Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AYETLER SİSTEMİN ÇALIŞMASINI NASIL ANLATIYOR?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Ağustos 2017 Cuma 21:16:51
 

-4-
Tevbe Sûresi 124. ayet: “Bir sure inzal edildiğinde onlardan kimi “bu hanginizin imanını artırdı” der. İman etmiş olanlara gelince; onların imanı artmıştır, onlar müjdeleşip seviniyorlar”.
Tevbe-125. ayet; “kalblerinde hastalık olanlara gelince; inzal ettiklerimiz onların pisliğine pislik katıp artırmış ve onlar kâfir oldukları halde ölmüşlerdir”.
Dikkatimizi çekmesi gereken önemli şey bu ayetin kalb hastalığından bahsetmesi! Tevbe Sûresi 125, kalbin hasta olabileceğini bize öğreten bir ayet, kalbi hasta olanların Allah’ın hükümlerine karşı “alaylı” davrandıklarını bize gösteren bir ayet!
Tevbe Sûresi 28. ayeti de hatırlayalım: “Ey iman edenler, müşrikler ancak bir necestir, bir pisliktir”.
Müşriklik, şirk Kur’an ayetlerince “kir ve pislik” kabul edildiği için Tevbe Sûresi 125. Ayet; “kalblerinde hastalık olanlara gelince; inzal ettiklerimiz onların pisliğine pislik katıp artırmış ve onlar kâfir oldukları halde ölmüşlerdir” diyor.
Maide Sûresi 52. ayet: “Kalblerinde hastalık olanların, “dairenin bize isabet etmesinden korkuyoruz” diyerek, onların yahudi ve nasaranın arasına süratle daldıklarını görürsün. Umulur ki Allah feth olarak gelir veya indirilen bir emr getirir de enfüslerinde sıraladıkları üzerine nadim olurlar.”
Kalb’in hastalanabileceğini ayetler söylüyor
Ayetin üstüne ve altına bakıldığında görülür, bu cümleler Efendimiz zamanında savaşa çağırılan, ama kalblerinde hastalık olanlara aittir! Kalblerinde hastalık olanlar “dairenin bize isabet etmesinden korkuyoruz” derken şunu kast ediyor: Dairenin; yani zafer yerine mağlubiyetin, refah yerine sıkıntı ve darlığın bize isabet etmesinden korkuyoruz”. Onların; yani o zamanki karşı tarafın, yahudi ve nasaranın arasına süratle daldıklarını görürsün. Umulur ki Allah feth olarak gelir veya indirilen bir emr getirir de enfüslerinde sıraladıkları üzerine nadim olurlar. Maide Sûresi 52. ayet bize kalbin hastalanabileceğini söylüyor. Eğer rabbine yönelmemişse ayetlerde bu kalbin hasta kalb kabul edildiğini görüyoruz.
Hac Sûresi 53. Ayet: “Allah böyle yapar ki, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kasvetli olan kimseler için şeytanın kattığı şeyi bir fitne kılsın diye! Muhakkak ki zalimler uzak bir şikak içindedirler.” Bundan önce Hac Sûresi 52. Ayet bir olaydan bahseder; rasul ve nebilerin istisnasız hepsinde, gelip de Hakk yolda açıklamalar yaptıklarında veya bir temennide bulunduklarında, bir ideallerini dile getirdiklerinde şeytan mutlaka beşeri yaklaşımlar katar! Allah’ın emriyle! Bu yüzden Hac Sûresi 53. Ayet bunu açıklıyor: Allah böyle yapar ki, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kasvetli olan kimseler için şeytanın kattığı şeyi bir fitne kılsın diye!
Ayetlerde geçen “fitne” kelimesi özellikle şu manadadır: İkilem! Fitne ikilem demektir. “Ya Allah’ın dediği gibi değilse? Ya Allah yoksa? Ya öyle olmayacaksa? Ya öldükten sonra dirilmeyeceksek?” gibi vesveselerle kişiyi sürekli ikilemde tutar. İkilem ise şeytaniyettir!
Fitne; sizi Allah’a karşı kışkırtan fikirlerdir
Şeytaniyeti görev olarak alan İblis “ikilemi” başlatarak bu görevin ilk icracısı olmuştur ve sonra bu görevle görevlendirilmiştir. Bu görevi alacağı için de ilk icraatını yapmıştır. Rabbi ona “secde et” dediği zaman, o ikileme düşmüş ve Âdem’e secde etmemiştir! Melaike behemehâl secde ettiği halde İblis secde etmemiştir. Çünkü kâfirlerdendi, yani kafası fitne fücurdu. İşte bu yüzden fitne; seni Allah’a karşı ortak çıkaran fikirler demektir. Allah’a karşı “ben de varım, ben de düşünürüm, sen öyle diyorsan ben de böyle diyorum” diyen bir sistemin ismidir fitne! Aksi halde ayetlerde fitne geçtiğinde, normal hayatta arkadaşlar arasında insanların birbirlerini kışkırtmalarını düşünmemek lazım. Fitne; sizi Allah’a karşı kışkırtan ve kendinizi O’na ortak koşturtacak fikirlerdir! İşte bu yüzden “şeytanın kattığı şeyi bir fitne kılsın diye” diyor Hac Sûresi ve ekliyor; “muhakkak ki zalimler uzak bir şikak içindedirler“.
Ankebut Sûresi 2. Ayet bunu daha kolay anlamamızı sağlayacaktır inşaAllah: “İnsanlar fitneye düşürülmeksizin “iman ettik” demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar?” Çok korkutucu! İnsanlar fitneye düşürülmeksizin “iman ettik” demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? Bu ayet Hac Sûresi 53. ayeti daha iyi anlamamızı sağlar.
Hac Sûresi 54. ayet, az önce okuduğumuz ayetin devamıdır: “Ve bir de kendilerine ilim verilenler, onun Rabbinden Hakk olduğunu bilsinler de ona iman etsinler ve ona kalbleri ihbât olsun, mutmain olsun! Muhakkak ki Allah, iman etmiş kimseleri Sıratı Müstakıym’e hidayet edendir”.
Ayette “bir de kendilerine ilim verilenler!” geçiyor. Biraz önceki ayette zalimlerden, kalbi hastalıklı kasvetli olanlardan bahsettik. Hac-54 ise; “Ve bir de kendilerine ilim verilenler, onun Rabbinden Hakk olduğunu bilsinler de ona iman etsinler ve ona kalbleri ihbât olsun, mutmain olsun!” ifadesi var. Bakın şimdi; kendilerine ilim verilenler! Detayına baktığımızda, bunlar Lüb’ü çalışanlardır. Nebi ve rasullerin açıkladıklarını duydukları zaman şeytan onlara fitne verir ki, onlar da o fitneye karşı bir savunma duygusu oluşturarak “hayır, bu Hakk’tır!” desinler. Biraz sonra bunun insan için hikmetini göreceğiz.
Kişide sadrı nefsin şerri yönetiyorsa kalblerin mutlu olması mümkün değildir!
“Hayır, bu Hakk’tır” desinler ve ona iman etsinler. Ve ona kalbleri mutmain olsun, onu tesbitlesin: Rasul ve Nebi bir şey söylediğinde fuadın kuvvetli ve geri dönüşsüz analiz ve sentez yapabilmesi için karşı tez lazım. Karşı tez nasıl oluşacak? İşte karşı tezi de şeytan verir, fitne olarak verir. Bu fitne karşısında karşı tezi seven kalbi hastalıklı ve kasvetli olan kaybeder! Ama kendisine ilim verilenler ne yapar? Onlar bu karşı tez vasıtasıyla fuadlarını daha kuvvetli çalıştırırlar. O analiz ve sentezde karşı tezle mücadele eden fuad öyle bir fikir çıkarır ki, kişi “Nebi ve Rasulün söylediği Hakk’tır” der. Ve o bilgi kalbe girer ve kalb mutmain olur, yani o bilgiyi tesbit eder.  Bu durumda artık nebi ve rasulün o bilgisi kulun bilgisi olmuştur. Ve beyin işte o zaman o bilgiye yönelik fiiller ortaya koymaya hazırdır. Bu mekanizma çalışsın diye, “sadr, kalb, fuad, lüb mekanizması” çalışsın diye Allah böyle yapar” diyor ayette. Muhakkak ki Allah, iman etmiş kimseleri Sıratı Müstakıyme hidayet edendir.
Ra’d Sûresi 28. ayet: “Onlar iman etmişlerdir ve kalbleri Allah zikriyle mutmain olur. Dikkat edin, kalbler Allah zikriyle itminan olur!”.
Allah Ra’d Sûresi 28. ayette “dikkat edin!” diye uyarıyor! “Dikkat edin; dikkatinizi buraya toplayın, fuad burada dikkatli çalışsın! Dikkat edin ki kalbe sıkı tesbit yapın, bu çok önemli bir gerçek” diyor. Onlar iman etmişlerdir ve onların kalbleri Allah zikriyle mutmain olur! Kalblerin düzgün yola gireceği, mutmain olacağı, mutlu olacağı hal, sahibinin söylediğine göre, ancak Allah’ın zikriyle mümkündür. Dolayısıyla, kişide sadrı nefsin şerri yönetiyorsa kalblerin mutlu olması mümkün değildir! Onlar ancak; nefsin şerri doğrultusunda vehmin zulmeti içindeki rahatlık ve memnuniyetleri mutluluk sanarlar! Rahat olduklarında, memnun olduklarında mutlu olduklarını sanarlar. Oysa Ra’d Sûresi 28. ayet diyor ki; “gerçek mutluluk ancak Kalb’te Allah zikriyle mümkündür!”
Nefsin şerri sadra hâkimse kalb hastadır

Kalbteki hastalığa değinen bir diğer ayet, Nur Sûresi 50: “Onların kalblerinde bir maraz mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah’ın ve O’nun Rasulünün kendilerine haif edeceğinden, haksızlık edeceğinden mi korkarlar? Hayır, onlar zalimlerin ta kendileridir!” Bakın yineleniyor: Eğer nefsin şerri sadra hâkimse kalb hastadır. Kalbte hastalık varsa, bir maraz varsa fuad şüpheli tereddütlü fikirler ortaya çıkarır! Nur Sûresi 50. ayetten bunları anlıyoruz.
Kalb Sözde Varlık ve Muhtariyet İddiası’nın oluşturduğu perdelilikten sıyrılınca, bu perdeliliğin oluşturduğu hastalıktan kurtulunca sadrı istila etmiş olan vehmin zulmeti kuralları da fonksiyonsuz hale gelir. LÜB’le gelen nurun tesiri bütün SADR’ı kaplar.
Bakara Sûresi 257. ayet: “Allah iman edenlerin velisidir. Onları zulmetten nura çıkarır. Fiilen küfür halinde olanlara gelince, onların evliyası tağuttur. İşte onlar ashabun nar’dır. Onlar onda ebedi kalıcılardır”. Kişilerin Allah dışında oluşturdukları ilahlar ve bu yoldaki fikirleri onları nurdan zulmete çıkarır ki, bu hal başka ayetler de geçmektedir. Bu ayetten öğreniyoruz ki: Efendimizin açıkladığı şekilde imanını deklare edenlerin ve sonra bu deklarasyona uygun fiiller ortaya koymak için mücadele edenlerin velisi Allah’tır! Ve Allah onları zulmetten nura çıkarır! Hani nefsin şerri ve vehmin zulmeti vardı ya, zulmet onlardır, işte Allah onları o zulmetten nura çıkarır. Biraz sonra duamızın içinde de bu kavramlar geçecek. Bu kavramlar ayetlerde “zulmet” ve “nur” olarak aynen geçer; “o iman edenleri Allah zulmetten nura çıkarır”. Demek ki, bir kulun kendisini içinde bulduğu Sadrı yöneten nefsin şerri ve vehmin zulmeti! Ve bu halin içinde onu oradan kurtarabilecek bir özellik bir dayanak yok. Onu o halden ancak Allah lütfuyla kurtarır ki, işte; “onu o zulmetten alır nura çıkarır” budur. Oysa küfrünü deklare etmiş olan ve buna uygun da küfür fiilleri ortaya koyanların yol göstericisi tağuttur; yani Allah’ın dışında iddia ettikleri ilahlık onların yol göstericisidir! Bu nedenle de onlar o yola uygun fikirlere tabi olurlar. İşte bu yüzden ayet onları “ashabun nar; nar ashabı, ateş ehli” diye isimlendiriyor.
Bu hakikate işaret eden bazı ayetlerle devam edeceğiz inşaAllah.

İNŞİRAH -4-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER