Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

HARAMDAN FAKİRE SADAKA OLMAZ

Muharrem Günay 24 Haziran 2019 Pazartesi 13:34:15
 

Devrinin hükümdarı, Seyyid Ebûl-Vefâ Hazretlerini imtihan etmek istemişti. İhlâs ve velâyet derecesini anlamak istiyordu. Bunun için, helâl yoldan kazanılmış yüz dînârın içine, haram yoldan kazanılmış on dînâr koydu. O on dînârın üzerine, kendisinin anlayabileceği bir işâret bıraktı. Bunların hepsini bir kese içine koyarak, adamlarından birine verdi ve “Bunları Ebû’l-Vefâ’ya götür, talebelerine dağıtsın” dedi. Gönderdiği kimse, Ebû’l-Vefâ’nın huzûruna gelerek, halifenin dediğini söyledi. Ebû’l-Vefâ Hazretleri, “Keseyi çevir de mührü açılsın” buyurdu. O kimse söylenileni yaptı ve kesenin içindekileri bir tabağa boşalttı. Seyyid Ebû’l-Vefâ, “Şunları ayır. Şunları da, şunları da” diyerek, halifenin karıştırdığı haram yoldan kazanılmış olan on dinârı birer birer ayırdı. Helâl yoldan kazanılmış olan yüz dînârı alıp kabûl etti. On dînârı da bir keseye koydurarak, “Bu dînârlar, fakirlere nafaka olarak harcanamaz. Götür kendisi harcasın” diyerek, halifeye geri gönderdi. Halife, on dînârı eline alınca gördü ki, işâretlediği ve haram yoldan kazanılmış olan dînârlar idi. O zaman anladı ki, Tâc-ül-ârifîn Seyyid Ebû’l-Vefâ Hazretleri, Allahü Teâlâ’nın velî kullarındandır. Cenâb-ı Hak sevdiği kullarını haramdan korur.
Elmanın Suyu
Tâbiînden, İslâm âleminde Ashâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleri’nin babası Sâbit hazretleri, daha bekâr iken temiz ahlâklı, takvâ ve verâ sâhibiydi. Zühdü, salahı ve ilmi pek çoktu. Yüzünde bir nur vardı.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Elmayı alıp, abdestten sonra elinde olmayarak dişledi. Fakat tükürüğünde kan gördü. Kendi kendine; “Şimdiye kadar bana böyle bir hal olmamıştı. Buna sebep ısırdığım elma olmalı” dedi ve buna pişman oldu.
Elma sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet ısırdığı elmanın ağacını buldu. Ağacın sâhibini aradı. Onun cömert ve ihsân sâhibi biri olduğunu öğrendi. Oradakiler; “Çok cömert ve ihsân sâhibidir. Elma ağacındaki bütün elmaları alsan, alma demez. Bir tane elmadan ne çıkar.” dediler.
Sâbit aramalardan sonra, bahçenin sâhibini buldu ve “Ya elmanın parasını al yahut helâl et.” dedi. Bahçe sâhibi onun haramlardan ve şüphelilerden sakınma hususundaki gayretini görüp, hareketinin doğru olup olmadığını kontrol etmek istedi. Sâbit’e; “Helâl etmem için ne vereceksin?” diye sordu. Sâbit; “Altın istersen altın, gümüş istersen gümüş” dedi.
Bahçe sâhibi; “Ben altın, gümüş istemem. Kıyâmet gününde senden dâvâcı olmamamı istiyorsan, bir teklifim var. Onu kabûl edersen hakkımı helâl ederim” dedi. Sâbit; “Teklifin nedir?” diye sordu. Bahçe sâhibi; “Benim bir kızım var; gözleri görmez, kulakları duymaz, dili söylemez, ayakları yürümez. Bunu sana nikâh etmek istiyorum. Kabûl edersen elmayı sana helâl ederim. Yoksa yarın kıyâmet günü Allahü Teâlânın huzûrunda seni mahcûb ederim.” dedi.
Sâbit kendi kendine; “Ey dîninde sâbit olan Sâbit! Kıyâmette tehlike ve sıkıntılara mâruz kalmaktansa buna dünyâda katlanmak daha iyidir” deyip kabul etti.
Bahçe sâhibi, teklifinin kabûl edildiğini görünce, böyle bir kimseye kızını vereceği için çok sevindi. Nikâhı yapıldı. Gece olunca Sâbit üzüntü ile nikâhlısının bulunduğu odaya girdi. Orada, gâyet süslü, güzel, sağlam, görür, işitir, konuşur, yürür bir hanımla karşılaştı. Hanım efendi kalkıp Sâbit’i karşıladı. Saygı dolu ifâdelerle konuştu. Sâbit kendi kendine; “Yâ Rabbî! Bu ne iştir. Hayal mi yoksa rüyâ mı?” dedi. Hanımın kendi nikâhlısı olduğundan şüphelenip odadan geri çıkmak istedi. Hanımı; “Niye çıkıyorsun Ey Allahü Teâlânın sevgili kulu? Senin helâlin benim!” Dedi. Sâbit ona; “Baban seni bana kötüledi. Kördür, sağırdır, dilsizdir, kötürümdür” diye târif etti. Sen ise ne güzel yürüyorsun ve ne iyi konuşuyorsun. Niçin böyle söyledi. Şaştım doğrusu. Muhakkak bunda bir hikmet vardır” dedi.
Nikâhlısı kız; “Bu bir sırdır, izin ver açıklayayım. Babamın sözünde yalan yoktur. Dînini kayıran ve seven bir insandır. Seneler oluyor bu evden dışarı çıkmış değilim. Şimdiye kadar hiçbir yabancı, yüzümü görmedi. Ben de bir yabancı yüz görmedim. Bu sebeple gözlerim harama kördür. Kulağım bir yabancı sözü duymamış ve günâh işlememiştir. Bunun için günâha karşı sağırdır. Ayaklarım günah yerlerine gitmez, bunun için kötürümüm. Dilimden hiç kötü söz, günâha sebeb olan bir kelime çıkmadı. Onun için dilsizim. Babamın sözlerindeki hikmet budur” dedi. İşte büyük âlim İmâmı Âzam Ebû Hanife şüphelerden kaçınma konusunda bu derece titizlik gösteren böyle bir baba ve anadan dünyaya gelmiştir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti