Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İÇİÇE BİR MEKANİZMA

-1-
Euzü Billahi mineş şeytanir raciym
Bismillahir Rahmanir Rahiym.

1) Elem neşrah leke sadrak
2) Ve vada’na anke vizrak,
3) Elleziy enkada zahrak,
4) Ve rafe’na leke zikrak,
5) Fe inne meal usri yüsra,
6) İnne meal usri yüsra,
7) Fe iza ferağte fensab,
8) Ve ila rabbike ferğab.
Sadakallahul aziym.

1) Senin için sadrını inşirah etmedik mi?
2) Böylece yükünü senden almadık mı?
3) Ki o senin zahrını çatırdatmıştı!
4) Ve senin için zikrini yükseltmedik mi?
5) Bundan ötürü o zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
6) Muhakkak ki, bu zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
7) Boş kaldın mı hemen başka işe koyul,
8) Ve Rabbine rağbet et.
Sadakallahul aziym.

Sübhane rabbike rabbil ızzeti amma yasifun,
Ve Selamün alel mürseliyn,
Velhamdülillahi rabbil alemiyn. Âmin
***
Âlimlerin çoğunluğuna göre İnşirah Sûresi Mekke’de Duha Sûresi’nden sonra onikinci sırada nazil olmuştur ve sekiz ayettir.
Şimdi ilerideki açıklamaları birbiriyle kolay ilişkilendirebilmek ve bizler için önemli olacak manaları hızlı ve anlaşılabilir çıkarabilmek için bazı tarifler yapacağız. Lütfen bunları anlamaya, tarif edilen kelimeleri yakalamaya gayret ediniz.
VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in Ehad ve Samed olan Kendini Hissetmesi’nden dileğini suretlendirdikten sonra onun kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir.
Cümleyi daha iyi anlamak üzere kısım kısım ele alalım:
VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den; yani Vahidiyet’in kendini hissetmesinden dileğini suretlendirdikten sonra, onun kendisini bilmesini dilemiş ve “Kün” demiştir. VahidülEhadüsSamed, Vahidiyet’in kavramamız gereken önemli bir özelliğidir. Daha önce Tanrı İlmi konuları içerisinde VahidülEhadüsSamed özelliğini ve Nefs-i Vahide’yi detaylıca görmüş ve ayetlerden incelemiştik. Bu nedenle, size yabancı gibi gelen kelimeler olursa onlara tanrı ilmi kitapçığımızdan bakınız lütfen.
VahidülEhadüsSamed olan Allah Nefs-i Vahide’den: Nefs-i Vahide Vahidiyet’in kendini hissetmesi demektir. Kendini hisseden, yani Vahidiyet’te kendini hisseden! Nefsi incelerken onun kendinizi hissetmenizle ilişkisini kurmuş ve tanımlamıştık. Şimdi de tanımlar yapılırken Kendini Hissetme Duygusu çok geçeceğinden, onu kolay yakalayabilmek bağlamında Kendini Hissetme Duygusu’na şöyle bakabiliriz:
Can… “Kün”… “Feyekün”… Ben…
Kendini Hissetme Duygusu’nun açılım ve ortaya çıkış hallerinden birisiyle yaklaştığınızda, siz sizde bulunan Kendini Hissetme Duygusu’na can da diyebilirsiniz. Can veya “bir insanın canı” dediğimiz zaman kastettiğimiz şey aslında ondaki “Kendini Hissetme Duygusu”nun bir halidir. Hatta siz “canım sıkılıyor” dersiniz ya, bunu söylerken ileride gelecek konulara uyan bir tanım yapmış ve “canım sıkılıyor” demekle Kendini Hissetme Duygusu’yla ilgili çok önemli bir bilgiyi itiraf etmiş olursunuz aslında.
İşte; Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in kendini hissetmesinden Allah dilediğini suretlendirdikten sonra, o surete “kendini bil” demiştir, o suretin kendisini bilmesini istemiştir: Ve böylece çokluk âlemi başlamıştır. O suretin kendisini bilmesi için, bu dileği için o surete nazar ederek “Kün” demiştir. “Kün”den hemen sonra “feyekûn” olur; OL der ve olur. Dolayısıyla Allah, “kendini bil” için “Kün” deyince hemen ”feyekün” sonucu Allah’ın o kuldaki dileğinin şartları kaydının altında kul, kendisindeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile kendisini bilmiş ve bu halini de “BEN” diyerek kendi kaydı dışına takdim etmiştir. Allah’ın dileği suretlendiğinde, Allah o surete “kendini bil” dediğinde o surette o kulda ne dilemişse, o suret, o kul; o dileğin şartları altında, kendisindeki “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” ile kendisini bilmiş ve bu hali de “BEN” diyerek kendi dışına, kendi kaydı dışına takdim etmiştir.
SADR nedir?
Kul’un “BEN” derken kendisindeki kastının alanı o kulun SADR’ını oluşturur: Bakın Sadr’ı tarif ediyoruz; göğüs diye anlamlandırılan sadr aslında şudur: Kul “BEN” derken kendisinde bir şeyi kast ediyor ya, işte kendisindeki bu kastının alanı “SADR”dır! Kast ettiği şeyin alanı o kulun sadrını oluşturuyor. Yani kişi Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla “BEN” dediğinde o kaydın oluşturduğu alanın, kayıt yüzünden kulda oluşan kastın, onun kast ettiği şeyin alanı; yani birinin “BEN” derken sunduğu, takdim ettiği, kast ettiği şeyin alanı o kulun sadrını oluşturur. Kul bu alanla ilgili hissiyat dalgalanmalarını sırt ve göğsünde gözleyebildiği için bu alana sadr diyoruz. Yani kişi “BEN” derken kast ettiği alanda meydana gelen hissiyat dalgalanmalarını esas itibariyla göğsü ve sırtında gözleyebildiği, toplayabildiği ve bulabildiği için bu alanın genel ismi sadrdır.
Aslında biz bir alandan bahs ediyoruz ve bu alanın tümüne, tüm alana sadr denir diyoruz. Kişi “BEN” dediğinde “BEN” derken “kast ettiği kaydı”nı kapsayan bu alan onun sadrıdır. Demek ki, bu alana bu geniş alana, alanın tümüne “sadr” veya “göğüs” denmesi, bu ismin verilmesi; bu alanın hissiyat dalgalanmalarını kulun göğsünde ve sırtında hissetmesi nedeniyledir! Bu alanın tamamına ait hissi göğsünde ve sırtında, bu bölgede yakaladığı ve hissettiği için alanın tamamına sadr denmiştir! Bu yüzdendir ki, ayetlerde geçen “sadr” bazen doğrudan göğüs kafesini, bazen de alanın tamamını ifade eder. İşte “sadr” o alana seslenme, tüm alanı işaret etme sadedinde verilmiş bir isimdir. O alanda meydana gelen hissiyat dalgalanmalarını, o alana ait duyguları hissettiğiniz yer göğsünüz ve sırtınız olduğu için, onlar göğüs ve sırt merkezli bir hissiyat olarak açığa çıktığı için isim konulurken alanın tamamına “sadr” denilmiştir.
Sadr’ın içinde kalb,
kalbın içinde fuad, fuad içinde lüb

Ancak; sadr genel çerçevenin adıdır ve içerisinde “KALB”ı barındırır. Kalb’ı, Kalıb’ı barındırır. Sadr genel alandır, genel çerçevedir, sadrın içinde kalb vardır. KALB ise, işlevlerinden birisine atfen “FUAD” olarak da adlandırılsa da, aslında KALB “FUAD”ı barındırır. İşlevleri yüzünden “kalb” yerine “fuad” ismi de kullanılıyorsa da veya “fuad” yerine “kalb” manası çıkarılıyor ise de, aslında “FUAD” kalbin bir işlevidir! Öyle bir işlevidir ki; kalbin tamamını kaplar, kalbin tamamını kaplayan bir işlev olduğu için kalb fuadı barındırır. Evet, geniş alan, genel çerçeve SADR, sadrda KALB, kalbde de FUAD!
Kalb ve Fuad’ın manasını yakalamak için, tam oturmasa da bir örnek verelim. Kalble fuadı şu şekilde düşünebilirsiniz: İngilizce’de bir “house”, bir de “home” vardır ya! Eve bazen yuva dersiniz ya, işte ev derken kalbi düşünüyorsanız, yuva derken de onun bir işlevini düşünürsünüz. Oradaki bir işlev yüzünden ona “yuva” diyorsunuz ya, işte “fuad” onun gibi bir şeydir.
Kalbin özünün, esasının öyle bir özü vardır ki, onun adı da Lüb’dür. Şimdi bunları en dıştan itibaren sıralayacak olursak; SADR ve içinde KALB, kalbde FUAD, fuadda da LÜB. Bunlar aslında farklı şeyler değillerdir, ama organize çalıştıkları için; sadr, kalb, fuad ve lüb isimleriyle adlandırdığımız organize bir mekanizma söz konusu olur. Sadr, Kalb, Fuad ve Lüb bu mekanizmanın, bu organizasyonun fonksiyonel isimleridir.
Paylaşımlarımızda bunları adım adım tanıma yolunda ilerlerken, tanımlamaya ve bu tanımları genel çerçeveye yerleştirmeye çalışacağız inşaAllah.

İNŞİRAH -1-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER