Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 14

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 3 Temmuz 2018 Salı 14:02:56
 

TENZİH  VE TEŞBİH MERTEBELERİ
Dünkü paylaşımımızda Rububiyet mertebesine, Rab’be değinmiştik. Bugün Rabb’ı anlatabilmek üzere normal yaşantıdan bir örnekle devam edelim. Çok benzemeyecek ama örneğin “anlaşılsın” kısmını alıp geçin, örneği getirip buraya çok oturtursak hata yaparız. “Rab” kelimesini normal hayatta öğreten, terbiye eden anlamında kullanırız, “mürebbiye” deriz. Mürebbiye bir şey öğretir, terbiye ettiği kişiyi düzgün hale getirmeye çalışır. Halk içinde kullanılan tabiriyle mürebbiye, terbiye eğittiği kişinin Rabbı’dır. “Rab” kelimesini Allah için kullandığımızda normal hayattaki o mânâ kalkar, mânâ Allah’a ait olur, o zaman siz hayattaki mânâlara SübhanAllah dersiniz, yani Allah’ı onlarla kayıt altına almazsınız. Zaten bu örnek de anlayabilmek içindi, kayıt altına almak için değil.
Meydana gelecek, vücut bulacak suretleri Hakk olarak yaratan, onları şekillendiren, terbiye eden, onlara ne gerekiyorsa hakkını veren, “Hakk mertebesi” için onlara hakkını veren Rab’dır, Rububiyet Mertebesi’dir. Rububiyet teşbihe ait bir mertebedir, teşbih mertebesinde mânâlar zıtlarıyla dilenilmiştir. Bu, kıyası (farklılıkları, çeşitliliği) sağlar ve böylece Kesret Âlemi oluşur; zıtlar yüzünden oluşan bu çeşitlilik kesret âleminin temelini oluşturur. Tenzih Mertebesi’nin mânâlara ait kısmında her mânâ potansiyel olarak ve tüm mânâlar bir bütün olarak vardır. Teşbihte gördüğümüz zıtlarıyla meydana gelmiş mânâlar aslında yeni ortaya çıkmış değildirler, hepsi tenzih mertebesinde potansiyel olarak vardır, mevcuttur. Şöyle söyleyelim: Tenzih Mertebesi’nin mânâlara ait kısmı olan Vahidiyet’te her mânâ ve tüm mânâlar potansiyel olarak, hepsi bir bütün olarak vardır, ancak orada kıyas söz konusu değildir. Çünkü henüz zıtlarıyla değiller, henüz hakikatleriyle ortaya çıkmamışlar. Orada hepsi Allah indinde, Allah’ın ilminde dilenecek bir potansiyel olarak vardır, bir bütündür, tektir, teşbihteki gibi parça bölük değillerdir. Bildiğimiz bilemediğimiz ne varsa teşbih mertebesindekilerin hepsi, tenzih mertebesinde mânâlara ait yerde bir potansiyel olarak vardır ama bütündür, tektir. Kıyas söz konusu olmadığı için burası Tenzih Mertebesi’dir. Teşbih kıyas demektir, Tenzih’te kıyas yoktur.
TEŞBİHE AÇILAN KAPI MERHAMET KAPISIDIR, TEŞBİHE GEÇİŞ MERHAMET SÜZGECİNDENDİR
 “O’dur ki, sizi Nefs-i Vahide’den inşa etti.” (En’am-98)
Nisa-1, A’raf-189, Zümer-6 da bunu anlatır: O sizi tek bir nefsten (tek bir bütünden) inşa etti, tüm çokluklar oradan (orada) meydana geldi. İçinde “nefs” geçen, “Vahid” geçen, “Nefs-i Vahide” geçen ve altı çok derin olan bu konuyu şimdi bu kadarla geçelim, esas işimiz olan Fatiha’da kalalım.
Teşbih Mertebesi’ndeki mânâlar aslında kayıtlardır, sınırlamalardır, orada sınırlandırılmış mânâlar oluşturulmuştur. O mânâlar sınırlandırılarak oluşturulmuştur. Artık o kayıtlar kendince yeni bir haldir ve o kayıtlar, o sınırlar yeni mânâlara sebep olur. Allah o kayıtların tümünü merhametiyle oluşturur. “Besmele, tenzih, teşbih, esmalar” gibi manalar kapsamında anlattıklarımızla bu noktaya gelmeye çalışıyorduk: Allah o kayıtları, o mânâları merhametiyle oluşturur. Dileseydi gazabıyla da oluştururdu. Bu durumda o mertebenin ismi “Rahmaniyet” değil “Gadabiyet” olurdu, mânâlar da tümüyle Allah’ın gazabı sonuçları olurdu. Ama öyle dilemedi. Bu yüzden O RahmânurRahıym’dir. Bu yüzden teşbihe açılan kapı merhamet kapısıdır, teşbihe geçiş merhamet süzgecindendir. O kapıdan hangi mânâ çıkıyorsa, vücut bulacak ne çıkıyorsa çıkan şey Allah’ın merhameti sonucu dilediğidir. Çünkü rahmeti gazabını geçmiştir.
“Rahmetim gazabımın önündedir.” (Kudsi Hadis)
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’raf-156)
“O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı.” (En’am-12)
İNSAN ÖYLE NANKÖR Kİ! NANKÖR YAPIMIZ ONU GÖRMEYİ VE MUHABBET DUYMAYI ENGELLİYOR
Bizde idrak patlaması yapacak, Allah’ın merhametini kavramamızı sağlayacak, merhametten Allah’a muhabbetimizi oluşturacak bir ayeti de “Mâliki YevmidDiyn”i konuşurken göreceğiz.
İnsan öyle nankör ki! Kendisi için basit şeyler yapan birisi için ne muhabbetler duyuyor ama Allah için? Ayet ve hadislerde açıklananlara bir bakın lütfen. Nankör yapımız onu görmeyi ve muhabbet duymayı engelliyor. Öyleyse o nanköre ait ne varsa hepsini def edelim. Def edelim de muhabbetin önü açılsın inşaAllah…
“Ben, merhameti kendime/zatıma farz kıldım” gereği bütün kayıtlar, bütün mânâlar ve onlardan dilenilmiş suretler, hepsi Allah’ın merhametinin eseridir, hepsi Rahmaniyet’indendir. Bu yüzden Arş’ı Rahman istiva etti. Arş’ı istiva etmesi, orayı emriyle, hükümranlığıyla kuşatmasıdır. Arşın altına ne çıkacaksa merhametle çıksın diledi, kendisine bunu farz kıldı. Ey insan, işte Allah’ın! Sen kimsin? Tüm kayıtlar, ilmi suretler Allah’ın merhametinin eserleridir. Bu kayıtlardan kendisini bilmesi dilenenler ef’al âleminde Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile vücut bulur ki bu, Rububiyet mertebesinden (Rabb ile) olur, Rabbi ile olur. O kayıtlardan biri ef’al âlemine gelmiş ve Allah onun kendisini bilmesini diliyor, kendini fark etsin, o haliyle kendisine “BEN” desin istiyor. O haliyle kendine “BEN” desin, yani o haliyle kendini bilsin ve yaşasın. Kayıt hissetme duygusuna sahip oluyor ve “BEN” diyor. Bu büyük bir lütuftur, büyük bir merhamettir. Bütün bunlar Rububiyet mertebesi sonucudur, Rabb ile karşımıza çıkan gerçeklerdir. Ama bilinmelidir ki asıl kendini hissetme Allah’ın Kendini Hissetmesi’dir, ayrıca bir kendini hissetme yoktur, dûniHi bir hissetme olamaz. “DûniHi” ifadesini Aşağıların Aşağısı yazılarımızdan hatırlayacaksınız, çok önemli bir tariftir. Allah için kullanıldığında bu kelimenin Arapça’da bile karşılığı yoktur. “DûniHi” için “Allah’tan ayrı, Allah’tan gayrı” gibi mânâlar sıralanır ama “ayrı”nın da, “gayrı”nın da kelime olarak ifade edilişleri vardır. O zaman, “dûniHi hissetme yoktur” ifadesini anlayabilmek üzere şöyle diyelim: Allah olmaksızın, Allah’ın ilgisi olmaksızın bir hissetme yoktur. Parça parça görünen bütün hissetme duyguları hepsi yalnızca Allah’ındır. Ayrıca bir “Kendini Hissetme” yoktur, olamaz!
HEM TEŞBİH HEM TENZİH İÇEREN BİR AYET
“(Ey insanlar,) sizin ilahınız İlah’un Vahid’dir. La ilahe (sözde tanrılık iddiaları yoktur); illa HU, (ki O) Rahmânur Rahıym’dir.” (Bakara-163)
Hem teşbih hem tenzih içeren bir ayet ama ilkin tenzih ile uyarılıyoruz: İlahınız İlahun Vahid’dir. Böyle diyerek manayı teşbihten alıp bir yaptı; onları öyle çok yapmayın, ilahınız Vahid’dir dedi. “İlahımız Vahid’dir” ifadesini bir tek puta tapanlar da kullanabilir; “bizim ilahımız tek, sizin şu kadar ilahınız var” diyebilirler. “ahid” böyle bir tek değildir. Vahid sayıyla, saydığımız teklerden değil! Hele Ehad hiç öyle değil; Ehad’ın tekliği, bizim cümlelerimizle hiç ilgisi olmayan bir tekliktir. Evet, ayete dönelim, bu ayet önce tenzihle uyarıyor: Teşbihle perdelenmeyin, ilahınız, sizin ilah dediğiniz İlah’un Vahid’dir. Sonra da teşbihle uyarıyor; La ilahe! Siz “La ilahe” demekle Vahid’den çokluğa girmiş olursunuz, çünkü “La ilahe” dediğiniz yerde “La ilahe” dedikleriniz vardır. Vahid’den çokluğa girdiniz, uyarılıyorsunuz: “Hata yapma, teşbihe dalıp tenzihi unutma!” diyor. Bir soylu çocuk düşünün, bir mahalleden geçerken çocuklarla oyuna dalıyor, yanlış şeyler yapmaya başlıyor. Kral babası gelip “oğlum soylu olduğunu unutma, daldın” diyor. Benzer bir uyarıyla Rabbimiz uyarıyor: Teşbihin içerisindesiniz diye tenzihi unutmayın! Tenzihi unutmamanın yolu “La ilahe”dir! Sakın teşbihe (farklılıklara) bakıp, Kendini Hissetme Duygusu’ndan kaynaklanan zannla Sözde Tanrılık İddiası’nda bulunmayın, o zanna “La ilahe” deyin ve “illa HU” diyerek tenzih mertebesiyle bağlayın. Ama ayet teşbih ile bitiyor: “O Rahmânur Rahıym’dir.” Ulûhiyetin tenzih ucu olan HU’dan teşbih kapısı olan Rahman’a geldi: “İlahınız İlah’un Vahid’dir. La ilahe illa HU; (ki O) Rahmânur Rahıym’dir.”
Rahmen ve Rahiym’in anlamları: Rahıym isminin merhameti tamamen nimet üzerine bina olmuştur, Rahıym isminde adalet olmaz. Rahıym nimet üzerine bina olmuştur, bir şeyin karşılığı değildir
Allah varlıkları yaratmıştır, hepsini ilminde Rahmânur Rahıym olarak merhametiyle yaratmıştır. “B”den (Allah isminden) başladık, Rahmânur Rahıym noktasına geldik. Rahmânur Rahıym’i kısaca görelim. Rahman ve Rahıym isimlerinin ikisi de Rahmet kökünden gelmektedir. Rahman, Rahıym’e göre mânâ bakımından tüm varlıkları kaplayan bir özelliğe sahiptir; bütün yaratılmışları kaplar, merhametinin böyle bir genel özelliği vardır. Rahıym ismi Rahman’dan farklı olup özel durumlara mahsus bir rahmet lutfeder, özel hallere mahsustur. Rahman isminin merhameti Hakk ve Adalet üzerine bina olmuştur ki bu bizim için çok önemlidir. Çünkü “Bismillahir Rahmânir Rahıym”i Allah adına söyleyebilmek için Rahman ve Rahıym’i iyi bilmek gerekiyor. Rahman ismini tanımak için ilk ipucu şudur; Rahman Hakk ve adalet üzerine bina olmuştur. Adalet, yerinde ve doğru mükâfatı, cezayı içerir, içinde tatlı için gerekli acı vardır. Hakk ise bir şeyin karşılığıdır. Rahman’ın merhameti mükâfat/ceza üzerinedir, bu adaletin ve Hakk’ın gereğidir. Rahıym isminin merhameti tamamen nimet üzerine bina olmuştur, Rahıym isminde adalet olmaz. Hakk ve Adalet Rahman ismindedir, Rahıym nimet üzerine bina olmuştur, bir şeyin karşılığı değildir. Hakk bir şeyin karşılığıyken, Rahıym bir işin karşılığı değildir, ölçüsü de yoktur. Hakk’ın ölçüsü olur; şu kadar işe şu kadar Hakk, şu kadar yanlış şu kadar ceza gibi. Ama Rahıym isminin ölçüsü, adaleti, sonu yoktur, o bir işin karşılığı da değildir. Bu yüzden, “Rahman dünya hayatı için iken, Rahıym ahirete mahsustur” denilmişse de, kanaatimizce Rahmânur Rahıym olarak bu isim hem dünya hem de ahiret hayatında geçerlidir. Rahıym ahirete ait değildir. Ama ahirete aittir zannedilir. Neden böyle kuvvetli bir zan olduğunu açıklayınca kanaatimize siz de katılacaksınız. Ahiret dünya gibi değil. Ahirette, özellikle Hesap Günü geçerli tek belge Kur’an-ı Kerim’dir. Bu gerçeğe rağmen biz Kur’an-ı Kerim’i dünyada geçerli yapamıyoruz değil mi? Hesap Günü geçerli tek belge Kur’an-ı Kerim’dir, geçerli tek hayat imanlı hayattır. Başka hiçbir şey geçerli değil. Bu yüzden Kur’an “o gün, vay yalanlayanların haline” diyor. O hesap günü Rahman ismi gereği herkes yaptığının karşılığını zulmedilmeksizin, haksızlığa uğramaksızın alıyor. “O gün” ifadesini hafif açalım mı? O gün bir döngü olduğu için “gün” diye isimlendirilse de uzun bir süreçtir. Adı “gün” olan zor ve aziym bir süreçte, sırf nimet olan Rahıym çok belirgin hissedilecektir. Başka bir şey yok! Ve tek işe yarayacak şey Allah’ın Rahıym ismi ise, o isim o zaman nasıl hissedilir, bir düşünün. O ismin mü’minler için ahirette devreye gireceğinin zannedilmesi bu yüzdendir. Rahıym ismi ahirette mü’minler içindir anlayışı, sırf nimet olan Rahıym isminin o zor günde çok belirgin hissedilmesi, görülmesi ve yaşanması halini ifade eder gibidir, öyle bir zann, öyle bir algı oluştuğu içindir. Bir diğer nedeni ise, dünyada bu kadar çokluğun içinde o ismi göremiyor olmaktır. Yani Rahıym isminden perdelenmektir. Rahıym ismi olmasa halimiz (yani inananların hali) nice olur? Hayatınıza bakın lütfen! Allah’ın lutfettiği ve hiçbir şeyin karşılığı olmayan o kadar çok destek, o kadar çok yardım göreceğiz ki (Rahiym) Allah’tan… Ama bütün yaratılanlar payını Rahman’dan alır. İnanan inanmayan tüm insanlar merhamet payını Rahman isminden alırken Rahıym ismi iman nuruna mahsustur ve merhamet üstü bir merhamettir. Rahman’daki merhamet diye tanımladığımızın bile dönüp, merhamet diyeceği bir merhamettir o. Rahıym’deki bu merhamet üstü merhamet yalnızca İman Nuru’na, yani iman nuru taşıyanlara, mü’minlere mahsustur.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 14-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER