu olan vehim ile Allah’ı hakkıyla bilirken, sonra aynı vehimle Allah’ı yanlış tanımlıyor veya inkâr ediyor. Bu durumda vehim kânunu edepsizce kullanılmaktadır ki bu hâl Vehmin Zulmeti’dir.
Vehmin Zulmeti vehim kânunlarının suiistimal edilmesiyle düşülen karanlık idrak seviyesidir. “Vehmin Zulmeti” bize gerçeklerden çok uzağa düşen sağlam bir kabullenişi anlatmaktadır. Bu karanlık idrakta ısrar, inat ve sebat öyle bir kabulleniş oluşturur ki geri dönüşü olmayan bir uzak düşüşe sebep olabilir. Bu idrakı fark edip kurtulmamız için Efendimiz (SAV) bize duasını öğretmiştir:
“Allahümme ahricniy min zulumâtil vehmi ve ekrimniy bi nûril fehmi: Allahım, beni vehmin zulmetinden, vehim kânununu edepsizce kullanmaktan kurtar ve bana nurunla bir anlayış ikram et.”
Bu duanın da diğer duaların da mealleri Billahi idrak çerçevesinde yapılırsa dualar size çok mânâlı gelecektir. “Allahım, vehim kânununu senin râzı olmadığın şekilde kullanmaktan ve onu tevhid gerçeğine uymayan zannlarla suiistimal etmekle düşülecek uzak sapıklıktan beni kurtarıver. Âmentü Billâhi gerçeğine uygun idrakı ve yaşantıyı görebilmemi, anlayabilmemi ve uygulayabilmemi sağlayacak olan hidayet nurunla bana bir anlayış ikram et.” Âmin.
İdrak seviyesi skalasında “Aşağıların Aşağısı”nın etiketi Esfele Sâfiliyn’dir. Bu etiketin gösterdiği mânâ ise “dûnillah/dûniHİ algı”dır. Daha iyi kavrayabilmek üzere bu mânâyı ele alan bazı âyetleri birlikte inceleyelim.
Anlayalım diye Allah’ın bir rahmeti, bir lütfudur ki konuştuğumuz dille kendini ve âyetlerini bildiriyor. Ancak, âyetlerde Allah ile ilgili mânâlara normal yaşantıdaki gibi meâl veremeyiz. Allah için olduğunda mânâ değişir; İhlâs Sûresi’ne, Kelime-i Tevhid’e uymayan bir mânâ verilmez. Dışarıdaki yaşantıda konuşulan dile ait bir mânâ Allah için de verilemez.
“Dûn” kelimesi birçok âyette Allah için kullanılırken bazı âyetlerde beşeri olayları anlatır. “Dûn” ifadesinin beşer için geçtiği yerde ona insana uygun mânâ vermeliyiz. Ama Allah için “Dûn” geçtiğinde vereceğimiz mânâ insana verilen gibi olamaz, orada İhlâs Sûresi’ne uygun bir mânâ kullanılmalıdır. Dolayısıyla, “dûn” kelimesinin “dûnillah/dûniHİ” gibi Allah için geçtiği âyetler incelenirken İhlâs Sûresi, Kelime-i Tevhid ve diğer âyetler dikkate alınarak mânâlandırılmalıdır. Kur’ân insanlara konuştukları dille geldi diye onların aralarında oluşturdukları mânâlarla âyetleri anlamaya çalışmak doğru olmaz! Mânâ özellikle İhlâs Sûresi’ne ters ise Kur’an’ı anlamak imkânsızlaşır. Ne yazık ki insanca mânâlar ile anlaşıldığı için, Kur’an’ın “Dûn” kelimesi ile ifade ettiği mânâdan uzak kalınmıştır.
Bu kelimelerden birisi de Mütekebbir’dir. “İnşirah” ve “FÂTİHA ile fetih” kitapçıklarını inceleme fırsatı olanlar görecektir, oralarda özellikle değindiğimiz “Mütekebbir” kelimesini meâllerde inceleyenler yeterince doğru anlaşılmadığını, mânâsının “kibirli insan” ile sınırlı kaldığını görülecektir.
“Gayrullah” kelimesiyle anlatılan mânâ da öyledir. Kur’an’da gayrullah “Allah’tan başka” olarak ifade edilmiştir. Ancak bu mânâ dûnillah algı sonrası içindir. Dûnillah algı başlayıp da kişi o idrakıyla Allah’la bir şeyi kıyaslıyorken “gayrullah” ifadesi kullanılmıştır. Bir şeyi Allah ile kıyaslayanlara, yani dûniHİ algıya ait zann’larla yaşayanlara bir konu sunulurken “gayrullah/gayruHU” gibi kullanılır. Örneğin Efendimiz (SAV)’e birisi gelip, “Bu Kur’an’ı bir insan yazmış” diyor. Bu tabloda zaten dûniHİ algı var, böyle bir idrak var. İşte bu idrakla yaşayana bir mânâyı somut bir şeyle kıyaslayarak anlatırken âyetler ve hadisler “gayrullah/gayruHU” ifadesini kullanır.
Bizim öncelikle anlamamız ve hemen kurtulmamız gereken “dûnillah” ile ifade edilen mânâdır. Yani “Allah’ın dışı var” algısı ve yanılgısıdır. Çünkü bu algıyla birlikte bu algıdan kaynaklanan zann’lar başlar, hayat bu tuzakla doludur. Hayata başladığımız bu algı öyle kuvvetlidir ki yaşantı ondan kaynaklanan zann’larla doludur.
Bu konuda bir önerimiz var: Âyetlerde Allah için kullanılan “dûnillah, dûniHİ, dûniy, dûniNA, dûniKE, dûnirRahman” kelimeleri orijinal hâliyle kullanılmalıdır. Ama mânâsı bilinerek; “Allah’ın dışı yoktur” manası bilinerek! “Allah, Rahman ve Rahıym” kelimelerini nasıl orijinaliyle kullanıyorsak bunları da öyle almalıyız. Meâllendireyim derken Türkçeleştirirseniz bozarsınız. Allah yerine tanrı veya başka şeyler yazmak gibi olur, mânâyı bozarsınız. Âyetlerdeki Rasûl ve Nebi kelimeleri de öyledir. Türkçeye çeviriyoruz diye “peygamber” gibi ifadeler kullanmak mânâyı bozar. Kur’ân ifadelerinin bazılarını olduğu gibi kullanmak lazım, mânâ bozulmadan anlaşılsın diye orijinali öğrenmek lazım.
Tefekkür paylaşımına inşaAllah devam edeceğiz, Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER