Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AŞAĞILARIN AŞAĞISI-4

İnsan dünya yaşantısına esfele safiliyn yapı ile zalim, şaki ve asi olarak başlıyor.
Hz. Âdem uyarılıyor: “Şu şecereye yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zalimlerden olursunuz.” (Bakara-35, A’raf-19) Yaklaştı ve zalimlerden oldu.
“Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra şakıy (şâki) olursunuz.” (Ta-Ha; 117) Çıktı, şâki de oldu.
“Ve Âdem Rabbine asi oldu da saptı (şaştı, yaşayışı bozuldu).” (Ta-Ha; 121)
Dünya hayatına başlangıcımızı Kur’an böyle anlatıyor. Öyleyse başlangıcımızı öğreten bu âyetlerden çıkardığımız sonuçlar neler?
1. Bütün bunlar dünya hayatının başlaması içindir.
2. Uyarılıyoruz: Allah ile ilgili ikileme düşerseniz zâlim ve şâki olursunuz.
3. Hz. Âdem’in ikileme düşüp âsi olması dünya hayatı için prosedürdür. Âdem ve Musa aleyhimüsselam’ın bu konuyu tartışmaları hadiste bize anlatılır.
4. Ve dünya hayatı başladı.
Şuna lütfen dikkat edin, dünya hayatı başlamadan önce Âdem aleyhisselâm’a yapılan uyarı Esfele Sâfiliyn’e düşmemesi içindir. Ne yaparlarsa düşülecekleri anlatılır ve “sakın düşmeyin” diye uyarılır. Oysa dünya hayatı başladıktan sonra uyarı farklı: Çıkın, kurtulun! “Düşersiniz, düşmeyin” uyarısı artık yok.
Hz. Âdem’in yaşadığı olay ve kurtulmak için Rabbine dua edişi, duasının kabul oluşu ve o dua Kur’an’da bize öğretiliyor. O olayın bizimle (Âdemoğlu ile) ilişkisi “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında detaylarıyla açıklandı, fırsat bulup bakabilirseniz sevinirim.
Şu dikkatinizi çekmelidir: Dünya hayatından önce insan “dikkat et düşersin” diye uyarılırken, dünya hayatı başladıktan sonra “şöyle yaparsan kurtulursun” deniyor. Çünkü düşmüş! Şimdi nasıl çıkacağı anlatılıyor. Düştüğün bu kadar açık!
5. Âdem aleyhisselâm özelinde öğreniyoruz ki, insan cennet hayatı denilen Ahseni Takviym yapıda Billâhi anlamda yaşamaktayken, dünya yaşantısına Esfele Sâfiliyn yapı ile zâlim, şâki, âsi olarak başlamaktadır, yani dûniHİ algı ve zann’ları ile bir hayat başlamaktadır ki; zâlim, şâki ve âsi ancak dûniHİ algı ile olunur. Bu yaşantı “Lâ ilâhe illa ente, sübhaneke, inniy küntü minez zâlimiyn” yaşantısıdır, o başlamaktadır.
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz (SAV); “Her çocuk fıtrat üzere doğar” dedi ve Rum Sûresi 30. âyeti okumamızı söyledi, sonra sözünü şöyle tamamladı: “Çocuğu anne babası yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya mecusileştirir…” (Hadis)
Çoğumuzun duyduğu bu hadiste konumuz için dikkatimizi çekecek şey “fıtrat üzere” tanımıdır. “Fıtrat üzere” ifadesini beşeri yorumlamayın; Kur’ân ve Hadis’le bakıp onu iyi ve doğru anlamalıyız. Ancak genellikle iyi incelenmeden beşeri yorumlanıyor ve yorum yapanlar yorumlarını âyetin önüne geçirdiklerinin farkında da değiller. Hadiste Rasûlullah Efendimiz (SAV) bize Rum Sûresi 30. âyeti okumamızı söylüyor:
“O Allah fıtratı ki, insanları onun üzerine yaratmıştır.”
Ayet böyle diyorken tartışılacak bir şey var mı?
Hadisin bu rivayetindeki “fıtrat üzerine” tanımlaması Rum-30 ile çakıştırılınca “İnsan Allah fıtratı üzerine yaratılmıştır” mânâsı çıkar. Başka âyetlerle ilişkilendirince ona “İslam Fıtratı” da diyebiliriz. Yani eğer “fıtrat üzerine” tanımına hayata uygun bir isim vermek ve ondan bir amel çıkarmak istiyorsak “İslam Fıtratı üzerine” diyebiliriz; her insan fıtrat üzere; yani Allah Fıtratı üzerine, yani İslam Fıtratı üzerine yaratılır. Bunu ele aldığımız FATİHA ile fetih kitapçığından konuya bakmanızı öneririm.
Şuna lütfen dikkat edin: Fıtrat üzere yaratılış hidayet üzere yaratılış değildir.
Böyle zannedilirse ayıp olur, yani Kur’an’ın anlatmak istediğine ters olur.
“Allah kimi saptırırsa, onun için hidayet edici yoktur. Allah kime hidayet ederse, onun için bir saptırıcı yoktur.” (Zümer; 36, 37)
İnanıyorsanız iş bitmiştir. İnanan kişi hemen “Semi’na ve eta’na; işittik itaat ettik” der.
Eğer Esfele Sâfiliyn hâl Allah’ın saptırması olsaydı ondan kurtuluş olmazdı. O hâl dünya hayatı için bir yasal yanlıştır.
Doğanlar hidayet üzere doğsa, saptırmaya kimin gücü yeter? Demek ki hidayete ermiş olarak doğmuyorlar, doğarken hidayet üzere değiller, doğuş hidayet üzere değil! Çok önemlidir ki “Allah Fıtratı” veya “İslam Fıtratı” üzere demek “hidayete ermiş doğuyor olmak” değildir. Öyle olsa, hiç “Ben bu hakikati, bu işi çocuğuma nasıl anlatacağım?” telaşı olur mu?
Bu konuda size Kütüb-i Sitte’den bir bilgi vereyim. İslam hukuku ve hadis âlimi, hicri 631-676, miladi 1233-1277 yıllarında yaşamış, İmam Nevevi adıyla bilinen Ebu Zekeriya Muhyiddin Yahya Hazretleri, Rabbim rahmetiyle muamele eder inşaAllah, “Fıtrat üzere yaratılış” hakkındaki görüşleri inceliyor.
Bunlar ilk defa tartışılmıyor ki. Ama biz bu konuları tefekkürden ve araştırmaktan uzaklaşmışız…
Bu âlim zat bu hadisi nasıl anlamamız gerektiğini şöyle anlatıyor: “En doğrusu, her çocuğun İslâm’ı kabule hazır bir yaratılışta doğmuş olmasıdır, hadis böyle anlaşılmalıdır” diyor. İslam’ı kabule hazır yaratılış Ahseni Takviym yaratılıştır. Demek ki her çocuk A’raf Sûresi’ndeki; “Evet, Rabbimizsin” bilgisi kendisinde açılmaya hazır doğmaktadır.
Öyle biz şimdi bir de “daha doğarken hidayet üzere nasıl doğulur” onu da (ayetlerden) görelim ki Esfele Sâfiliyn ve Ahseni Takviym doğuşlar kıyaslanabilsin.
“Ey, Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi. Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. ‘Biz, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz’ dediler. Çocuk şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni nebi yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana salâtı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâm banadır.’ İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa Hakk Söz olarak budur.” (Meryem; 28-34)
İşte hidayet üzere doğuş! Hidayet üzere böyle doğulur. Bu hâl Esfele Sâfiliyn midir? Hayır.
Hidayet üzere doğuşa ait bu özellikleri biz yaşarken bile bulamıyoruz. Kolay mı? Rabbim diler de kolayı kolaylaştırırsa kolaydır inşaAllah. Hidayet üzere bu doğuşu anlamaya çalışalım. Hidayet üzere doğan kul daha beşikte ama dûnillah algı yok, beşikte ama nebiliğini söylüyor, salâtı ve zekâtı söylüyor, “Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı; yani dünyada da olsam Esfele Sâfiliyn değilim, mübareğim” diyor.
Mübareklik çok önemli! Çok önemli olduğu için biz Salli-Bârik duasını yapıyoruz. Bârik; mübarek kıl demektir. Mübarek olmak böyle önemli. İşte o mübarek doğan diyor ki: Dünyada da olsam mübareğim, yani dûniHi algıda değilim, Billâhi’yim. Ben Âmentü Billâhi idrakı üzere doğdum ve bununla görevliyim.
Hidayet üzere doğanın taşıdığı özellikler ve bir de onda olmayan vasıflar neler onlara da bakalım.
“Beni anneme saygılı kıldı.” Anneyle Kur’an’ın istediği şekilde ilişki çok önemli bir Ahseni Takviym özelliktir; Allah rızası için anneye davranış Allah katında öyle önemlidir ki…
“Beni bedbaht bir zorba yapmadı.” Yani mütekebbir olmadım, Esfele Sâfiliyn değilim.
“İşte hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa Hakk söz olarak budur.” Ayetteki “Hakk söz” çok önemlidir, ama nedir? Hakk Söz’ü şöyle açalım: Onun bu haline “Kün” dedik feyekûn/oldu! Allah’ın dileğiyle olur. Siz de gösterdiğim yola uyun, hüdâma tâbi olun, bu algıdan kurtulun.
Özel müdahale yapılmış böyle birçok hâl var, sıralayabiliriz. Biz şimdi ayetlerden bu konuda bir örneği paylaştık. Bu örne bizim dünyaya Esfele Sâfiliyn geldiğimizin delillerindendir.
Şimdi, iki önceki yazıda paylaştığımız Hac-62 ve Lukman-30 âyetlerine dönelim: “İşte böyle. Çünkü Allah O Hakk’tır. DûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla Müstakilen VAR ve Muhtar zannederek kulluk yaptıkları) isimlendirdikleri ise bâtıldır. Muhakkak ki; Allah, Aliyyül Kebîr’dir.”
Ayetteki “dûniHİ” ifadesi için “Allah’dan gayrı” denirse “Allah’dan gayrı kulluk yaptıklarınız bâtıldır” şeklinde bir mânâ oluşur. Bu durumda, “Allah’dan gayrı kulluk yaptığım bir şey, bir putum yok” diyen kişi için bu âyetler bir tarihi bilgi konumuna gelebilir, âyetler ona hitap ediyor olmaz. Ve o zaman “dûniHi” ile ifade edilen bâtıl anlaşılamaz, âyette geçen ve “dûniHi”nin zıddı olan “Billahi Hakk’tır” ifadesinin mânâsı da çıkarılamaz, anlaşılamaz. Oysa ayetteki “DûniHİ” kelimesi “Allah’ın dışı algısı” olarak meallendirilirse âyeti her okuyan ona muhatap olacağı gibi, dûniHİ/dûnillah’ın zıddı olan Billâhi de hemen anlaşılmış olur.
Kur’ân, tâlibe dûniHİ algının bâtıl olduğunu, asıl olmayan bir algı olduğunu anlatır, öyle bir müstakil varın YOK olduğunu söyler:
“Rabbinin kitabından sana vahyolunanı tilavet et. O’nun kelimelerini değiştirecek yoktur ve dûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannederek sığındıkları YOKtur) sığınak bulamazsın.” (Kehf-27)
“De ki: “Gerçekten (bana bir seyyie dilerse) Allah’a karşı beni kurtaracak yoktur ve dûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedilen) sığınak değildir (sığınak Allah’tır).” (Cin-22)
Dûnillah iddia bir zanndır, bir algıdır. Olmayan bir şeyin zannı ve algısıdır.
Buyuruyor: “De ki: Dûnillah (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var) zannettiklerinizi çağırın (bakalım)! (Var zannettikleriniz) ne Semâvat’ta ne Arz’da zerre ağırlığınca bir şeye mâliktir (müstakil varlıklarını gösterecek bir delilleri yoktur). Onların bu ikisinde bir ortağı da yoktur. Ve O’nun bunlardan (müstakilen var ve muhtar zannettiklerinizden) bir yardımcısı da yoktur.” (Sebe-22)
“Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve ayı boyun eğdirmiştir. Her biri belirlenmiş bir ecele akıp gider. İşte budur Allah, Rabbiniz. Mülk O’nundur. DûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedip isimlendirdikleriniz) çağırdıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik değillerdir (müstakil varlıklarının delili yoktur).” (Fatır-13)
“Hakk Da’vet (ancak) O’nundur/O’nadır. DûniHİ (algı ile müstakilen var zannederek) çağırdıkları onlara hiç bir şekilde icabet edemezler. (Onların hâli), ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru uzatanın durumu gibidir. (Hâlbuki suya ağzını dayamadıkça) o (su) ona ulaşacak değildir. Kâfirlerin duası (gayreti) ancak sapıklıktır ve boşadır.” (Ra’d-14)
Hüküm sahibi, yaratan ve öldüren; Mülk, Güç ve Kudret sahibi ancak Allah’tır. Allah’ın dışı algısıyla müstakil varlıklar var zannedenlerin gayreti boştur. Çünkü dûniHİ algı ile zannedilenler YOKTUR.
Ayette geçtiği için “dua”ya hafif değinelim.
Dua ancak Allah’a yapılır, başka tür bir dua yoktur. Ve dua “bir şeyin olması” demek değildir! “Bir şey isteyeceksiniz o da olacak” anlayışı dua değildir. O hal cennette va’d edildi. Böyle zannedenler duaların mânâlarını saptırıyor, şeytan da bu yaklaşımdan yararlanıyor. Duayı yanlış tarif edenler; “Beyninize yönelin, düşünün olsun” derler. Olur! Sen de “dua ediyorum, kabul oluyor” zannedersin…
Dua Allah’a yönelmektir, Allah’a sığınmaktır, sürekli bir şey almak değil! “Duaları olmasa neye yararlardı” (Furkan-77) âyetini okuyunca, “istemeleri olmasa neye yararlar” gibi anlamayın. Bu âyet sana şöyle bir sesleniştir: “Bana şu sığınışları var ya! Ağlayışları var ya! Titreyişleri var ya! Korkuşları var ya! Sessiz sessiz isteyişleri var ya! O halleri olmasa bir kıymeti olmazdı bu Esfele Sâfiliyn insanın.”
Dua Allah’a dönmek, O’nunla konuşmaktır. Bunun nasıl bir hediye olduğunu insan dünyada anlarsa iyi olur, ahirette anlarsa çok geç olur. Allah kulunu muhatap alıyor, “konuşun benimle, benimle konuşun” diyor. Bir de aksini düşünün. Muhatap alınmamak! Onun nasıl bir ızdırap olduğunu bilirsiniz. Muhatap alınmamak bir cehennem azabıdır.
Duanın nasıl bir hediye olduğunu anlayanlardan kılınmışızdır inşaAllah (ÂMİN).

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER