Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

FARZ OLAN, “BEN”İ FONKSİYONSUZLAŞTIRMAK, YOK ETMEKTİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Ağustos 2017 Pazartesi 13:07:20
 

-17-
Günlük yaşantı içerisindeki bir önemli nokta ile konumuza devam ediyoruz. Önce ilgili bir hadisi not edelim. Buhari kaynaklı ve kudsî hadis, Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edilmiş:
Allah Teâlâ Hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ilan ederse ben de ona harp ilan ederim. Kul’umu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni ona farz kıldığım şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı, aklettiği kalbi, konuştuğu dili ve sairi olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm. Benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde mümin kulumun ruhunu kabzetmede tereddüde düştüğüm kadar hiçbir şeyde tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”
Hadis-i kudsî böyle. Çıkarılacak sonuçlara da hızlıca bakalım. Üstünde duracağımız esas nokta, esas sonuç “nafile” ile ilgili. Ama “veli kuluma düşmanlık edene harp ilan ederim” ifadesindeki veli kimdir, önce ona bakıp sonra nafile kavramına geçelim.
Kul’un Allah’a yakınlığı
Günlük yaşantıda uygulayabilmek için hadisteki “veli” ifadesini iki türlü ele almak lazım; biri veli, diğeri veli gibi. Eğer bir kişi ısrarla üzerinde durduğumuz Billahi anlamda imanını deklare etmişse, yine paylaşımlarımızda açıkladığımız manada nefs-i levvameye girmişse ve bu nefs-i levvameyi ısrarla takip ediyorsa “veli gibi” muamele görür; veli değildir ama “veli gibi” muamele görür. Zira Veli olmak başka şeydir… Dolayısıyla, bu vasıfları taşıyan kul veli değildir ama veli gibidir, Allah ona veli gibi muamele yapar, yani bu hadisten yararlanır.
Hadiste yer alan “Veli kuluma düşman olana harp ilan ederim” cümlesini hakkıyla anlamak isteyen âlimler onu genişçe tefekkür edip tartışmışlar. “Veli kime düşman olur ki? Bir kul veliyse zaten kimseye düşman olmaz, o herkese şöyle davranır” gibi kanaatler dile getirmişler. Tabi, hadiste anlatılmak istenen normal hayata ait kavga ve düşmanlık gibi şeyler değil. Allah buyuruyor ki; “Veli kul normal dünya yaşantısı içerisinde zaten o kadar kimsesiz, o kadar yalnız, o kadar gariban, o kadar arkası olmayandır ki onun arkasında ben varım.” Bu işte o demektir.
Hadis şöyle devam ediyor: “Kulum farzlarla bana yaklaşır, nafilelerle onu severim…”
Allah’a yaklaşma nasıl bir şeydir, kulun Allah’a yaklaşması nedir, bunun tanımlanması gerekir ki hadisi doğru anlayabilelim. Kul’un Allah’a yakınlığı Billahi anlamında imanını mutmain kalb ile açıklamaktır, yakınlık önce bununla başlar. Kulun, var görünüşünü Allah’a eş ve ortak koşmayan yönelişi/imanı bu yakınlığı başlatır. Nereye kadar gider? İhsan Makamına kadar; kalben görme ve buna göre yaşantı noktasına ulaşıncaya kadar. Kul’un Allah’a yakınlığı dünya yaşantısında bu imanı açıklamakla başlar ve İhsan Makamı’na kadar devam eder.
Yanlış anlamayın, Allah’ın kimseye
 ihtiyacı yok. Bizim ihtiyacımız var

Hadiste “yakınlık” geçtiği için şu cümleleri de “yakınlık”la ilgili kısa bir bilgi olarak not edelim inşaAllah: Kul’un halktan uzaklığı (yaratılmışlardan, yaratılmışların cazibesinden uzaklığı) kesret içerisinde Tevhid’i yaşayarak kesretin hiçbir cazibesinin kalmayışı ile kemale ulaşır. Allah’ın kuluna yakınlığı ise, ona dünyada lütfedeceği irfan, ahirette rıdvan ve ikisi arasındaki nimet ve ikramlarla anlaşılır. Allah, ilim ve kudretiyle yani ilim ve kudret özelliğiyle “bütün insanlar”a yakındır; Allah lütuf ve nusretiyle “havas”a yakındır; Allah ünsiyetiyle “veli kullar”ına yakındır.
“Onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli olurum” ifadesini öncelikle şöyle anlamak gerekir. Lütfen dikkat edelim, eğer bu ifadeyi en son manasından anlarsak hadisin hayatınıza uygulanması çok kolay olmaz. En son anlaşılması gereken mana da doğrudur, ama biz nereden başlayacağız? “Onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli olurum”u öncelikle şöyle anlamak gerekir: Onun kulağı benden başka bir şey işitmez, gözü benden başka bir şey görmez, dili benden başka bir şey söylemez. Bu iş buradan başlar. Eğer, “onun tuttuğu eli, işittiği kulağı, gördüğü gözü ben olurum”u son manadan anlar ve henüz fiilleri daha oraya ulaşmadığı halde “kendinden O açığa çıkıyor” diye anlarsa kişi yanlışlara düşer. Beşeri haliyle yaptığı şeyler için; “Allah benden şöyle yaptı, bende kim var siz biliyor musunuz?” gibi yanlış yorumlara başlar ve onları da bu gibi hadislere bağlar. Onun için bu hadisi anlamak, hayatta uygulamak, amele dönüştürmek için başlanacak nokta budur: Eğer kişi farzları uyguluyor ve nafilelere de devam ediyorsa onu severim. Sevdiğim zaman da onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, söylediği dili olurum” kısmını demek ki böyle anlıyoruz: “Onun kulağı o zaman benden başka bir şey işitmez, ne işitiyorsa benimdir, yani o ne duyuyorsa Rabbindendir. Gözü benden başka bir şey görmez; ne görüyorsa benden bilir. Dili benden başka bir söz söylemez; dili daima benim öğütlerim ve zikrimledir; dilinde ben varım.” Hadisten, mana olarak önce bunu anlıyoruz. Bu iş buradan başlar, sonra ilerler. Arapçayı incelediğinizde görürsünüz ki isim yapılan işin yerine de kullanılır. Yani “kulak” kelimesi “işitme” yerine de kullanılmaktadır. Onun kulağı olurum ifadesi halk arasında beni işitir manasına da kullanılmaktadır.
Esası kavrayamadan ve yaşamadan tasavvuf anlatmaya çalışanların, yani yorumlarla tasavvuf anlatanların bu anlatımlarından yanlış uygulamalar çıkar ki birisi şudur: Allah benden açığa çıkıyor veya çıkacak. Bu yanlıştır. Allah kimseden açığa çıkmaz, buna çok dikkat edin. Neden? Çünkü Allah Samed’dir, sana ihtiyacı olmaz. Allah senden açığa çıkacaksa, demek ki açığa çıkması için sana ihtiyacı var. Bu manayı da içerir. O zaman Allah Samed olmaz. Demek sen daha önemlisin ki Allah’ı açığa çıkarıyorsun. İnsanlar bu sözü sever, neden? Çünkü kendilerini kutsal hale getiriyor. “Ben öyle önemli bir varlığım ki, Allah benden açığa çıkıyor” duygusu oluşuyor. Bu ise kibrin, kibirliliğin dindar halidir. “O kadar önemliyim ki Allah benden çıkıyor.” Bir yönüyle de “Allah senden değil benden çıkıyor” der gibi, “sizin ev şöyle bizim ev böyle” der gibi bir vurgu. Çok dikkat edelim, Allah kimseden açığa çıkmaz. Bu yüzden, bu hadisleri yanlış anlayıp, yanlış yorumlayıp, yanlış beklentilere girmek boş iştir. Neden boş iş? Çünkü oradan bir amel çıkarılamaz. Kişi Allah’ın kendisinden açığa çıktığını (hele de bu düşünceyle) hiç göremez. Bil ki; Allah Samed’dir, sana ihtiyacı yoktur ve bir yerden açığa çıkmaz. Sana ihtiyacı yoktur ki senden açığa çıksın. Ama senin O’na ihtiyacın var. Sen Samed değilsin ve zaten sen O’nda açığa çıkansın. Buna çok dikkat edin lütfen, sen O’nun ilminde açığa çıkan bir kulsun, açığa çıkan sensin, O değil. O zaten açıkta. O açıkta olanda bir zann olarak açığa çıkan sensin. İşte sen o zannı yok etmeye çalış. Zaten onu yok etmeye çalışacaksın. Dilerse, dilemişse…
Öncelikli şartımız; Vehmin zulmetinden
çıkmak, vehmin zulmetinden kurtulmak

Evet, zaten açıkta olan dilerse kendinde olan bu zannı (bu suretteki bu zannı) dilerse çeker alır ama suret yine kalır. Ama O sende açığa çıkmaz, sen O’nun ilminde açığa çıkarsın. Zaten açıkta olan O. “Zahir de, batın da O” olanda yani O’nda sen zann olarak açığa çıkarsın. Bu yüzden, dilerse suretteki zannı çeker, bu zann kalkar ama suret gene kalır…
Nafile kelimesini tanımlamak üzere başlamıştık, peki, “nafile”yi nasıl anlayacağız? Nafile normal konuşmada “boş” demektir, “boşuna” demektir, “yapsan da olur yapmasan da” demektir. Fakat kullandığımız pek çok kelimede olduğu gibi, nafile de, “yapsan da olur yapmasan da” manasına rağmen başka manalara da sahiptir. İbadet ve ameller kapsamındaki nafileyi gerçek manada anlayabilmek için şuna dikkat etmeliyiz: Nafile dediğimiz zaman aklımıza “nafile salâtlar ve nafile oruçlar” gelir. Böyle bakılırsa işin bir kısmını görmüş olursunuz. Oysa her fiilin, her düşüncenin, her ibadetin, yani her halin bir farzı bir de nafilesi vardır. Tanımın içine “her hal” girince, anlarız ki salât ve oruç bu hallerden sadece ikisidir. Sizin her düşüncenizin, her fiilinizin, her halinizin bir farzı bir de nafilesi vardır. Hallerimizin farzı nedir, bu yönüyle “farz” nedir, işte onu tanımlayalım:
Her halimizin farzı şudur, yani her halimiz için öncelikle şart olan, farz olan şudur: Vehmin zulmetinden çıkmak, vehmin zulmetinden kurtulmak.
 “Allahu veliyyülleziyne amenü yuhricühüm minez zulumati ilan Nur: Allah inananların velisidir, onları zulmetten alır, nura sokar.”
Bakara Suresi 257. ayet böyle diyor. O zaman ilk şart bu, demek ki bunun gerçekleşmesi gerekiyor. Vehmin zulmetinden çıkmak, nefsi şerrinden temizlemek gerekiyor. Yani vehmin zulmetini, nefsin şerrini takdim ederken söylediğiniz “A” Takdim Formu “BEN”i fonksiyonsuzlaştırmak, sözde tanrılık iddiasını hem deklarasyon olarak, hem de fiillerde yok etmek gerekiyor. İşte bu, sizin her türlü halinizin farzıdır. Bu olmazsa olmaz. Farz budur, yani olmazsa olmazdır. Bu olmazsa olmaz! Zira ilk farz budur. Bir kişi nefs-i mutmainneye gelinceye kadar, B0 noktası dediğimiz İhlâs Hayat Döngüsü’ne giriş noktasında kararlı, istikrarlı, geri dönüşsüz yaşayıncaya kadar ısrarla, sabırla mücadeleye devam edecektir; onun nefs-i levvame sürecindeki ilk farzı, seyri sülûku içerisindeki ilk farzı budur: Nefsi şerrinden temizlemek, vehmin zulmetinden çıkmak, yani asi takdimle (A” Takdim Formu ile) iddia ettiği “BEN”i fonksiyonsuzlaştırmak, sözde tanrılık iddiasını deklarasyon olarak da fiillerde de yok etmek. Bu farzdır. Farz budur; bu olmazsa olmaz.
Farz ve nafilenin bu yeni bir manası inşaAllah anlaşılmıştır.
Farz ve nafileyi bu boyutuyla tefekkür etmeye devam edeceğiz.

İNŞİRAH -17-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER