Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

BİR HAKİKAT VAR, BİR DE BİZİM SANIŞLARIMIZ

– 31 –
Paylaşımlarımızda sizin için “yeni” sayılabilecek bazı bilgilerle karşılaşıyorsunuz, karşılaşacaksınız. Bu bilgilerin ve tefekkürünüzle size gelecek ilhamların Rahmani bilgi ve ilhamlar olması için, o doğrultuda hareket etmeniz için, şeytani yanılgılara düşmemeniz için bu tür konuları içeren yazıları yazanlar veya İslami konuları anlatanlar hakkında tereddüt etmek, Rabbinize sorarak istihare yapmak önemlidir. Bu tereddüt sorgulama içindir. Ayrıca, bu süreçte “Rabbi inniy messeniye’ş şeytanü binusbin ve azab, Rabbi euzü Bike min hemezati’ş şeyatıyni ve euzü Bike Rabbi en yahdurun, Ve hıfzan min külli şeytanin marid” gibi, her türlü şeytanlığa karşı koruyucu nitelikteki ayetleri, İhlas, Felak ve Nâs surelerini sıkça okumak da çok önemlidir. Çünkü, yeni şeyler okumak, yeni bilgilerle karşılaşmak, yeni bir mücadelenin de başlaması demektir. O mücadele esnasında korunma sureleri ve ayetleri çok önemlidir. O zaman, eğer uygun görürseniz, paylaşımımıza üç İhlâs, bir Felak, bir Nâs süresi okuyarak başlayabiliriz, dilerseniz “Rabbi inni messeniyeş şeytanü bi nusbin azab” ve diğer korunma ayetlerini de okumanız faydalı olur.
İLLA ALLAH! HEP BUNU ANLATIYORUZ
Aslında ele aldığımız konunun başlangıç noktası La ilahe illallah, gelişmesi La ilahe illallah, sonu da La ilahe illallah’tır. Biz tüm yazılarımızda, Kelime-i Tevhid’in üstündeki idrak perdelerini açmaya gayret ediyoruz. Mümkün olduğunca işimiz hep bu. Çünkü hayatımızın en önemli tek şeyi bu: La ilahe İllallah!
Öğrendik ki, La ilahe (tanrı yok) illa Allah. Ona “Var” bile demedik, “var” demeyi ikilik gibi gördük. Var olan birisi “Allah var” deyip bir tespitte bulunuyor, Allah’a sınır koyuyor gibi olmasın istedik. “La ilahe (tanrı yok) illa Allah” derken “var” kelimesini kullanmamak, zihninizden ikilik algısını kaldırmak için önemli; siz “var” demediğinizde, bir tespit eden, bir sınır koyan, o anlatımı sunan ikilik de kalkmış oluyor: La ilahe (tanrı yok) illa Allah! Paylaşımlarımızda hep bunu gündem yaptık, çok açık, çok çıplak, çok net açıklamaya çalıştık ve hep de bunu konu yapacağız. İlk başta “La ilahe (tanrı yok) illa Allah” dedik. Sonra “tanrı yok”tan kastımızın “kendini müstakil sanan, sen yoksun, illa Allah” olduğunu paylaştık ve Kelime-i Tevhid’in üstündeki bir katmanı, bir idrak örtüsünü daha çekip kaldırmış olduk.
Eğer “La ilahe illallah: Tanrı yok illa Allah” derken tanrıyı ötede beride tapınılan bir şey sanıp “o tanrılar yok, illa Allah” derseniz esas tanrıdan perdelenirsiniz. “La ilahe illallah; tanrı yok illa Allah” cümlesindeki esas maksat, ilan edilen tanrının, ilan ettiğin ilahın yokluğudur. Kişinin esma’ül hüsna kompozisyonu olarak yaratılmış olana ve oradaki Rab gücüne sahip çıkıp; “BEN müstakilen varım, oradaki güç ve yetenekler de benim” diyerek ilan ettiği ilahlık yok, İlla Allah! Hep bunu anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi bu hakikatin üstünden bir örtü daha kaldıralım.
CENNET İÇİN, TANRI OLMAMAK GEREKİYOR
Çeşitli anlatımlarda rastlarsınız, cennetin kapısında “La ilahe illallah” yazılıdır. Bu, cennetin bir kapısı var ve o kapıda böyle bir yazı var demek değildir. Öyle bir mana var. Nasıl bir şey bu? Havaalanları veya bazı önemli yerlere girerken güvenlik geçitleri vardır, üstünüzde tehlikeli bir şey varsa oradan geçemezsiniz, işte o ifadedeki bu manadadır. Bir alan var ki Kelime-i Tevhid o alanın manasıdır, La ilahe illallah o alanın ismidir. “Cennetin kapısında Kelime-i Tevhid yazılıdır” ifadesindeki manasını size farklı bir örnekle şöyle anlatmaya çalışayım. Diyelim ki bir genç heveslendi, bir eğlence yerine gitti. Tam girecekken kapıda bir yazı gördü: Damsız Girilmez! Onu okuyup girebilir mi? Kapıda bir şart var, o şart yoksa “girilmez” diyor. Baktı ki dam yok, giremeyiz der, değil mi? Yani o yazıyı okumakla oraya girip giremeyeceğini anladı. O yazıyı ve manasını görüp girmeye kalkmaz. Ona “dam yoksa buradan geçemezsin” diye bir şart koşuluyor, kapıdaki yazıyı okuyarak geçmesi veya “damsız girilmez” cümlesini söyleye söyleye oraya girmesi mümkün değil. İşte CENNETİN KAPISI denilen idrak sınırında yazan manayı böyle anlamalıyız: La ilahe illallah! O yazıyı okudun, sonra da “ben kabul ediyorum, tanrı yok, illa Allah” deyip geçeceğin bir şey değil o. Aslında oradaki “La ilahe illallah” şudur: Tanrı giremez, illa Allah! Bu manayı idrak eden için bir örtü daha kalkmış olur. Demek ki “La ilahe illallah”ı yalnızca çok söylenecek bir şey sanmak, “Damsız Girilmez” yazısını görüp durmadan “damsız girilmez, damsız girilmez” demek gibi olur. Yüz defa, bin defa söyle, fark etmez! O cümle sana bir şey diyor: Sende şöyle bir şey yoksa buradan giremezsin! Cennetin kapısında yazan mana demek ki bu: La ilahe; buraya tanrı giremez, İllallah. Buradan tanrı geçemez, İlla Allah. Fark ettiniz mi, izah edebildim mi? Ne kadar iyi insan olursanız olun, size ne kadar “aferin” derlerse desinler, eğer tanrıysanız geçemiyorsunuz. Çünkü öyle yazıyor: La ilahe; tanrı giremez, İlla Allah. Demek ki, tanrı olmamak gerekiyor.
CEHENNEM; LA İLAHE,
CENNET; İLLA ALLAH!

Kişi tanrı olduğunu ne zaman anlar? Tanrılığını ilan edene nereden itibaren “tanrı” denir ve tanrı muamelesi edilir? “Sen tanrısın” muamelesi ölümü tattığın an başlar. O andan itibaren “A” yapının ismi tanrıdır. Dünyada dünya yaşantısı gereği tanrı ismi çeşitli isimlerle örtülmüştür; birbirimize verdiğimiz isimler ve o isimler altında ilan ettiğimiz müstakil davranış biçimleriyle örtülmüştür. “Fark edin, bu tanrılıktır, ilahlıktır” diye anlatmaya çalıştığım hep bu! Onun isminin ilah/tanrı olduğunu neden anlatmaya çalışıyoruz? İş işten geçmeden öğrenmiş olalım diye. Şimdi kullandığımız isimlerin kalkıp genel ismin kullanıldığı, genel muamelenin başladığı yere hazırlanalım diye. Size tanrı olup olmadığınıza göre davranılacak yer ölüm sonrasıdır. Eğer kişi tanrıysa ölümü tattığı andan itibaren kabir hayatı onun için cehennemden bir çukur olur.
Tanrıların mekânı cehennemdir, cehennem tanrıların yaşadığı mekândır. CEHENNEM; La ilahe, CENNET; İlla Allah! Bu yüzden cennete tanrı giremez. İlla Allah ortamına La ilahe kapsamı giremez. Çünkü cennet mevhumunun içinde tanrı yok, bu yüzden oraya tanrı giremez, hiçbir şirk oradan geçemez! Şirk olan bir mana, şirk olan bir iddia şirk olan bir bakış açısı, bir hayat cennet hali değildir. CENNET HALİ illa Allah! CEHENNEM HALİ ilah! İlan edilmiş ilahların tümü bu kapsamdadır.
Ulaştığımız yeni mana bu: La ilahe; tanrı giremez, illa Allah. Öyleyse, yaşarken ilahlık ilanı halini çok iyi fark etmek, çok önemsemek gerekiyor ki ilan edilen ilah kapsamından kurtulabilelim. Eğer o fark edilmezse, bu bilgileri ilan ettiğin ilaha öğretir, İslamiyet’i ilan ettiğin ilaha yaşatmaya çalışırsın. Ama, ilahın yaptığı işlerin bir önemi yok!
ÖNCE HAKİKATİ,
SONRA NE SANDIĞIMIZI GÖRMEK

“La ilahe illa Allah”ı düşünürken “ben tanrı kabul etmiyorum, tanrı olarak gördüğüm şeyler cennete giremez” diye düşünmek yanlış olur. Kast edilen mana, kabul edilen tanrılar değil, ilan edilen tanrılıktır. İlan edilen ilahlık! La ilahe: Tanrılık ilan etmiş halin var ya, işte o giremez!
Furkan-17, 18: “O gün onları ve Dûnillah (Allah’ın dışı var zannıyla) taptıkları şeyleri toplar ve “Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yoldan saptılar?” der. Onlar ise; (hâşâ) sübhanallah, seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular derler.”
Demek ki edinilen ilahlar, tanrılar yeri geldiğinde; “biz öyle bir iddiada bulunmadık” diyecekler, ama ilahlığını ilan eden kurtulamayacaktır.
Önce hakikati, sonra ne sandığımızı görmek çok önemlidir. Hz. Ebu Bekir esSıddıyk radıyallahu anh diyor ki: Ben neye bakarsam önce Allah’ı sonra baktığım şeyi görürüm. Demek ki o, herhangi bir şeye baktığında önce hakikati, daha sonra baktığı şeyin kendini ne sandığını veya bizim onu ne sandığımızı görüyor. Herhangi bir insana baktığında önce ondaki hakikati görüyor, sonra onun kendini ne sandığını görüyor, “o kendisini Ayşe sanıyor” diyor. Bir çiçeğe bakınca ondaki hakikati görüyor, sonra onu ne sandığımızı (çiçek sanışımızı) görüyor. Önce hakikati, sonra ne sandığımızı görmek, bu sıralama neden önemli? Tersini yaptığımız için! Biz önce bizim onu ne sandığımızı görürüz, sonra tefekkür eder; “biz ona çiçek, buna Ali diyoruz ama aslında onların hakikatinde bu var” deriz. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ın bakışına dikkat edin, sıralama farklı! Onun bu bakışını duyunca hızla “zaten ben de öyle yapıyorum” gibi düşünürüz, hâlbuki değil! Sendeki mekanizma ters! Oysa Hz. Ebu Bekir baktığı zaman önce hakikati, sonra gördüğünün kendisini ne sandığını (çevrenin onu ne sandığını) görüyor. Bu nasıl oluyor, onu basit bir örnekle açalım: Sizinle bir süredir tanışıyor olduğumuzu, arkadaş olduğumuz varsayın, yani beni tanıyorsunuz. Diyelim ki ben aynı zamanda bir tiyatroda oyuncuyum. Karşılaştığımız için size davetiye dağıttım, siz de geldiniz. Ben sahneye “A” rolünde çıkacağım. Ben sahnede görününce siz önce beni mi, yoksa rolümü mü görürsünüz? Önce tanıdığınız beni görürsünüz, sonra da rolümü konuşursunuz; “Yılmaz Hoca çıktı, A rolünde” dersiniz değil mi? Hiç tersi olur mu, mümkün mü? Eskilerden bir film izliyoruz diyelim, meşhur bir artist, Ayhan Işık bir kahraman rolünde çıkmış olsun. Onu uzun süre seyredip seyredip, filmin sonuna doğru “aa, bu Ayhan Işık’mış” der miyiz? Daha o sahneye çıkar çıkmaz “Ayhan Işık çıktı” deriz. Hz. Ebu Bekir’in söylediği bundan farklı değil ki! Bu, bizim hayatta yaptığımız bir şey zaten. Ama dikkat edin, Allah söz konusu olunca biz tersini yapıyoruz. Neden? Bir normal yaşantı bir de Allah var gibi davrandığımız için, Allah’ı normal yaşantımızın dışında tutuyoruz, hep. Bazılarının bazen efkârlanmak istemesi gibi, biz de dindar olmak isteyince “Allah var” diyoruz. Bir aktör için bile bu mekanizmayı düzgün çalıştırıp önce kişiyi sonra da rolünü görüyorsun, ama Allah için? Hz. Ebu Bekir o yeteneği Allah yolunda kullanıyor: Önce baktığının hakikatini görüyor, sonra da “o dünyada şu rolde” diyor. Şu iki şeye çok dikkat edin; iki şey var: Bir, ROLÜN. İki, o rolün gücünden yararlanarak KENDİNİ NE SANDIĞIN. Hakikatteki o rolü “B” diye anlattık. “B” yapıya sahip çıkıp “benim” diyen hali, yani kendini ne sanışını da “A” diye tanımladık. “A” yapı kendini ilah sanmandır, kendini tanrı ilan etmendir. Ona o yüzden “La ilahe” denir.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -31-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER