Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İman şart ama, doğru yolda amelle ilerlenir

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 21 Aralık 2016 Çarşamba 13:43:44
 

Doğruyu öğrenelim diye verilen zannı (vehmi,  vehim yetkisini) suiistimal ediyor oluşumuzu, yani duniHi algıyı, esfele safiliyn yapıyı fark etmeliyiz. Hucurat Suresi 12. ayette “zannın çoğundan kaçının” buyrulan “zannın çoğu” budur, yani dûniHİ algıdır. Bu gerçeği lütfen görelim.
“Nefslerinizi tezkiye etmeyin (kendinizi aklamaya çalışmayın).” (Necm-32)
Esfele Sâfiliyn o kadar kuvvetli ki, sahibi kullarını uyarıyor: Yanlış yapıyorsunuz, kendinizi aklamaya çalışmayın. Kur’an’ı ders yapın. Siz Kur’an’ı tefekkür edip ders yapmıyor musunuz?
Uyarıları duyup ders yapınca öğrendik ki ayet bize sesleniyor: Sakın nefsinizi tezkiye etmeye, kendinizi aklamaya çalışmayın.
Ve “Hâinler için hasıym (savunucu) olmayın.” (Nisa-105)
Diyelim ki Allah’a karşı yanlış yapan birisi var ve sen onu, o yanlışı savunuyorsun. Allah’a karşı küfrü yaşayanı, hâinlik yapanı savunma, bu hâlin seni batırır. Bunlar beyinle ilgilidir, kurtuluş yoluyla ilgilidir, bu savunuş seni mahveder, Kur’ân’ın önerdiği, istediği amelleri yapamaz ve yaşayamazsın. Aman yanlışı savunma!
Kendinin yanlışlarını da savunma!
DûniHİ algı yüzünden insan bâtılı hoş görmeye, aklamaya, savunmaya çok meyillidir. Bu davranışı huy edinen dûniHİ algıdan çıkamaz. İnsan batılı neden hoş görür? Bâtıl’ı hoş görmenin sebepleri var. Birisi rahat günah işleyebilmeyi seviyor ve istiyor olmaktır.
“Kendi nefslerine hâinlik edenleri savunma. Muhakkak ki Allah, sürekli hâinlik yapanı sevmez.” (Nisa-107)
Ayetler böylece uyarıyor. Ama insan dûniHİ algıda olduğu için uyarılara aldırış etmiyor.
Biz “DûniHİ bir varlık YOKTUR; Allah’tan başka müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” diyoruz. Ama bir zavallı çıkıyor, hem de Efendimiz (SAV) in lanetlediği bir yolla, dövmeyle kocaman “Ben Varım!” yazdırıyor. Farkında değil yazık! Gün gelecek soracaklar, “varsan haydi” diyecekler.
Hac-62 ve Lukman-30, dûniHİ algı sebebiyle “Müstakilen VAR ve Muhtar” zannedişlerin bâtıl olduğunu bize öğretti. Kur’ân bu bâtılın yaşantımızdaki yerini, önemini de anlatıyor. Bakın:
“(O) Sema’dan bir su inzal etti de (böylece) vadiler kendi kaderlerince sel olup aktı. O sel üste çıkan köpüğü yüklenmiş taşır. Bir süs veya başka eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah Hakk ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider, insanlara fayda veren şeye gelince o Arz’da kalır. İşte Allah böyle misaller verir.” (Ra’d-17)
Bu âyette Hakk suya benzetiliyor. Suyun hayattaki yeri, önemi, yararı ve her bir işlevini düşünürseniz Hakk’ın misali su! Bâtıl hızla akan suyun üzerindeki köpüğe benzetiliyor: Su hızla akarken sel olup akar ve köpük yapar. Köpük ne işe yarar, köpüğün ne faydası var? Hiç! Onunla yaşayamazsın. Rabbimiz diyor ki, sonsuz hayatın önemliyse suyu önemse, köpükle yaşayamazsın! Hakk aynı zamanda altın, gümüş madenlerinin işlenmesi sürecine de benzetilerek, madenler eritilirken üzerinde meydana gelen köpük batıla misal getirilmiştir. Sanatkâr cevheri eşyaya çevirir, köpüğü alır atar.
Din günü, o “zor gün”de, o “şiddetli gün”de atılanlardan olmayalım…
İnşaAllah bir dua yapıp devam edelim:
Eşhedü en Lâ ilâhe illallahu ve eşhedü enne Muhammeden abduHU ve RasûluHU. Allahım, temizlenmiş ve tövbe etmiş, sırâtı müstakıymine dâhil olmuş, kendisinde bir korku ve mahzunluk bulunmayan nefs-i mutmain salih kullarından eyleyiver biz kullarını. Allahım, o zor günde, din gününde, o şiddetli günde huzuruna Kalb-i Selim ile gelmiş, kendisinde bir korku ve mahzunluk bırakmadığın, yüzünü nurunla nurlandırdığın, kitabını sağ tarafından verdiğin, mizanında sevabı ağır gelen, cehennem ateşinden koruduğun, cennetinle mükâfatlandırdığın; Rasûlullah, Nebiullah, Habibullah Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV) e komşu eylediğin; Cemalullah’la şereflendirdiğin mutlu kullarından eyleyiver biz kullarını Allahım. Âmin. Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve Âdeme ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehüm minen Nebiyyine vel Murseliyn. Salavâtullahi ve selâmuHU aleyhim ecmaıyn, birahmetike yâ erhamer rahımiyn, vel hamdü lillahi rabbil âlemiyn. El-Fâtiha.
Eski ve yeni putlar
Metal işleyen sanatkârın işe yarayan kısmı alıp köpüğü atışı gibi, o şiddetli günde işe yarayan kısım cennete, köpükler cehennemedir. Köpük olmayalım.
Allah böyle misaller verir. Ama misalleri okurlar, anlamayıp beğenmezler, “Böyle misal mi olur, biz daha iyisini veririz” derler. Siz öyle demeyin, misallerin anlatmaya çalıştığı mânâları anlamaya çalışın, Rabbimiz böyle buyuruyor.
DûniHi algı ve zann’larını fark etmeye, yaşanan hayata dair Kur’an’dan örneklerle devam edelim.
“(Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı verilmiş, etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: ‘Ben, servetçe daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.’ Böylece nefsine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: ‘Ebediyen bunun yok olacağını zannetmiyorum. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.’ Arkadaşı ona hitaben: ‘Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin? Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde ‘Maşaallah, Lâ kuvvete illa Billâh’ deseydin! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki;) belki Rabbim bana senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.’ Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. ‘Ah, keşke Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!’ diyordu. Kendisine destek için dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiği) bir güç çıkmadı ve böyle bir gücü kendisinde de bulamadı. İşte burada yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı hayrlı olan da akıbet olarak hayrlı olan da O’dur.” (Kehf; 32-44)
Hızlı ve kısa bir analiz yapalım: Konuşan bu iki kişi bir putun başında değiller, normal işleriyle meşguller. Bunu fark etmezsek âyeti kendimize, günümüze taşıyamayız. Ayetteki olay tamamen bizim günlük yaşantımız! Diyor ki; “Servetçe senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”
İnsan sayısı geçmişte çok önemli bir özellikti. O zaman şimdiki gibi güvenlik birimleri ve kurumlar yoktu. Kişiyi koruyacak olan kendi askerleri yani oğullarıydı. Bu yüzden insan sayısı bugünkü para pul gibi bir güçtü.
Birisi “Ben servetçe daha zenginim, insan sayısı bakımından da senden güçlüyüm” diyerek bir kıyas yapıyor ve karşısındakini küçümsüyor. Bu bir Mütekebbir Bakış’tır. Bu yüzden, âyet “böyle diyerek nefsine zulmederek bağına girdi” diyor. Nefse zulüm nedir, çarpıcı bir mânâ verelim: Nefse zulmetmek Allah’ı inkâr etmektir. Onun bu cümlesi için ayet diyor ki; Allah’ı inkâr ederek bağına girdi.
Mütekebbir bakışla kıyas yapmaya devam ediyor: Kıyametin kopacağını sanmıyorum. Diyelim koptu, buradaki şanslı hâlim devam eder. Kıyamet diye bir şey varsa o gün de her şeyin en iyisi yine benim olur.
Bu söylediklerine arkadaşı nasıl cevap veriyor? Ancak unutmayın, konuşurlarken bir putun başında değil normal günlük yaşantıdalar. Yanındaki ona diyor ki; “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra seni adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?” Bir arkadaşınız size böyle dese ona “Allah’ı inkâr ediyorsun” der misiniz? Ama âyetteki kişi diyor. O mânâya geliyor çünkü. O günkü putlar bizim perdemiz olmasın. Ayetlerdeki misalleri hep o putlarla ilişkilendirirseniz putunuzu bulamazsınız. Başkasının putuna bakar, kendi putunuzu bulamazsınız.
“Seni topraktan sonra nutfeden yaratan, sonra seni bir adam biçimine sokan Allah” ifadesi aslında büyük bir ilim ortaya koyuyor, günümüzde bile bilim henüz oralara gelmedi. Bunu söyleyen, Allah’ın verdiği ilimle bir sıralama yapıyor: Topraktan, sonra bir nutfeden, spermden yaratan diye başlayıp, topraktan ta yaratılışa kadar uzanan bir süreci sayıyor. Bu sıralamada yaratılışa tarihsel bakış da vardır: Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra seni adam kılığına sokan yani sana Kendi Hissi’nden verip o haline “BEN” dedirten Allah’ı inkâr mı ettin?
“Bağına girerken nefse zulüm eden o cümleleri söyleyeceğine ‘Maşaallah, Lâ kuvvete illa Billah’ deseydin.” Önerisi bu! Yani dûniHİ algıda olmasaydın; kendini Allah’ın dışında sanmadan her şeyi verenin Allah olduğunu, onların Allah’ın izniyle, Allah’ın emriyle olduğunu bilseydin. “O’nun dışı var” zannına ve dışında müstakilen var zannedilen güç ve kuvvetlere “Lâ ilâhe” deseydin; Allah’a dönüp “İllallah, İlla Billâh” deseydin. Bütün bunlarla âyet bize ders veriyor.
İman ve salih
amel ayrılmazlar
Her şeyini kaybettikten sonra kişi, “Keşke Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım” diyor. Aslında bu bile önemli bir itiraf! Günümüzde bunu diyecek azdır. Mesela iflas eden birisi böyle mi diyor? “Şuna para vermeseydim, şuraya şöyle yatırsaydım” diyerek işi yine dûniHİ analizle çözüyor. Oysa âyetteki kişi iflas etmesinin sebebini gördü. Eğer bu kişi tövbe etmiş de halini düzeltmişse o başka. Ama yaşadığı bu son pişmanlıkla ölmüşse firavun gibi kaybeder. Firavun da ölürken “Musa’nın Rabbine inandım” dedi ama iş işten geçmişti. İnanmak şarttır ama yeterli şart değildir. İnandıktan sonra amel lazım! Seni kurtaracak şey Billâhi imanla yaptığın amelindir. Günümüzde tasavvuf adına ameli yani Efendimiz (SAV) in şeriatını önemsemeyenler var. İslâm’ı, tasavvufu öyle anlatan yaklaşımlar çok, sakın tuzağa düşmeyin. Billâhi idrakıyla inanmak sizi doğru yola sokar. Ancak doğru yolda amelle ilerlenir, araba amelle gider. Eğer inanmak kurtarsaydı firavun kurtulurdu: “Musa’nın anlattığı Rabbe teslim oldum, O’na müslimlerdenim” dedi ama bu imana ait bir amel yapamadı, kurtulamadı! Kurtulamaz! İman ve sâlih amel beraberdir, ayrılmazlar.
O kişi “Keşke Rabbime ortak koşmasaydım” cümlesini bir putla ilgili söylemediğine göre neyi ortak koştu? Allah’ın dışında bir güç varmış sanışını yani dûnillah idrakını ortak koştu. Başına gelenlerden sonra dûnillah (algısı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiği) bir güç çıkmadı ve böyle bir gücü kendisinde de bulamadı. Dûnillah’ın mânâsını böyle açıklamazsanız âyeti anlamak mümkün olmaz. Meâllerde “Kendisine Allah’tan başka yardım edecek çıkmadı” diye yazılıyor. Bu durumda, bir kere Allah’ı çokluk âlemine indirmiş olursunuz, “Amcasından başka yardım eden çıkmadı” der gibi bir mânâ oluşur, Allah’ın ona yardım ettiği anlaşılır. “Kendisine Allah’tan başka yardım eden çıkmadı” cümlesi “ona Allah yardım etti” mânâsına da gelir ki yanlıştır. Göreceğiz, âyetler bize “dûniHİ veliler edinmeyin” diyor. “DûniHİ bir dost bulamadı” yerine “Allah’tan başka dost bulamadı” derseniz, “ona Allah dost oldu” anlamı da çıkar. “DûniHİ veli/dost bulamadı” demek, “Müstakilen var ve muhtar zannettiği gücü bulamadı” demektir. Var zannediyordu ama kayboldu, silindi:
“Hakk geldi, bâtıl silindi. Muhakkak ki, bâtıl silinmeye çok mahkûmdur.” (İsra-81)
Kehf Sûresinin 32-44. âyetlerini ders yaptık: Kıyas, küçümseme, mütekebbir bakış, nefse zulüm, dûniHİ güç ilanı, kıyameti inkâr, ahirete imansızlık, yaratılış süreci, dûniHİ algıyı ret ve Billâhi mânâsına sığınış, Allah’a asıl ortak koşulan şeyin itirafı, bu itirafın peşine dûniHİ algının bir yanılgı olduğunun yaşanarak öğrenilmesi ve dûnillah’ın karşısına Hakk’ın çıkışı, yani dûnillah’ın karşısında Billâh! Bu âyetler bize doğruyu tekrar hatırlatıyor: Yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı hayrlı olan da âkıbet olarak hayrlı olan da O’dur. Bir başka örnek de Kasas Sûresi’nden vereceğiz. İnşaAllah yarın.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER