Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

HAYATIN GAYESİ, TALİB’İN KORKUSU – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 10 Kasım 2017 Cuma 13:44:46
 

– 23 –
Hz. Âdem aleyhisselamın ayette bize önerilen çok önemli bir tövbesi var:
“Rabbena zalemna enfusena ve in lem tağfirlena ve terhamna le nekunenne minel hasirin: Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
Hz. Âdem’in tövbesi gibi ayetle önerilen bir diğer tövbe de Hz. Yunus aleyhisselamın tövbesidir:
“La ilahe illa ENTE, subhâneKE inniy küntü minez zalimin: İlahlık iddiaları yok, ancak SEN. Ve sen sübhansın. Ben ise (nefsine) zulmedenlerden oldum Allahım.”
Bir de Efendimiz SAV’in duruşu ve tövbesi var:
“Sübhanallahi ve Bihamdihi sübhanallahil azim, estağfirullah ve etubü ileyh.” Bu Efendimiz’in duruşudur. Lütfen dikkat edin, bu tövbe ve teslimiyetlerin hiç birisinde “bir daha yapmayacağım” ifadesi yok. Bu yüzden, Allah’a yönelip tövbe ederken “bir daha yapmayacağım” demek doğru bir tövbe ediş değildir.
O tövbeleri şöyle de tefekkür edebiliriz: Hz. Âdem’in tövbesi, “Rabbena zalemna enfusena ve in lem tağfirlena ve terhamna le nekunenne minel hasirin” yakarışı bir BEKLEYİŞ’tir: Bir şey yaşadı ve bekleyişte, bu tövbede bir bekleyiş var. Hz. Yunus’un tövbesi, “La ilahe illa ente Subhâneke, inni küntü minez zalimin” bir ARAYIŞ’tır: Efendimiz’in hali ise bir DURUŞ’tur: Sübhanallahi ve Bihamdihi sübhanallahil azim, estağfirullah ve etubü ileyh. Burada doğruyu yaşadığını hissediş var ki, doğruyu yaşadığını hissetmek bir duruştur, Efendimiz’in duruşudur.
Tespih namazı ikame etmek, tanrılığından
kurtulmak isteyen için çok önemlidir
Bunları şunun için söylüyoruz: İnsan bu örnek tövbelerle hayatını kompoze edebilir. Bir olayın düzelmesinin beklenişinde Hz. Âdem’in tövbesi, doğruyu arayışta Hz. Yunus’un tövbesi, doğruyu yaşadığınızı hissettiğinizde Efendimiz (SAV)’in tövbesi. Dolayısıyla: Hz. Âdem umuyor, Hz. Yunus “La ilahe illa ente subhaneke inni küntü minez zalimin” diyerek arıyor. “Bir hakikat var onu bulamadım, onun sıkıntısındayım” deyip arıyor. “Balığın karnı”nı yorumlayanlar, onu dünya işi, dünyadaki sıkıntısı dedikleri haldeyken doğruyu arayış hali ve gayreti diyorlar. Ve Efendimiz; bir duruşu yaşıyor: Sübhanallahi ve Bihamdihi sübhanallahil azim, estağfirullah ve etubü ileyh. Efendimiz’in bu tövbesi sübhanallah duruşudur, elhamdülillah duruşudur. Bu aslında “B” idrakının duruşudur ki “Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber duruşu” bize bir şeyi de hatırlatır: Salât-ı Tesbih, yani Tesbih Namazı.
Salât-ı Tesbih de Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber duruşudur. Bilirsiniz, o salâtın zikri budur: Sübhanallahi vel hamdülillahi ve La ilahe illallahu vallahuekber, Ve La havle ve La kuvvete illa Billahil aliyyil azim. Bu zikir ve bu özelliğiyle salât-ı tesbih tanrıdan, tanrılık iddiasından kurtulmak isteyen için çok önemli bir laboratuardır. O öyle önemli ki… Salât-ı tesbihteki “Sübhanallahi velhamdülillahi ve La ilahe illallahu vallahuekber” zikri bütün manaları, her şeyi kapsar…
SÜBHANALLAH: Allahım Sen ne sanıyorsam öyle değilsin, ne düşünüyorsam, nasıl biliyorsam öyle değilsin, her şeyden münezzehsin. Hakikat suretsiz, Seni sen bilirsin, sen Sübhan’sın… Sübhanallah’ı tarif etmek sayfalarca yazsak bitmez… Siz “Sübhanallah”ı herhangi bir dile çevirmek isteseniz, ne yazsanız daha yazmanız gerekir. Ama “Sübhanallah” dediğiniz zaman hepsini bir seferde bir duruş olarak ifade etmiş olursunuz: Allahım Sen münezzehsin…
ELHAMDÜLİLLAH: Bu bir nevi bir itiraftır, “La havle ve la kuvvete illa Billah, Güç Allah’ındır” itirafıdır. Yaşantınızda “A”nın yani tanrılığını ilan ve iddia eden yapının veri tabanını incelediğinizde, onun kendine verildiği kadarıyla Rab gücüne sahip çıktığını görürsünüz; “güç bendedir” der. Dolayısıyla, o idraktaki hayat tamamen “la havle ve la kuvvete” kapsamındadır, “İlla Billah” değildir.. Bize bu öğretilmiş: La havle ve la kuvvete illa Billâh: Güç ve kuvvet ancak Allah’ta! Bu cümle, benim veya başkasının gücü yok demek değildir, onu meallendirirken “ikilik” içeren çevirmeler yanlıştır. Kimsede güç yok değil, güç ve kuvvet ancak Allah’ta! Elhamdülillah bir nevi bu manayı içerir.
ALLAHUEKBER: Bu bir haşyet içerir. Bir Allahuekber korkusu var, korkmamız gereken bir “Ekber” var.
En azından böyle bir tefekkürle salât-ı tesbih ikame etmek, tanrılığından kurtulmak isteyen için çok önemlidir. Tanrıya ait veri tabanının yok edilmesinde, önemli ruhi gelişim ve açılımların oluşmasında bu salât önemlidir. Kıyamda, rükûda, secdede sürekli bu tefekkür, bu zikrullah ile…
Şu dünyada gerçekten talib
 olunması gereken bir şey var:

Bu işin talibi için hızlı adım attıracak ikinci önemli şeyi de paylaşalım. Ama önce talib nedir ve neye talibdir, bunu bir tanımlayalım. Bir şeyi idrak etmekte tarif çok önemlidir. Bu yüzden Talib’i iyi tarif ve tespit etmek lâzım: Talip dediğimiz neyin talibidir aslında? Biz burada biraz yanılıyoruz. Özellikle tasavvufla bilimsel ve çağın getirdiği yararlanılabilecek imkânlarla yakından ilgilenenler genellikle şunun talibidir: Hakikati anlayabilmek! Hakikati anlayan hale “veli hali” denirse, kişi işte bu hale taliptir. Veli olmaya değil de bu hale taliptir. Hakikati anlayan kişi veli birisi olduğu için onun haline taliptir denir, öyle düşünülür. İşte talipliğe bu noktadan başlamak doğru değildir, bu konuya böyle talib olmak çok doğru değildir. Peki, talib nedir? Tasavvuf kitaplarında, özellikle geçmişe ait büyük zatların yazdıkları kitaplarda hep Talib’e seslenilir; “Bu iş talibin işidir, talibine anlatıyoruz” denir, ama Talib tarif edilmez. Çünkü kime sesleniyor? Arife! Seslenilen kişi “Arif olduğuna göre “Talib’in tarifini biliyordur” diye çok da tarif edilmez. Ama biz dilerseniz önce “neye talib olmak lâzım?” bunu tarif ederek başlayalım. Çünkü işe böyle başlamak gerekiyor.
Birinci basamakta cehennemden kurtulmaya TALİB olmak lâzım. Gene geldik cehenneme ve korkuya. Kur’an-ı Kerim’i lütfen inceleyin, “Allah’ı sevin” diye sürekli yinelenen bir tavsiye bulacak mısınız? Bulamayacaksınız. Ama “Allah’tan korkun” uyarısını hep bulacaksınız, o kadar sık ki… Allah’tan korkun, yalnız Allah’tan korkun, benden korkun… Yanlış bir sevgi tuzağına düşmeyelim. Eğer yanlış bir sevgi yumağının peşinde koşuyorsak, inanın işler bozulur. Bilesiniz ki, gördüğüm dışında bir şey paylaşmıyorum, anlattığım şeyi görmüşümdür, gördüğüm şeyi anlatırım. Şunu çok net gördüm; yanlış bir sevgi propagandasının peşinde koşanlar hakikati bilemez. Hakikati anlamak, bulmak için ayetlere yönelmişseniz onlar size “Allah’tan korkun, yalnızca Allah’tan korkun” diyor. O halde önce bir korkmak lazım. Dolayısıyla, bu korkuyla İLK TALİB OLUNACAK ŞEY cehennemden kurtulmak olur. Cehennemden kurtuldun mu başka bir şeye gerek yok. Veli pozisyonunda olacağım diye velayetle ilişkili sanılan tayy-i mekân, o bunu bilmek gibi şeyler boş işlerdir. Şu dünyada gerçekten talib olunması gereken bir şey var: Ben cehennemden nasıl kurtulacağım? Hatta, ben cehennemden kurtulabilecek miyim? Efendimiz (SAV)’in yanında, Efendimizin sohbetinde sahabeleri inceleyin, hepsinin telâşı bu! Hiç biri uçmak kaçmak gibi bir taleple oturmuyor orada. Tek telaşları var: Biz cehennemden nasıl kurtulacağız? Şunu söyleyeyim: Aslında bu işi önemseyenler cehennemden kurtulma telaşı olanlardır, bu telâşı yaşayanlardır. İşin gereği böyledir. Ondan kurtulmak için hakikat peşinde koşmak zorundasın, başka şekilde kurtuluş yok! Ama hakikatin peşinde yanlış plânlarla ve tekniklerle koşulursa ulaşılan o hakikat insanı cehennemden kurtaran bir bilgi olmuyor. Demek ki, bu işin talibinin çok önemli bir özelliği onda cehennem korkusunun olması. Talip “Ben bu cehennemden nasıl kurtulacağım?” korkusu ile yaşar, o korkuyu taşır. TALİB’İN KORKUSU budur.
Korku ve telâşımız, ben cehennemi
nasıl halledeceğim telaşı olmalı

Yunus Emre’nin şiirleri veya tasavvuf ehline ait bazı yazılarda cehennem korkusu veya cennet hevesiyle Allah’a yaklaşmak alt basamak gibi hissedilebilir. Bir bakıma doğrudur ama cehennemi halletmeden o basamak gelmez ki. Onlar “bana Seni gerek Seni” cümlesini ne zaman söylüyor? Cehennem korkusunu, cennet sevgisini yaşadıktan sonra! Hemen başlar başlamaz “bana Seni gerek Seni” demiyorlar, başlarkenki korkuları çok farklı. Meseleyi kavrayıp, mücadele edip, Biiznillah cehennemden kurtulduktan sonra “bana Seni gerek Seni” anlayışı başlıyor. Öyleyse önce korku ve telâşımız, ben cehennemi nasıl halledeceğim telaşı olmalı. Bu telâşın, bu sıkıntının bizi 24 saat meşgul eden bir husus olması çok önemli. Bu korku yoksa kişi bu işten de sıyrıldı, uzaklaştı demektir! Bizi diri tutacak olan, bu işle meşgul edecek olan budur: Ya cehennemden kurtulamazsam? Bu bilgilerle dolu olsanız bile, kurtulamazsanız neye yarar? Dolayısıyla bütün mesele bu: Ben cehennemden nasıl çıkarım? Çünkü cehennem herkesin güzergâhı üzerinde! Güzergâh kesin bu! Cennet bir ihtimal! Önümde cehennem var ve ben nasıl kurtulacağım? Bunu bir saplantı değil ama halledilmesi gereken çok önemli bir mesele haline getirmeliyiz.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-23-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti