Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 79

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 21 Eylül 2018 Cuma 10:48:44
 

İslâmî âlimler bir şeyleri tartışıyorlarsa
iki taraftan birini tutmayın
A’râf 172, 173: “Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden kendi zürriyetlerini alıp, onları kendi nefslerine şahitlendirerek, “Elestü Bi Rabbiküm” (Rabbiniz Ben değil miyim) dedi. Onlar da evet, bilfiil şahidiz dediler. Kıyâmet günü “biz bundan gafildik” demeyesiniz (diye). Ve bir de “daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı, biz onlardan sonra gelen bir zürriyetiz. Bâtıl işleyenler yüzünden bizi helak mi edeceksin?” dememeniz (için).”
Ayet “Bellerinden zürriyetlerini alıp” dediği için bu konuda tartışılıyor. Önce bunun kesret diliyle bir cümle olduğunu hatırlatalım. O cümle, insanların bellerinden genlerinin (spermlerinin, döllerinin) alınması manasına gelir. Tefsirlerde “bu sözleşme ezelde mi yoksa rahimde mi oldu?” tartışılmış. İşe daha önce paylaştığımız mana çalıştırma yöntemiyle bakıp şu önemli kuralı önemseyin lütfen: İslâmî âlimler bir şeyleri tartışıyorlarsa iki taraftan birini tutmayın, “bana göre şu doğru” demeyin, yanılırsınız. Mesela, “ezelde mi, rahimde mi?” tartışmasına katılıp “bana göre ezelde” veya “bana göre rahimde” derseniz olmaz. Çünkü ikisi de doğru. Onu tartışanlar bunu fark edemedikleri için tartışmışlar. İslâm âlimleri tartışıyorsa genellikle iki doğru tartışılıyor demektir. Neden tartışıyorlar? Mânâ çakıştıramadıkları için! Genellikle iki doğruyu tartışırlar, çünkü kimse âyete ve sünnete aykırı âlim olamaz ve konu ortaya koyamaz. İkisi de âyet ve sünnet çerçevesinde fikir ileri sürüyor. Siz ikisini birleştirin, o zaman hem tevhidi anlarsınız hem doğru manayı. Bir uygulamasını yapalım.
Ezel şimdinin bilgisidir, şimdi ise ezelin gereğidir
Dedik ki “ezelde mi, rahimde mi?” tartışmasında iki görüş de doğrudur. Ama kader mevzusu iyi anlaşılmamışsa, bir de mânâ çakıştırılamıyorsa iki farklı görüşmüş gibi tartışılır. İkisi aynı anda doğrudur. Ezelde olmasıyla rahimde olması ayrı olaylar değildir. Ezel şimdinin bilgisidir, şimdi ise ezelin gereğidir. Bunları ileride az daha detaylı göreceğiz: Ezel şimdinin bilgisidir, şimdi ezelin gereğidir ve bu süreç insan içindir. İnsan ezeldeki bilgiden yani ezelde verdiği sözden itibaren, rahimde bu işin olmasına kadar o süreci bekler. O süreç “evet, Rabbimsin” diyene aittir, Allah için değildir. Allah beklemez. O bir beklemeden münezzehtir, berîdir. Siz konuya Allah için bakarsanız, rahimdeki ve ezeldeki olay Allah indinde aynı andır, mânâ çakıştırmayla bunu fark edersiniz. Ancak insan için olayın ezelde bilgisi, yaşarken de böyle bir süreci vardır. İnsan için var olan bu süreç kesretin gereğidir. Bu yüzden mânâ çakıştırmak zorundayız. Allah için iş nasıl dediğinizde eğer Allah’ı da sıraya koyarsanız yani O’nu da nefsler gibi bekliyor yaparsanız yanlış olur. İhlâs Sûresi’ne ve Kelime-i Tevhid’e göre davranıp iki manayı tevhid prensiplerine göre çakıştıracağız. Böylece ezeldeki bilgi ile rahimdeki hüküm aynı ana gelir ve tartışılan iki görüş de doğru olur. Bu mânâlar çakıştırılınca zaten o nefsin kaderi yaşanıyor olur. Allah’ın verdiği hükmün yani hükmü verirken ne hükmü vereceğini bilmesinin ve o hükmün zamana yayılan sürecinin ismi Kader ve Kaza’dır ve bu süreç insan için geçerlidir. Göreceğiz inşâAllah, şimdi kulağımızda biraz yer etsin.
“Rabbiniz ben değil miyim?”
ifadesi aslında nefsler için bir emirdir
“Elestü Bi Rabbiküm; Rabbiniz ben değil miyim?” seslenişi dünya hayatındaki algıya dayalı dillere göre çevrildiği için, onu okuyan kişi dûniHİ algı ve zanlarının farkında olmadan yaşıyorsa, onun mânâsını dûniHİ algıyla anlayacaktır. İnandığı için de kabul edecektir ama o kabul İslâm’a uygun değildir. Çünkü bu soruya muhatap nefslerde o anda dûniHİ algı söz konusu değildi. Dolayısıyla, soru dûniHİ algı yokken olduğu için cevapta da dûniHİ algı söz konusu değildir. Şimdi bu soruyu biraz anlamaya çalışalım. Soru ayette bir yanıyla anlatılmış, buradan dûniHİ bir senaryo yazalım diye değil. Nefslere soru şeklinde yönlendirilen “Rabbiniz ben değil miyim?” ifadesi aslında nefsler için bir emirdir. Bu emir yalnızca halifetullah vasıflı insan içindir, yani halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan hal içindir. Bu emrin ne için olduğunu da söyleyelim: Onların Allah fıtratı üzerine yaratılmaları için. Öyle olduğu için, halifetullah vasıflı Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu Allah fıtratı üzere oluşmuştur. Bu emir o fıtratı oluşturan emirdir, “Allah fıtratı üzerine tertip al” demektir. Bunu Rum Sûresi 30. ayetteki “o Allah fıtratı ki insanları onun üzerine yaratmıştır” beyanından öğrendik. Aşağıların Aşağısı yazılarımızda bu konuları dûniHİ algı ile ilişkilendirerek detaylı ele aldık. Şimdi o emri şu cümleyle genişletelim: “Rabbiniz ben değil miyim?” emri, “Billâhi anlamıyla Rabbinizin BEN olduğunu bilecek, gereken bilgiyi anlayabilecek ve ortaya çıkarabilecek özelliklere bürünün” emridir. Bu emirden anlıyoruz ki insan dünyaya gelmek için hazırlanıyor. Daha henüz Hz. Âdem, şeytan gibi prosedürler yok ama yapısı hazırlanıyor. Bu emir dünya yaşantısı için şu mânâya geliyor: Billâhi anlam sana anlatıldığında, sana hüdâm geldiğinde, yani nebî ve rasûller gelip de sana Billâhi anlamın ne demek olduğunu (Âmentü Billâhi”yi) izah ettiğinde, sen Billâhi anlamıyla Rabbinin Ben olduğumu bilecek, gerekli bilgiyi anlayabilecek ve ortaya çıkarabilecek özelliğe bürün. Bu emir, Kendinde Kendine Göre Var olanadır, ona “bu hale bürün” demektedir. O sözleşmede nefsler “evet, bil fiil şahidiz” diyerek bu emre itaat ettiklerini belirtmiştir. Bu beyan, “evet, şu anda zaten bu durumdayız, her halimizle o emiriz, o emir kesildik” demektir. Müthiş bir şey! “Şu an zaten bu emir üzereyiz, her halimizle o emiriz, o emir kesildik.” İşte Ahseni Takviym budur. İnsanı mükemmel yapan bu bilgidir, Birbirlerine Göre Var olan şekil değil. “Aşağıların Aşağısı” kitapçığında Ahseni Takviym’in fiziksel olarak mükemmel yaratılmış demek olmadığını gördük.
Allah’tan emir almak o emrin gereğiyle
yüklenmek demektir
Emrin dünya hayatında insan için ne anlama geldiğine bir örnek ile de bakalım. İnsan beyni kıyasla öğrenmeye ayarlıdır. Kıyasla öğrendiğimiz için her şey zıddıyla yaratılmıştır. Yoksa insan kıyas yapamaz ve öğrenemezdi.
“Allâhümme ENTE Rabbiy” şahitliği Kendinde Kendine Göre Var olanın kalıbıyla ilgilidir. Bunu “İnşirah” kitapçığımızda ayetler ışığında açıklıyoruz, inşâAllah bakınız. Bu şahitlik kalıpla, kalble ilgili bir sözleşmedir. Benzeri başka sözleşmeler de vardır, yani başka “Rabbiniz Ben değil miyim?” emirleri de vardır. Mesela beden de kendine göre sözleşmeler yapmıştır, yaptığı sözleşmelerden çıkamaz. Güneş de yaptığı sözleşmeden çıkamaz. Dünya “ben yirmi dört saatte bir tur yapmaktan sıkıldım” diyemez. Yerçekimi yaptığı sözleşmeden çıkamaz. Bütün bu sözleşmelere sünnetullah diyoruz. Onların yaptıkları işlerin hepsi “Rabbiniz değil miyim?” emrinin gereğidir, soru görünümlü o emrin cevaplarıdır, yani hepsi teslimiyettir. Ve onların teslimiyetleriyle birlikte hem yaptıkları işler hem de idrakları zikrullah mahiyetindedir. Ayet diyor ki: Lâkin siz anlayamazsınız. Yalnızca insan, bu sözleşmeye uygun davranmayandır, diğer kullar uygun davranırlar. Beden diğer kullardandır. Kendinde Kendine Göre Var olan, bu bedende dünya için görünüm sağlar. Eğer siz bedeni çok önemser de “kesinlikle bırakmam” derseniz, âhirette onu size verirler ve âhirette o size azap olur. Çünkü o âhirete uygun bir yapı değildir. Vücut dokularında da bu sözleşme vardır. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” bölümünde karaciğerden bir örnek vermiştik, onu hatırlatayım. Vücudumuzda bir şeker metabolizması vardır, bunu da ana organ olarak karaciğer yürütür. Tek başına değil. İlgili organlar, dokular ve hormonlarla birlikte. Ama kan şekeri seviyesinin tespitinde özellikle karaciğerin yüklendiği rol büyüktür. Karaciğeriniz ve ilgili organlar, hormonlar, enzimler, kan şeker seviyenizi sizin için normal olan sınırda tutmak için nasıl çalışacağının emrini almıştır. Hiç haberiniz olmadan çalışırlar, sizden izin almazlar. Nasıl çalıştıklarından haberiniz oluyor mu? Enzimler ve hormonlar sayesinde, saniyenin çok küçük bir parçasında, bir kaç yazı tahtasını dolduracak kadar çok reaksiyon cereyan eder ki onlar bilinenler, tespit edilenler! O reaksiyonları yazmak saatlerinizi alır. Ama o emri almış olan dokular saniyenin küçücük bir kısmında o işi yapar, hiç haberiniz olmaz. Bir sözleşmedir o. Arı da öyle bir sözleşme almıştır. Âyet var, “ona vahyettik, nasıl ev yapacağını, nasıl bal yapacağını” diye. Bu yüzden, arı değme mühendisin zor yapacağı hesapları yapar. Kokusunu aldığı bir polene ne kadar zamanda gidebilir, ne kadar zamanda geri gelebilir, yuvasına yetişebilir mi, güneş batabilir mi, hepsini hesaplar. Emir aldı. Allah’tan emir almak o emrin gereğiyle yüklenmek demektir. Vücudumuz, yani beyin, kalp, karaciğer, böbrekler gibi yapılar bir emir almışlar ve aldıkları emirle ilgili gerekenleri nasıl yapıyor. İşte kalbimiz yani kalımız da onlar gibi bir emir almıştır. Ancak kalıbın vücud gibi organları yoktur. Kalıp bir duygudur, bir histir, onun mayası idraktır. Dolayısıyla emir idraka göredir. O emrin açılmasından haberimiz olmaz. Vücudumuzdaki kan şekerinin ayarlanmasından hiç haberimizin olmaması gibi, o emir kalbimizden açılır ve ortaya çıkar. İşte bu “Allah Fıtratı”dır. Bu emir bütün insanlarda bu vardır ama bütün insanlarda açılacak demek değildir. Fakat bütün nefslerin kalıpları bu emre göre dizayn olmuştur. O kalıba biraz bakalım:
Dünya hayatı bir prosedür olup esas âhiret hayatıdır
Kalıbın kişilik kazanmış haline Nefs ve Kul Zat demiştik. Kul Zat ifadesi önemli bir bilgi içeren bir tanımdır. İşte o Kul Zat “Rabbiniz ben değil miyim?” emrini düşünmeksizin, bir itiraz, bir ikilem olmaksızın behemehâl aldı. Meleklere “Âdem için secde edin” denildiğinde nasıl behemehâl secde ettilerse, nefsler de (henüz) dûniHİ algıları olmadığı için Ahseni Takviym özellik kazanmak üzere behemehâl bu emre uydular, bir itiraz, bir ikilem söz konusu olmaksızın kabul ve tasdik ettiler. Böylece, aslında “ne olduğumuzu öğrendik. Yaratanımız ve öğretenimiz SENSİN” deyip bir söz verdiler; “bütün bu gerçekleri yaşayarak, görerek öğrendik, bil fiil şahidiz” şehadetinde bulundular; yaratılışlarına şahitlik ettiler. “Yaratılışına şahit olması” insan için çok önemlidir. Henüz daha yaratılmamışken bir kul yaratılışına şâhit olabilir mi? DûniHİ düşünürseniz bunu çözemezsiniz. Billâhi anlamda düşünürseniz çözmeye çalışılacak bir şey yok demektir. Nefsler “bütün bu gerçekleri yaşayarak, görerek öğrendik, bu gerçeklere göre tertip aldık” dediler ve Ahseni Takviym hale geldiler. Onların “evet, bil fiil şahidiz” demeleri buydu ki bütün bu olaylar fıtri akışı içerisinde geçti. “Rabbiniz ben değil miyim?” sorusuna muhatap olan nefs henüz “müstakilen VARIM ve muhtarım” hissini bilmiyor, böyle bir iddia onun için söz konusu bile değil. O biliyor ki “Müstakilen VAR ve Muhtar” Rabbidir, kendisi O’nun yarattığı, O’nun ilmindeki kuludur.
Bu noktada kesret diliyle bir cümle kuralım:
Söylediğimiz bu alt yapı o nefsin dünya hayatındaki imtihanı için elzemdir; dünya hayatı imtihanı dediğimiz hâl için nefsteki bu alt yapı, bu sözleşme elzemdir. Çünkü dünya hayatında onun bir tercih yetkisi (Muhtariyeti Tercih Yetkisi) olacaktı. Esas hedefimiz bu yetkiyi tanımak olduğu için ona doğru geliyoruz. Dünya hayatında insanın bir tercih yetkisi olacak ve “imtihan” denilen hayatın içerisinde bu tercih yetkisini kullanarak Rabbini doğru bilmesi, O’na ulaşabilmesi böyle sağlanacaktır. Amaç âhiret hayatını oluşturmaktır. Kesret diliyle dedik ki dünya hayatındaki imtihan için nefslerdeki bu alt yapı, bu sözleşme gerekliydi. Çünkü tercih yetkisini kullanarak Rabbini tercih edebilecek, rasûl ve nebilerden öğrendiği şekilde Rabbini tercih edebilecek, O’nu tanıyabilecek, O’na ulaşmasını bu alt yapı sağlayabilecektir. Ancak bütün bunlar dünya hayatı için değil, ahiret hayatını oluşturmak içindir. Bu durumda dünya hayatının imtihan olmasının bir açıklaması da şudur: Dünya hayatı bir prosedür olup esas âhiret hayatıdır. Nefslerin esas yaşayacağı yer ahirettir, kul zat için esas hayat âhirettedir. Biz, âhirette nasıl yaşanacağımızın pozisyonlarını oluşturmak amacıyla, âhiretteki yaşantımızı oluşturmak üzere dünyada yaşarız…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti