Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

BİR BEN VAR, BENDE, BENDEN İÇERİ. O BEN, HANGİ BEN?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 8 Aralık 2017 Cuma 13:55:24
 

– 47 –
Dün tanrıya ait veri tabanını incelerken, tanrının merakı dedikoduda kullandığını, konuşurken şikâyet içerikli konuştuğunu, bölücü olduğunu ve hep takdir beklediğini görmüştük. Bugün başka özellikleriyle devam ediyoruz:
KANDIRMAK, İSTEMEK VE ALMAK.
“TANRI”NIN ÖZELLİKLERİDİR

KANDIRMAK tipik bir tanrı özelliğidir. O veri tabanı nedeniyle kandırmak onun işidir, tanrıya ait bir özelliktir, tanrı ufak tefek de olsa hep kandırır, şakadan da olsa kandırır. Şaka bile olsa kandırmayı oysa Efendimiz (SAV) yasaklamıştır; çok dikkat etmek lazım. Ufak tefek ve bilmeden yaparsanız rahatsız olup hemen tövbe etmelisiniz. Efendimiz buyuruyor: “Bir hayvanı bile sanki elinizde bir yem varmış gibi yapıp çağırmayın, kandırmayın.” Hayvanı bile kandırma! “Hayvan ne anlayacak” demeyin. Evet, o anlamaz ama siz tanrı olursunuz, tanrılığınız kuvvetlenir.
Bir diğeri İSTEMEK ve ALMAK duygusudur. Bu yüzden, almak duygusunu çok iyi inceleyin. İnsan kendine yaptığı sorgulamada, kendinde yaptığı psikanalizde bunları çok rahat yakalayabilir. Almak dediğimiz şey, sahip olmak anlamında mıdır? İlla öyledir diyemeyiz. Ama diyelim ki öyle, o zaman şu sorunun cevabı önemlidir: Sahip olan kim, hangi yapınız? Sahip olmaya çalışan sizin “B” yapınız mı, yoksa sizdeki tanrı mı? Kim, ne için sahip olmak istiyor? Hayatınızda bunu arayın, çok net bulursunuz. Ama Allah’ın rızasını istemek hususunda öyle değildir. Mesela uykuyu bölüp salâta kalkmak hususunda nasılız? Sabah en azından iki rekât kılacağınız farz salât öyle çok önemlidir ki. Kişi geceyi ibadetle geçirmiş olsa bile, uyuyup sabahın iki rekât farzını kaçırıyorsa gece yaptığı ibadet çok önemli olmaz, belki de hiç önemli olmaz! Elbette sünneti de çok önemli, ama o iki rekât farz öyle önemli olmasına rağmen insan onu istemek ve yapmakta nasıl, kendisine iyi bakmalı? Yoksa biz işimize yaramayacak şeyleri istemede ve almada mı hevesliyiz?
HARAMLARDAN KÖŞE-BUCAK KAÇMALI
HARAMLARA MEYİL de tanrıda çok kuvvetlidir. “Bu kadarla bir şey olmaz” der, haramlara karşı hassasiyeti yoktur. Tanrılığının seviyesine göre bu yaklaşımı gittikçe kuvvetlenebilir, hiç önemsiz hale de gelebilir. Bir Tv programında bir haram parayı halka soruyorlardı, birisi dedi ki; kim demiş haram diye, getirsinler, bu yaşıma rağmen çatır çatır yerim. Zavallı! Onun haram olduğunu kabul etmiyor, önemsemiyor. Evet, tanrı harama meyillidir, haram ona cazip gelir. Haram ilişkiler, haram bakışlar, haram yeme içmeler hep cazip gelir. Bunu kendi hayatınızda siz de yakalayabilirsiniz. Mesela “kimlerin yanında daha rahatım?” diye sorun kendinize. Bazen duyuyorum, birisi çıkıp diyor ki; inanmayan birisi ama ben onunla daha iyi geçiniyorum. İnanan birisi nasıl onunla daha iyi geçinebilir, bu nasıl mümkün olur? Adam Allah’a küfrediyor ama sen onunla rahatlıkla yemek yiyorsun, beraber gezip tozuyorsun. Sonra da, Allahım senin cennetine talibim diyorsun. Annene küfreden birisiyle otursan, annen sana “sen ne biçim evlatsın” demez mi? Peki, Allah sana “sen ne biçim kulsun” demeyecek mi? Bunları insan gözüyle söylüyoruz, kader anlayışı içerisinde değil! Çünkü Allah indinden bakışta, o kader anlayışı içerisinde bu cümleler böyle olmaz. İman öyle ama yaşarken bir mücadele var. Bir kişi “ben onlarla çok daha iyi geçiniyorum, onlar bana çok daha iyi dostlar” diyorsa, bu ifade cehennem için çok önemli bir ipucudur. Eğer kişi kendini kandırmak istemiyorsa, cehennemin kokusunu alabileceği çok önemli ipuçlarıdır bu. Tanrılıktan yani cehennemden kurtulmak istiyorsa da fark edebileceği önemli ipucudur.
İÇİMİZDEKİ “BEN”LER ARASINDAKİ
FARKI FARK EDEBİLMEK

Kişi tanrılıkla ilgili yanlarını nasıl fark eder? Eğer kendine “Ben sistemin neresindeyim? Tanrılık çarkına kapılmış olabilir miyim? Tanrılar sistemi içerisinde onlara hoş gözükmeye, onlarla yarışa mı çalışıyorum?” diye sorar, böyle incelerseniz kendinizdeki tanrı yanlarınızı yakalayabilirsiniz. Onları yok etmeye başladığınızda cennetin kapısı yavaş yavaş açılıyor demektir. Çünkü tanrıyı yok etmeye başladın. Tanrı yok oldukça kapı açılacak demektir. Hayatı incelerseniz, tanrıyı en fazla yakalayacağınız yerlerden birisi öfke, birisi takdir beklemektir. Kendinizdeki tanrıyı en fazla buralarda yakalar, bulursunuz. “BEN” derken kast ettiğiniz “BEN”in, tanrılığını ilan eden “BEN” olup olmadığını, öfke ve takdir duyguları sırasında çok net fark edersiniz. Düşüncenize bakıp anlayabilirsiniz: “Bu, tanrılığını ilan eden yapının arzusu ve isteği. Bu BEN hiç olmaması gereken BEN, vehmin zulmeti olan BEN” diyebilirsiniz, o “BEN”i diğer “BEN”den ayırabilirsiniz.
“BEN” kelimesi, “KENDİM” kelimesi çok önemlidir, ona dikkat etmek, onu çok önemsemek ve tefekkür etmek lazım. “Ben” derken, “kendim” derken kullandığımız “kendi” ifadesi neyi kast ediyor? O hangi “kendi” acaba? Bunu mutlaka fark etmeliyiz. Ehlullah bunu fark etmiş ve çok önemsemiş. Mesela Yunus Emre, farklı kendi kavramlarını tefekküründe ele almış ve kullanmış. “Bir BEN vardır bende BENden içeri” diyor. Dikkat edin, biz şimdi bu cümleyi mübareğin kastettiği manasıyla tefekkür edeceğiz, bize anlatıldığı gibi değil. Yani o cümleyi tanrıların anladığı gibi yorumlamayacağız: Bir “BEN” vardır “BEN”de “BEN”den içeri. Bu ifade söylenirken iki “BEN”den bahsediliyor: Bir “BEN” var, bir de bu “BEN”den içeri bir “BEN” var. Açığa çıkaramadığı, ama fark ettiği bir “BEN” daha var. Yunus Emre’nin bahsettiği, dile getirdiği o “BEN” bize söylendiği gibi veya yaygın olarak yorumlandığı gibi “hakikat” değildir. O “BEN” “B” sırrıdır, “B” hakikatidir, “B” sırrıyla hakikatte yaratılan yapıdır. Bir hakikat var bir de rolü demiştik hatırladınız mı, işte o “BEN” hakikatin rolüdür. “Bir BEN vardır BEN’de” cümlesinde, “BEN’de” kelimesi ile kastedilen “BEN” diğer “BEN”dir, yani ilah yapıdır, o bir zanndır; kişinin kendini müstakil ve muhtar zannetmesiyle oluşturulan ilahlıktır. O ilah yapının kapladığı, örttüğü bir “BEN” daha var, o BEN bu ilah yapıdan içeri olan BEN’dir, onun örttüğü “BEN”dir. Çok duyduğunuz ama tam da tanımlayamadığınız “B” SIRRI işte odur. O “BEN”, hakikatte “B” sırrı ile yaratılan yapının “BEN” demesidir. Yani o BEN yaratılan gerçek yapının söylediği “BEN”dir, o “BEN”i var olan esas yapı söyler. Ama “BEN’den içeri” ifadesindeki “BEN” asıl “BEN”e geçirilmiş örtüdür, bir poşet gibi işlev gören örtücü “BEN”dir. O BEN asıl “BEN”e ve ondaki yeteneklere sahip çıkarak müstakilliğini, bağımsızlığını ilan etmiş, yani vehmi suiistimal etmiş “BEN”dir. Neden? Çünkü asıl “BEN”i, vehim olarak yaratılan “BEN”i örtüyor. Hayatımıza bu gözle bir bakalım, konuşurken “BEN” dediğimiz, “kendim” dediğimiz bu iki “BEN”den hangisi acaba? Bunun tefrikini yapmak çok önemlidir: Hangi BEN’le “BEN” diyoruz? Eğer insan bu iki “BEN”in farkında olmaz, onların ayrımını yapmazsa bir kere hep tereddütte kalır. Konuşurken veya dua ederken nasıl diyeceğini, ne diyeceğini şaşırır; “BEN demeli miyim, yoksa “BEN” kelimesini kullanmamalı mıyım?” gibi ikilemler yaşar. Kişi “B” sırrı yapısıyla, hakikatte yaratılan bu yapıyla “BEN” diyebilir, ama zann olan yapıyla “BEN” demesi şirktir. Çünkü kendisini Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar zannediyor. Bu, ilahın “BEN”idir. Asıl “BEN”i fark edince kişi ne yapar, nasıl davranır? Mesela bir olay oldu, sinirlenmemesi gerektiğini mi anlar? Hayır, sinirlenmemesi gerektiğini anlayan ilah yapıdır, ilahlığını ilan etmiş olan “BEN”dir. Örtmeden “BEN” diyen yapıda, yani ilahlık ilanı olmadan “BEN” diyen yapıda sinirlenme diye bir şey olmaz, onun öyle bir duygusu olmaz. Tabi, bunları okuyunca hemen o asıl “BEN” halini yakalayıp sürdürebiliyor muyuz? Sürdüremiyoruz. Okur okumaz hemen birden sürdüremezsiniz. Dünyadaki yaşantı sistemi böyle! Ama mücadele etmek, bu işin telaşında, gayretinde olmak önemli! Dünya yaşantısı “A” yapısı üstüne bina olmuştur, dünyada “A” yapı üzerinden bir seyir var, “A” yapıyla dönen bir seyir var, dünyada dilenen seyir “A” yapı ile yürüyor. Bu yüzden “A” yapıdan tam kurtulmadan o hali sürdüremezsiniz, fakat mücadele etmek önemlidir. Hayat bu mücadeledir zaten.
“B” YAPININ AKIL+İMAN
REHBERLİĞİNDEKİ ANALİZİ

Şans ve şanssızlık çok kullanılır, ama manası nedir? “B” yapının yanında olup, “B” yapıyı fark edip, “B” yapıdan yararlanmak büyük şanstır, şans denilen budur. Onun çok yakınında olup ama “B” yapıyı fark etmeyip “B” yapıyı örtme görevini yüklenen olmak ise çok büyük şanssızlıktır. Peki, hayatta çok şanslı ama çok şanssız olanlar var mıdır? Evet. Fark etmemiz gereken bu “B” yapının da özellikleri vardır. Mesela o Sünnetullah’ı yani Evrensel Genel Doğrular’ı kabul eden bir karakterdir. İşte hakikatte “B” sırrıyla yaratılan bu yapıyı hayatın içinden bir olaya uyarlayarak, farklı bir örnekle anlatmaya çalışacağım. Tabi, önce şu bilinmelidir: Yaratılan bu “B” yapı, Evrensel Genel Doğrular dediğimiz “Sünnetullah”ı fark ettiğinde ona akıl+iman’la yaklaşır, sisteme akıl+iman’la bakar. Akıl+iman’la bakmakla o çok önemli bir şeyi yakalar: Kabul ettiği Evrensel Genel Doğrular’ın zaman boyutu uzar, alanı da genişler… Uygun görürseniz bu cümleyi biraz açalım. Bu amaçla “B” yapının akıl+iman rehberliğindeki analizini, yani sisteme akıl+iman ile yaklaşmasını anlamak üzere bir örnek verelim. Vereceğimiz bu örnek “imanın ne olduğu ve neye iman ettiğimizi” açabilmek, netleştirebilmek adına da faydalı olacaktır, inşaAllah. Bunu bilim kurgu filmi gibi bir sunumla anlatmaya çalışacağız ki hem dikkat çeksin hem de örnekteki mana daha kalıcı olsun. İnşaAllah yarın bu örneğin tefekkürüyle devam edelim.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-47-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER