Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

BİLMEK, GÖRMEK VE İNSANDAKİ SIR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 23 Ağustos 2017 Çarşamba 14:13:32
 

-13-
Çok enteresan bir şeye dikkatinizi çekerek başlamak istiyorum. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem tebliğini açıkladığı dönemde ona itiraz edenler aslında hepsi bir şeylere inanıyorlar. Yani putları veya inandıkları taptıkları şeyler var. Bu insanlar, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in açıkladığıyla ilgili olarak yaptıkları sorgulamayı kendi putlarına, kendi inandıklarına yapmıyorlar. Efendimize gelip “haydi bize şunu göster” gibi kendilerince mucize isteyenler, o inandıkları şeylerden herhangi bir kudret istemiyor ve beklemiyorlar, hatta putları kendileri yapıyorlar. Hazreti Ömer radıyallahu anh Efendimiz bir olayını anlatıyor, diyor ki; “eskiyi düşündüğüm zaman iki şey var. Birisini düşününce halime gülüyor, bir diğerini düşününce çok ağlıyorum, çok tövbe ediyorum. Hamurdan küçük kurabiyeler yapardık. Yola çıkınca tapar, acıkınca da onları yerdik; bu saçmalığımıza gülüyorum. Ama bir de kızım… O yavrumu gömerken, onun “baba, baba” diye yalvarışı çırpınışı gözümden gitmiyor. Ona da çok ağlıyorum” diyor. Bakın, hiç kendi taptıklarını sorgulamıyorlar. Ama Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e gelip ondan kudret, melaike, hazine gibi şeyler istiyorlar. Bu durum, fark edilmesi gereken önemli bir çelişki değil mi?
Bilin ki “elbette iman ettim”
dedikten sonra ikan gelir

Müminun Sûresi 24. ayet: “Onun Nuh’un kavminden kâfir olan mele’ ileri gelenleri dedi ki: “Bu sizin gibi bir beşerden başka değil. Size üstünlük murad ediyor. Eğer Allah dileseydi bir beşer irsal etmek yerine elbette melaike inzal ederdi. Biz ilk babalarımız içinde bu açıklananı işitmedik”.
Furkan Sûresi 7: “Dediler ki: Bu nasıl Rasuldür ki, yemek yiyor ve çarşılarda gezip dolaşıyor. O’na bir melek inzal edilmeli, beraberinde bir neziyr (uyarıcı) olmalı değil miydi?”
Furkan Sûresi 8: “Yahut ona bir hazine ilka olunmalı yahut ondan yiyeceği bir cennet bahçesi olmalı değil miydi? Zalimler dediler ki; siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.”
Furkan Sûresi 9: “Bak, senin için nasıl benzetmeler yaptılar da bu sebepten saptılar. Artık bir yol bulamazlar.”
Bu ayetteki “artık bir yol bulamazlar”ın bir manası da şöyle: Artık seninle, bu iş artık sensiz olmaz. Öyle bir saptılar ki artık sensiz olmaz, sensiz hiçbir şansları yok.
Furkan Sûresi 21: “Bize lika’yı kavuşmayı ummayanlar dedi ki: “Bizim üzerimize melaike inzal edilmeli yahut Rabbimizi gözle görmeli değil miydik?” Andolsun ki kendi nefslerinde kibre kapıldılar ve büyük bir azgınlık ile kibirlenerek haddi aşıp itaatten çıktılar.”
Bakara Sûresi 260. ayet konuyu bir noktaya, bir yere topluyor, onun için lütfen yine dikkat edelim: “Hani İbrahim de bir zaman; “Rabbim göster bana, ölüleri nasıl diriltirsin?” demişti. Rabbi dedi; “iman etmedin mi ki?” İbrahim dedi; “elbette iman ettim, ama kalbim mutmain olsun için.” Rabbi buyurdu; “o halde kuştan kuş cinsinden dört çeşit al, tut. Onları kendine çek (alıştır, zabt et). Sonra onlardan birer cüz alarak her bir dağın üzerine koy. Sonra onları çağır, sa’yederek (koşarak) sana gelirler. Bil ki Allah Aziyzül Hakiym’dir.”
Bu ayette, Hazreti İbrahim aleyhisselam ölülerin nasıl diriltildiğini görmek istiyor, Rabbinden istiyor. Rabbi iman ettiğini biliyor ama “iman etmedin mi?” diyor. Bu tür olaylar hep bizim anlamamız, bir mana, bir ders çıkarmamız, kendimizle ilgili bir yol çizmemiz için bize birer senaryo aslında. Bu tür örneklerin niye verildiğini ayetlerle göreceğiz, Kur’an bize söyleyecek. Evet, dikkat ederseniz Hazreti İbrahim “elbette iman ettim” dedikten sonra ikanı yaşıyor. “Hayır, göreyim de inanayım” demiyor, “bir göreyim sonra iman edeceğim” demiyor. Bilin ki “elbette iman ettim” dedikten sonra ikan gelir. İşte İbrahim aleyhisselam da o ikanı yaşıyor.
Bilme ve görmenin farkı. Kalb bilir, fuad görür
Hatırlarsanız önceki paylaşımlarımızda, esfele safiliyn yapının bir oyunundan bahsetmiştik: O diyordu ki önce gör, incele sonra iman et. Ancak dikkat edin lütfen; İbrahim aleyhisselam önce iman ediyor, sonra ikan istiyor. Bu ayette yaşanan o ikan halinde şunu da fark etmeliyiz: O ikan olayı, yani bir ölüyü diriltmek Hazreti İbrahim aleyhisselamdan açığa çıkıyor, o işi o yapıyor. Rabbi, ölüyü Hazreti İbrahim aleyhisselama dirilttiriyor. “İmandan sonra ikan” olduğu için Hazreti İbrahim işi kimin yaptığını, kendisinden yapanı biliyor. Anlaşılıyor mu? Eğer ikandan sonra iman olursa dışarıda gördükleriniz gibi olur, kendilerini sihirbaz ilan edenlerinki gibi olur; “yarattım” der, “ben de yapıyorum” der. Firavun da Musa aleyhisselama; ben de öldürür diriltirim, ben de yaparım, benim de gücüm var dedi ya. Ama “imandan sonra ikan” çok başka ve çok makbul bir şey. Hazreti İbrahim kendi sözüyle kuşları diriltiyor ama onu kendinde ve kendinden kimin yaptığını biliyor.
Burada ayet bize bir başka şeyi daha öğretiyor; bilme ve görme farkı. “Bilmek” görmek gibi değildir, “görmek” de bilmek gibi değildir. Kalb bilir, fuad görür. Çok benzemese de şöyle bir örnek verelim ve konuyu biraz anlayınca örneği kaldıralım. Çünkü örnek, kalb fuad ilişkisine çok benzemeyecek, kalb fuad ilişkisi çok farklı bir şey. Ben pencereden bakıyorum, dışarıyı görüyorum. İçeride de birisi var soruyor; Ahmed Bey geliyor mu? Baktım, Ahmed Bey geliyor, gördüm, içeriye söyledim. İçerideki olayı görmedi ama biliyor, oysa ben gördüm. Görmek farklı. Çünkü görmede, gördüğünle ilgili; onun gelişi, şekli gibi birçok şey var. O bunları görmedi, ama biliyor. Görme ve bilmenin farkı bunun gibidir.
“Görme” fuadın işi. Fuad gördüğünü kalbe bildirir ve kalb de bilir; o bilgiyi kalb eder. Ama o bilgiyi görüp de kalbe bildiren fuaddır. O işlev onun, o marifet fuadın marifeti. Niye? Çünkü orada Marifet Nuru var. Dolayısıyla “bilmek ve görmek” böyle farklı olduğu gibi bunların yaşantıdaki açılımı da farklıdır.
Teslimiyetteki sır
Hazreti İbrahim aleyhisselamın Şuara Sûresi 83. Ayetten öğrendiğimiz bir duası vardır. İşte Hazreti İbrahim aleyhisselam bunu fark ettiği için; “Rabbi hebliy hukmen ve elhıkniy bis salihıyn; Rabbim bana hüküm hediye et, lutfet, bahşet ve beni salihlerin zümresine katıver” diye dua ediyor.
Şimdi burada geçen “hüküm”ün manasını anlamamızda fayda var, çünkü ileride “hüküm” geçecek. “Rabbi hebliy hukmen” diye hüküm istemek niçin? Taha Sûresi 114. Ayetten öğrendiğimiz bir dua vardı; Rabbi zidniy ilmen; Rabbim ilmimi artır. Burada bir başka dua öğrendik; Rabbi hebliy hükmen. Tanrılık iddiasında olanın çarpıcı üç temel özelliği vardır;  hüküm sahibidir, güç sahibidir, mülk sahibidir. Buradaki bu hüküm tanrının “hüküm sahibiyim” demesi değil. Rabbi hebliy hukmen demek, “hikmeti kavrayan akıl” istemektir. Yani Allahım hükmünün hikmetini kavrayan akıl hediye et bana demektir. “Ben de hüküm vereyim, hükümdar olayım” demek değildir.
“Sen Tanrı mısın?” kitapçığında kurban ve Hz. İbrahim aleyhisselam’dan bahsetmiştik, her ibadette olduğu gibi kurban (Allah’a yaklaştırıcı, nefsi şerrinden temizleyici davranış, sunuş) ibadetinde de kabul edilenin niyet olduğunu, müstakilen varım ve muhtarım düşüncesinden uzak hanif idrak taşıyan bir niyetin makbul olduğunu, kurban ibadetinde asıl işin (o iş için halk edilmiş olan hayvanı) kesmek, kan akıtmak olduğunu geniş olarak ele almıştık, yaklaşan bayram nedeniyle dilerseniz yeniden bakabilirsiniz. Şimdi baba İbrahim ve oğlu İsmail’den bahsedeceğiz; Hazreti İbrahim aleyhisselam ve oğlu Hazreti İsmail aleyhisselam’dan. Saffat Sûresi 103. ayet ve devamı o olayla ve anlamamız gereken konuyla ilgilidir:
103: “İkisi de teslim olup O’nu alnı şakağı üzerine yıkınca”,
104: “Biz O’na “Ya İbrahim” diye nida ettik”,
105: “Gerçekten rüyanı tasdik ettin. Doğrusu biz muhsinleri böyle cezalandırırız”.
106: “Muhakkak ki bu apaçık bir beladır; idrak ettirici bir tecrübedir”.
107: “O’na Sema’dan Zibh-i Aziym; büyük kurbanlık fidye; bedel verdik”.
108: “Ahıriyn içinde Onun üzerine ona alamet olan bir bakışla anış, yâd ediş bıraktık.” Ahıriyn; sonrakiler, Vahdet Ehli demektir. Örneğin zamanımızda bizler.
109: “Selâm olsun İbrahim’e.” Allah bir Kul’una, ayette ismini anarak; “Selâm olsun İbrahim’e” diyor. Hazreti İbrahim’e Allah’ın bu muhabbetini sağlayan şeyi anlatmaya çalıştık burada. Bakın, Kur’an bize imanı, ikanı şimdi de teslimiyeti anlatıyor. Öyle bir teslimiyet ki çok önemli. Şimdi burada, bir insanı Hakk yolda çok hızlı ilerletebilecek bir noktayı, popüler tabirle “bir sırrı” konuşacağız.
“Sır”ın sırrı
Sır nedir? Normal hayatta sır; insanların bilmediğini bilmektir. Birisi onu biliyor, siz de gider sorar onu öğrenirsiniz. Ama Dinimiz’de sır o değildir. “Şu sırdır” denirse onun manası şudur: Onun bilgisi sende var, sen onun üstünü sırlamış, örtmüşsün. Onu açarsan öğrenirsin. Bazı insanlar veya öğrendiğiniz bilgiler sizdeki o bilginin sırrını, üstünü açar, açmaya vesile olur. Ancak aradığınız sizdedir. Burada paylaşacağımız sır da öyle; sizdedir o ama üstü örtülüdür. Esfele Safiliyn yapınız o onun üstünü öyle bir örtmüştür ki. İşte onu açacaksınız, o zaman sır kalmaz. Sırrı yani üstündeki örtüyü çeker kaldırırsanız gerçek bilgi ortaya çıkar.

İNŞİRAH -13-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER