Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

GECENİN SONU, HAYAL VE RABBANİ OLMAK

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Mart 2017 Salı 12:45:55
 

– 47-
Müzzemmil-4: “Ve Kur’ân’ı tertil üzere oku.”
“Tertil” kelimesi de Kur’ân’ı ders yapmakla ilgilidir. Geniş bir mânâsı olduğu için orijinalini kullanmak yerinde olur. Ama “tertil” şunu demek istiyor: En azından tane tane oku. Kur’ân okuduğun zaman harflerini, kelimelerini tane tane oku, ne dediğini işit, anla, anlamaya çalış. Ve o anladığına bürün, vücudunun kimyasını o anladığınla oluştur, vücudun o anladığına bürünsün. Bu önerileni alışkanlık haline getirirsek ne olur? Ayetler sadrımızdan görülmeye, takvâ elbisesi oluşmaya başlar. Müzzemmil-4’ü paylaştık, siz 2 ve 3. âyetlere de bakarsanız, üçü birbiriyle ilişkilidir; tertil üzere okumayı özellikle gecenin son üçte birinde yapmak önerilir ki Kur’ân’ı ders yapmamız için çok farklı bir ipucudur.
“Gecenin son üçte biri”ni kaçırma
Gecenin son üçte biri, insanın bir işi, bir konuyu anlayabileceği en uygun andır, anlamasına olumsuz tesirler yapacak dünyadaki çeşitli ışın yayınlarının olmadığı en önemli andır. Akşam ezanı ile imsak arasındaki vakti bulup üçe bölerseniz, son kısmı gecenin son üçte biridir. Gecenin son üçte biri olan zaman aralığı, güneşin insana zararının en az olduğu dönemdir. İnsana zarar vermek onu Allah’tan perdelemek demektir. Kişi eğer Allah’ı tanımak işiyle meşgulse, zihnini, kendisini, kalbini bu iş için ayarlamışsa, onu bozacak şey uzaklaşınca Allah’ın rahmeti ona serbest kalır. Bu yüzden, gecenin son üçte birinde Allah’ın rahmeti, merhameti ve ikrâmı dünyayı kaplamış olur, yani son üçte birde bulunduğunuz yeri kaplamış olur. Daha önce kaplamıyor muydu? Kaplıyor. Ama sen bozuyorsun. İkrâmın üstünü örttün, sofrada çok şey var ama üstünü örttün. Gecenin son üçte birinde o örtü kalkar, rahat edersin, Allah’a karşı zihin bulanıklığın kalkar. Dünyaya karşı değil, Allah’a karşı zihin bulanıklığı kalkar. Bu yüzden dünyacı o vakti sevmez. Onlar o saatte uyur, müslüman o saatte kalkar. Çevrenize bakın. Eğer imkânı iyi yerlerde oturuyorsanız, o saatte kalkın dışarıya bakın, birçok taksinin evlere birilerini taşıdığını görürsünüz, uyumaya gidiyorlar, iyice uyuştular. Siz ise kalktınız. Ters! Onların her şeyi ters. Müzzemmil Sûresi 2, 3 ve 4. âyetler, gecenin son üçte birini bize bir ipucu olarak verir, ders yapan için… Fırsatın oldukça oradan yararlan. Bazen çoğalt, bazen azalt, çünkü “Gücün yettiği kadar” diyor. Sen de gücün yettiği kadar yararlan. Hiç değilse haftanın bir gününü, önemli bir gününü yakala veya önemli gecelerde değerlendir; orada oku, orada düşün, orada tefekkür et, orada secdede tövbe et, ağla, şehâdetini orada yap, daha saf ve temiz yaparsın. Bu âyetler bize, “Orayı bir şekilde değerlendirin, atlamayın” diyor.
Esas Allah zikri, daima Allah’ı
düşünmek ve hayal etmektir

Kamer Sûresi 22, 32 ve 40. âyetler aynıdır: “Andolsun, biz Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık, öğüt alıp idrak eden yok mu?”
Rabbimiz “Biz Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık, öğüt alıp idrak eden yok mu?” diye sesleniyor. Bunu size kolaylaştırdık, yok mu bundan öğüt alan? İdrak eden, buna göre hayat tarzı oluşturan yok mu, kolaylaştırdık. Şöyle yaparsanız kolay olur denilmiyor. “Siz anlamazsınız” diyerek korkutanlara inanmayın. Kur’ân’ı her müslüman anlar. Çünkü bir öğretmeni var ki Rabbimiz…
“Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık” seslenişini bir iki cümleyle de olsa paylaşalım, çünkü anlaşılması lazım.
Kur’ân’ın sadece okunması bile bir zikirdir ama âyette söylenen bu değil, yani bu kadar değil. Zikretmek aslında hatırlamaktır. Bunu anlamak üzere çok basit bir uygulama yapalım. Size “Herkes ilkokuldaki sınıfını hatırlasın” diyeyim. Veya buradaki kelime ile söyleyeyim; herkes ilkokuldaki sınıfını zikretsin dediğimde hemen “Şu okul, 4/C” diyebilirsiniz. Hatırlamak bu değil. Sınıfınızı hatırlayın dendiğinde kendiliğinden hayal kurarsınız, hemen zihninize resmi gelir. Zikir hayal kurmaktır. Ham hayal değil, yani esfele sâfiliyn hayali değil. Bu hayal düşünmenin resmidir, resimli tefekkürdür, beyni televizyon gibi kullanmaktır; televizyonda gözükenler düşüncendir. Ekran ise beyninin ilim alanıdır, Allah’ın kendi ilminden (İlmullah’tan) bize hediye ettiği beşeri ilim alanımız. Esas Allah zikri, daima Allah’ı düşünmek ve hayal etmektir. Zat’ını tefekkür değil, dikkat edin yanlış anlaşılmasın. Zat’ını tefekkürü kul başaramaz. Başaramayacağımız için bize faydası olmaz, o bizim için yapılacak bir ibadet değildir. Bu hayal nasıldır, Allah nasıl düşünülür, nasıl hayal edilir, bunları “Aşağıların Aşağısı” yazılarımızın “Kurtuluş Yolu” bölümünde genişçe gördük. Dikkatlice inceleme ve tane tane okuma fırsatımız olursa orada anlatılıyor. Anlamamız gereken şu ki zikrullah Allah’ı hatırlamaktır ve resimsiz, hayalsiz hatırlama olmaz. İsteyin istemeyin önce resim oluşur, sonra cümle kurarsınız. Zihninizde cümleniz ses hızıyladır, resminiz ışık hızıyladır. Buradan ‘Allah’ın resmi’ anlaşılmasın, haşa! Söylemek istediğimiz şey bir hayal, bir algı; Billâhi algı, Billâhi’nin hayali. Zihnimizde zaten küfrün yani dûnillah algının hayali var. Biz zihnimizdeki küfrün hayaliyle Allah’ı düşündüğümüz için başaramıyoruz. Uymaz! Zihnimizde Billâhi hayal kurmayı, Billâhi resim oluşturmayı öğrenmeliyiz.
Sanat yok değil, sanatı
Allah’a karşı kullanmak suç!

Resimle ilgili bir yasak duymuşsunuzdur değil mi? Aslında bâtınî olarak zihinde dûniHİ resim yasaktır. Resimle ilgili esas bâtınî yasak budur. Zâhirî olan ayrıdır, onu demiyorum, dikkat edin, “Zâhirîler sakıncalı değilmiş” gibi bir yanlışa gitmeyin. Bâtınî olanı söylüyorum; zihinde dûniHİ resim yani duniHİ hayal yasaktır. Resim hayal demektir, zihinde Billâhi hayal olmalıdır. İslam’da dûniHİ hayal, dûniHİ hayalin resmi yasaktır. Buradan yola çıkarak bâtınî olandan zâhirî olana gelirsek: Zihninizdeki dûniHİ resmi/hayali kuvvetlendiren dışarıdaki zâhirî her resim yasaktır. Çünkü size Allah’ı unutturur. Bu ister bir tablo ister bir insan olsun, fark etmez; dûniHİ algının sembolü ise, o kapsamda olan herşey aynıdır. Örneğin, kişi gördüğü manzaraya bakıp bir hayranlık göstermez. Ama bir manzara resmine bakıp ressamı över de över. Sonra da bunu sanatla ilişkilendirir. İslâm için öyle değil! İslâm sanat düşmanı değildir. Fark edin ki esas sanatkar Allah’tır. Sanatla meşgul olanlar sünnetullahla meşguldür. Ama sen sanatı Allah’a karşı kullanırsan olur mu? İnsanlar karikatürümü kötü çizdin, heykelimi kötü yaptın diye kızıyorlar, demek ki insan bile istemiyor. Sen esasen Allah’ın olan sanatı al, Allah’ın sanatını al, onu Allah’a karşı kullan, Allah yokmuş gibi yap, sonra da kendini o sanatta ilah ilan et. Dînimizde öyle bir şey yok! Bu îman işi! Sanat yok değil, sanatı Allah’a karşı kullanmak suç! Buna rağmen siz “Ama bu da sanat” diyorsanız, hâyır! Sen bir insanı çok estetik kes, öldür. “Bu cinayettir” dediklerinde de, “Çok estetik kestim, bu bir sanat, bakın bıçak izleri ne kadar estetik, ben sanatımı böyle icra ediyorum” de, olur mu? Resmen cinayet.
Allah’ı zikir Allah’ı düşünmektir, daima. Daima öyle düşünürsünüz ki o düşünceye uymayan bir cümle, bir hal sizi birden irkiltir. Bir otobüste, bir yerde oturuyorsunuz, arkanızda da bir grup konuşuyor, duyuyorsunuz. Çok sevdiğiniz birisi hakkında aslı olmayan bir cümle geçse birden irkilir döner, gerekirse tepki gösterirsiniz, gerekirse müdahale edersiniz değil mi? Hiç bir şey yapamazsanız içinizden “yanlış” dersiniz, “geç onları, onlar cahil” dersiniz. Ama mutlaka bir şey yaparsınız. Eğer daima Allah’ı düşünüyorsanız, O’nun vasıflarına uymayan, O’na hakaret olan bir davranış, bir cümle duyduğunuzda bir anda renginiz değişir, irkilirsiniz, tepki gösterirsiniz. Elbette bunun ölçüsü çok önemlidir, ölçüsünde yapılırsa bu sünnettir. İhlâs Sûresi gelmeden önce, inanmayanlar alaylı bir şekilde Rabbimizi, O’nun vasıflarını Efendimize soruyorlar. Ve vahiy İhlâs Sûresi olarak geldiğinde Efendimiz (SAV), yüzü pembeleşmiş, sesi sertleşmiş, bir tebliğ verir gibi; “HuvAllâhu Ehad, Allâhus Samed” demiştir, onların yanlışlarına karşı irkilmiştir.
“Rabbanîler” yani, Rab’be has kullar olmak
“Andolsun ki; (biz) sizin benzerlerinizi hep helak ettik. (Öğüt alıp) idrak eden yok mu?” (Kamer-51)
“Zikredesiniz diye kolaylaştırdık.” Daima Allah’ı düşünesiniz, daima doğru davranasınız diye kolaylaştırdık. Bunu yapmayanları Kamer-51 uyarıyor: Sizin benzerlerinizi hep helak ettik, öğüt alıp idrak eden yok mu? Kur’ân’ı ders yapma hususunda Hz. Mûsa aleyhisselâm’ın kavminin uyarıldığını gördük. Hristiyanlar aynı şekilde uyarılıyor:
“Bir beşer için olacak şey değildir (yakışmaz). Allah kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet versin, sonra o kalkıp insanlara; ‘Allah’tan ayrıca (Müstakilen var olan) bana da kullar olun’ (desin). Fakat ‘okumakta ve ders yapmakta olduğunuz kitap uyarınca Rab’be has kullar olun’ der.” (Âl-u İmran; 79)
“Rab’be has kullar olun” ifadesi ayette “Rabbânîler olun” diye geçer ve çok önemlidir. Lütfen meâllerden bakın, orayı iyi ders yapmak lazım. Âyetteki “Rabbânîler olun” ifadesi meâllerde biraz gözden kaçmıştır, şimdi bir iki cümleyle göreceğiz. Hristiyanlar uyarılıyor: Okumakta, ders yapmakta olduğunuzu sandığınız kitaba göre, bizim gönderdiğimiz rasûl size ancak “Rabbânîler olun” der, “Bana kulluk edin, ben de müstakilen varım, ilahım” demez. Bu, bir rasûl için olacak şey değil. Hristiyanlar kitaplarını ders yapmadılar ve uyarılıyorlar. O uyarıdan bize de ders çıkıyor. Âyet bize de “Rabbânîler olun” diyor. “Rabbânîler olun”a bir de şöyle bakalım: Birisine “Muhammedî olun” demek ne mânâya gelir? Muhammedî olun; O ne demişse öyle yapın, siz de O’nun gibi olun, O’na benzeyin, O’nu örnek alın. “Rabbânî olun” da öyle bir şeydir. Rabbânîler olun, Rab’binize uygun olun, Rab’binizi yani Allah ahlâkını örnek alın. “Rabbânî kullar olun” âyetinin esas fark edilecek mânâsı şudur; Rab’be has kullar olun. Rabbe has olmak öneriliyor.
“Muhammedî olun” önerisi bu yaşantı sistemindendi, insan yaşantısından bir örnekti, bu örneği anladık. Allah’la ilgili bu öneri onun üstünde bir mânâdır, bu yüzden insana ait mânâ ile anlaşılmaz, olmaz. “Muhammedî olun” önerisinden sonra bize bir üst mânâ öğretiliyor; Rabbânî olun, Rab’be has kullar olun. Rab’be has kul olmak kendini Rabbin dışında sanmamaktır. Has budur, Rab’be has budur. “Âmener Rasûlü”de belirttiği gibi Rab’be has olun. İşte o yüzden biz “Âmentü Billâhi” deriz; biz Allah’a has kullarız. Allah’ın yarattığı kullarız ama Allah’ın dışında kullar değiliz, çünkü Allah’ın dışı diye bir kavram yoktur.
“Rabbânîler olun”da bir uyarı da algıyla ilgilidir. Kişi dünyaya geldiği, kendini içinde bulduğu dûniHİ algı ile Âmentü Billâhi’nin tersini düşünür. “Rab’be has olun” demek “DûniHİ düşünmeyin” demektir. Ayetin içerisinde de Dûnillah geçmektedir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti