Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İMANIN İKAN HALİNE GELMESİ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Şubat 2017 Salı 12:36:28
 

– 23-
Ayetlerde bizden ahirete inanmamız değil görüyormuş gibi inanmamız istenir, yani “ikan” istenir. Din Günü’ne inanmak için “ahirete iman” gerekiyor ama bu başlangıç! Yani ahirete iman potansiyeli başlangıç için gerekiyor. Bu potansiyel açılacak bir tohumdur; bu iman tohumu açılınca ikan oluşacaktır. Bu yüzden bizden ikan istenir. Kur’an ahirete iman değil ikan ister: Gözünle görmüş gibi inanmanı ister. İman, bu yola başlamak içindi, kişideki ahirete iman potansiyeli işe başlaması içindir. Başladın, Kur’an’ı öğrendin, Kur’an Din Günü’nü anlattı, birlikte yaptığımız gibi okumalarla, tefekkürlerle Din Günü’nü gördün ve sende iman tohumu açıldı, artık “gözünle görmüş gibi” inanmayı öğrenmelisin. Sanki görmüşsün gibi nasıl inanır ve nasıl yaşarsın, artık bunu bulacaksın. Bu yüzden Kur’an “ahirete iman” değil, artık “ikan” istiyor. Bu konuda bir tarif yapan şu üç ayet aynıdır:
“Ve onlar ahiret boyutuna ikan halindedirler.” (Bakara-4, Neml-3, Lukman-4)
Ayetler “ikanı öğren” diyor
Bu ayetler “onlar ahirete iman eder” demiyor, “onlar ahirete ikan halindedir” buyuruyor. Zaten ahirete iman ettiği için gelip tâbi olmuştu. Şimdi ayetler ona “artık ikanı öğren” diyor. Onu öğreneceğiz. Gözüyle görmüş gibi ahirete iman etmeye İKAN denir. Gözüyle görmüş gibi, sanki biliyormuş gibi, ahirete böyle iman edersek ikan olur. Kur’an bunu istiyor, biz de buna gayret edeceğiz. Çünkü ancak o zaman “gerekli korku”yu yaşayabiliriz. Kur’an gerekli korkuyu yaşamamızı istiyor. Gerekli o korku ancak ikanla yaşanır.  
“Hayır! Keşke ilmel yakıyn (olarak ölmeden önce) bilseydiniz. Andolsun, cahıym’i (cehennemi) mutlak görürdünüz (görür gibi yaşardınız). Sonra yemin olsun onu (cehennemi) mutlaka aynel yakıyn göreceksiniz.” (Tekasür; 4-6)
Bu ayette ikanın bize sağlayacağı şeyi görüyoruz, bizde ne yapacağını, ne oluşturacağını öğreniyoruz. Diyor ki: Bu işi ilmel yakîn bilseydiniz çok değişik olurdu, onu görürdünüz!
Ahirete iman bizde önce “duymal yakîn”dir, yani sende o potansiyel varsa önce onu duyarsın. Duydun, bunu ilerletirsen “ilmel yakîn” hal gelir. İlmel yakînde, onu görmediğin halde görmüş gibi bilmek vardır. İlmel yakîn ilerlerse “aynel yakîn” yaşanır ki; bizzat onu görmektir. Nasib olur da lutfedilirse aynel yakînden sonra “hakkal yakîn” hal yaşanır ki o, içinde olmaktır! Onu uzaktan görmen [ama görmen] aynel yakîn idi, şimdi tam işin içindesin. O işin bir parçası oldun, o gördüğün şeyin bir parçasısın artık: Bu hakkal yakîn bilmektir; yaşayarak bilmektir. Örneğin biz ölümü ilmel yakîn biliyoruz. Çünkü ölenleri sürekli görüyoruz. Bu ilmel yakîn bilmektir. Henüz ölmedik. Azrail’i görünce anlarız ki öleceğiz; o iş o an aynel yakîn olur. Ve öldük; ölümü hakkal yakîn bildik; yaşayarak bildik. İlmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn halleri inşaAllah anlaşılmıştır. Ölümü duymal yakîn değil doğrudan ilmel yakîn yani çok iyi biliyoruz. “Duyduk ki ölüm varmış, insanlar ölüyormuş” diyemeyiz, çünkü bizzat ve tek gerçek olarak görüyoruz, doğum ve ölümü hayatta tek gerçek olarak görüyoruz. Bu da duyduğumuz, tefekkürle anladığımız bir şeyi değil doğrudan ilmel yakîni getiriyor. Bu gerçeği bilip dururken ölüm meleğini gördük, sıranın geldiğini anladık, işte o aynel yakîn; ölüm karşında duruyor. Aynel yakîn anlıyoruz ki biraz sonra… Ve ölümü yaşadık; bu da hakkal yakîn.
Dolayısıyla ayet; “Ölmeden önce bu işi ilmel yakîn bilseydiniz [ikan olsaydınız], andolsun cehennemi mutlak görürdünüz ve onu görmüş gibi yaşardınız!” diyor. Sahibi yemin ediyor: İkan olursan andolsun cehennemi mutlaka görürsün! Onu görmüş gibi yaşarsın, bu da seni kurtarır.
Manzarayı tanımlamaya şöyle devam ediyor: “Zaten sonra, yemin olsun, cehennemi mutlaka aynel yakîn göreceksiniz.” Onu uzaktan mutlaka göreceksiniz. Allah muhafaza etsin bazıları onu yakından, hakkal yakîn görecek. Cennetle müjdelenen gruptaysan bile onu aynel yakîn göreceksin. Ama seni çekip alıp kurtaracaklar, kurtulacaksın inşaAllah. Bir de hakkal yakîn onu yaşayacaklar vardır, gördüğü o manzaranın içine çekilecekler vardır, onlar onu yaşayacak. Yani bir de o halle hallenip onun içinde, göbeğinde olmak var. Bize deniyor ki; aynel yakîn göreceğin cehennemi şimdi dünyada yaşarken ikan olarak [ilmel yakîn] görürsen, bu görüşün sende oluşturacağı korkuyla o gerçeğe göre yaşarsın, ondan korunur ve kurtulursun.
Yalanlayanlar 2 gruptur
Ahirete iman etmeyenleri Kur’an “yalanlayanlar” olarak da tanımlar. Onlar neyi yalanlıyor acaba?
Özellikle “Yeniden Yaratılış’ı”, “O Saat’i” ve “Din Günü’nü; YevmidDiyn’i” yalanlıyorlar.
Kur’an’da bu açıdan iki grup vardır: Din Günü’nü tasdik ederek gereği gibi yaşayanlar ve O Gün’ü yalanlayanlar. Bir grup o gün’ü yalanlıyor; uydurduğu zanna göre yaşıyor. Diğer grup din günü’nü tasdik ediyor, onu görmüş gibi ikan olarak ona inanıyor ve ilmiyle gördüğü bu hakikate göre yaşıyor. Kur’an-ı Kerim’de dikkat ederseniz görürsünüz ki; ayetlerde “Mâliki YevmidDiyn” ile ilgili anlatımlar hep bu iki grup üzerinden yürür.
“Andolsun ki; onlardan öncekileri de fitne etmişizdir. Allah elbette sâdıkları bilecek ve elbette yalancıları da bilecek.” (Ankebut-3)
Anlıyoruz ki bu Allah’ın bilmesi için. “Allah’ın bilmesi” ne demektir bunu anlamak zorundayız. Bu mânâyı yanlış anlarsak Allah’a karşı edeb dışı iş yapmış oluruz. “Allah’ın bilmesi”ni detaylı olarak ileride “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” ayetinde göreceğiz.
Bu hayat bir imtihandır. Ayet diyor ki; biz onları da onlardan öncekileri de fitne ettik, yani onları da öncekileri de imtihan ettik, ikileme düşürdük. Önünüze iki soru koyduk, birini işaretleyin diye. Bunu niye yaptık? Allah sâdıkları da yalancıları da bilecek diye!
Sâdık olan neye sâdıktır acaba?
“Kâlû belâ”daki yeminine, o sözüne sadıktır.
Allah sâdıkları ve yalancıları bilsin diye fitne ettik, onları imtihana tabi tuttuk ifadesindeki “Allah’ın Bilmesi”ni bir cümle ile yerine koyalım ki yanlışa düşmeyelim. Allah her şeyi bilen değil midir? Ve her şeyin hükmünü veren Allah değil midir? Öyleyse O’nun sonradan bilmeye ihtiyacı var mıdır? Demek ki ayetteki “Allah bilecek” başka bir mânâ! Onu arayıp bulmalıyız. “Sen bir iş yap, Allah da görsün, öğrensin” bakışıyla yaklaşan kişi Allah’ı “bilmiyor” pozisyonuna düşürmüş olur. “Sen o işi yapınca Allah görecek ve bilecek” diye düşünen Allah’ı noksan yapmış ve O’nu noksan sıfatla sıfatlamış olur. Sen daha o işi yapmadan ezelde Allah biliyor. Senin ne yapacağını ezelde o işin hükmünü vererek, takdir ederek bilen Allah, senin yapacağın işi öğrenmek için bekler mi? Dolayısıyla Allah bilecek, hayatın imtihan olmasıyla ilgili bir mânâdır.  
“Fakat onlar o saati (kıyameti) de yalanladılar… O saati yalanlayanlara saıyr’i (alevli bir ateşi) hazırladık.” (Furkan-11)
“Onlar Diyn Günü’nü yalanlarlar; onu ancak haddi aşan günahkâr yalanlar. Ona ayetlerimiz tilavet olunduğunda; ‘evvelkilerin efsaneleri’ dedi. Hayır (asla)! Bilakis kazanmakta oldukları onların kalblerinin üzerini örtmüştür.” (Mutaffifîn; 11-14)
“Hayır! İnsan fücuru (günahı) rahat işlemek için Kıyamet’i yalanlar.” (Kıyamet-5)
“Diyorlar ki: Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı? De ki; hem öncekiler hem de sonrakiler; belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklar!” (Vâkıa; 47-50)
“Eğer şaşıyorsan, asıl şaşırılacak olan onların şu sözüdür: Biz toprak olduğumuzda mı, biz mi halk-ı cedid’de olacağız? İşte bunlar, Rablerine kâfir olmuşlardır.” (Ra’d-5)
 “Kendi yaratılışını unuttu da bize bir misal getirdi: ‘Çürümüş haldeki şu kemiklere kim diriltip hayat verecek?’ dedi.” (Yasin-78)
“O ilk ölümümüzden başka bir şey değildir ve biz neşr (ba’s) olunacak da değiliz. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi atalarımızı getirin (derler).” (Duhan; 35, 36)
“İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeniden yaratma hususunda şüphe içindedirler.” (Kâf-15)
“Sizi arz’dan halk ettik. Tekrar sizi (vefat ile) ona iade edeceğiz. Ve sizi ondan bir kez daha (ba’s edip) çıkaracağız.” (Ta-Ha; 55)
“Muhakkak ki biz; evet, yalnız biz ölüleri diriltiriz…” (Ya-Sin, 12)
“De ki: ‘Onları ilk defa inşa eden, onları diriltip hayat verecektir. O her yaratmayı tam bilendir. O ki sizin için yeşil ağaçtan bir ateş oluşturdu. İşte bak ondan yakıyorsunuz. Semavat’ı ve Arz’ı yaratan, onun mislini yaratmaya kadir değil midir? Evet; O, yaratmayı eksiksiz bilendir. Bir şeyi irade ettiğinde O’nun emri ancak ona Kün (Ol) demesidir; (artık o) olur.” (Ya-Sin; 79-82)
“Üzerlerine ayetlerimiz apaçık tilavet edildiğinde; ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi getirin atalarımızı’ demekten başka huccetleri yoktur. De ki: Allah sizi diriltiyor (var kılıyor), sonra sizi öldürecek; sonra kendisine şüphe olmayan kıyamet gününde sizi cem’ edecek. Fakat insanların ekseriyeti bilmiyor. Semavat ve Arz’ın mülkü Allah’ındır. O saat kıyam ettiği gün, iptal ediciler (bu gerçeği yok sayanlar) hüsrana uğrarlar.” (Casiye; 25-27)
“Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka (bir hayat) yoktur. Biz ba’s olunacaklar da değiliz.” (En’am-29)
“Muhakkak ki; onlar, bir hesap ummuyorlardı. Ve ayetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.” (Nebe; 27, 28)
“Bunlar kendilerinin ba’s olunacaklarını zannetmiyor mu?” (Mutaffifîn-4)
“İnsan, onun kemiklerini asla cem’ etmeyeceğimizi mi sanıyor?” (Kıyamet-3)
“Ve dediler ki: Biz kemikler ve (birer) ufantı olduğumuzda mı, gerçekten biz mi halk-ı cediyd (yepyeni bir yaratılış) ile ba’s olunacaklarız? De ki: (İsterse) taşlar yığını ve demir (kütlesi) olun. Yahut sadırlarınızda büyük bir yaratık (olun). Diyecekler ki: Bizi kim iade edecek (yeniden yapacak)? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan! (Alay ederek) sana kafalarını sallayacaklar ve derler ki; o ne zaman? De ki: Kariyb (yakın) olması umulur. (İsra; 49-51)
“Çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuzda mı? İşte bu, o takdirde hüsranlı bir dönüş olur” (dediler). Bu dönüş sadece bir zecre’ye (dirilten seslenmeye) bakar. Bir de bakarsın, onlar sahire’de (geniş bir arazide)dir.” (Nâziât; 11-14)
“Hayır (sandığınız gibi değil)! Bilakis siz Diyn’i yalanlıyorsunuz. Muhakkak ki, üzerinizde hafızlar olduğu halde Kiramen Katibiyn (Keriym Yazıcılar); ne yaparsanız bilirler.” (İnfitar; 9-12)
“Sema’dan bir ölçüye göre su indiren O’dur. Biz onunla ölü bir beldeye hayat veririz. İşte böyle (kabirlerden) çıkarılacaksınız.” (Zuhruf-11)
“İyi bilin ki; Allah, ölümünden sonra Arz’ı diriltir. Akıl edesiniz diye, hakikaten size ayetleri açık seçik beyan ettik.” (Hadid-17)
“Rahmetinin önünden rüzgarları müjdeci olarak irsal eden O’dur. Nihayet o rüzgârlar yağmur yüklü bulutlar yüklenince onu kurak bir memlekete gönderir. Sonra onunla yağmur yağdırır. Ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte Biz ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki, düşünür ibret alırsınız.” (A’raf-57)  
“Rüzgarları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah’tır. Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de, ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.” (Fatır-9)
“O’nun ayetlerindendir ki, sen Arz’ı huşu halinde görürsün. Onun üzerine suyu inzal ettiğimiz vakit, titrer ve kabarır. Muhakkak ki onu dirilten, ölüleri de dirilticidir. Muhakkak ki O, her şeye Kadir’dir.” (Fussilet-39)
Bildiğimiz “yağmur döngüsü” örnek veriliyor. Bunun bâtınî mânâları, yani insanın nefs seyr-i süluğu ile ilgili anlamları da vardır. Ama mümkün olsa günümüz ilminin yağmurla ilgili açıklamalarını, bu konuda Sünnetullah’la ilgili bilimsel bulguları inceleyebilseniz, dünyada nasıl bir yağmur yönetimi olduğunu fark etseniz, hayretiniz çok artar. Biz onu “yağmur damlası gelir, düşer” gibi çok basit görüyoruz. Değil! Hayretinizi çok artıracak bir Yağmur Yönetimi var ve ayet müthiş bir yönetimi örnek veriyor, zâhiren. Ama insan bu bilginin zâhirine bile ulaşamadığı için onun zâhirini çok önemli görmüyor, bu yüzden “bulut, yağmur” kelimelerine mealde bir sürü bâtınî mânâlar koyuyorlar. Yağmur yönetiminin dünyada nasıl bir sirkülasyon üzere olduğunu, o döngüdeki suyun nasıl bir bilinçte nerelere gittiğini, suyun indiği yere nasıl bir ilim, ne ilmi indirdiğini ve ne yaptığını görseniz işin zâhirinde var olan ve insanı titretecek mânâyı fark edersiniz.
Bu ayetlerde konumuzla ilgili nokta “ölüleri böyle diriltiriz” gerçeğidir. Buyuruyor: Ölü sanılan bir tohum, suyu görünce nasıl yeşeriyorsa, o canları da bir Emir ile böyle çıkartacağız. Anlayabilmemiz için bize ayetlerle ipucu sunuyor…
“Evet (cem’ edeceğiz). Onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye Kadir’leriz.” (Kıyamet-4)
“O kafir olanlar, asla ba’s olunamayacaklarını zannettiler. De ki: Hayır! Rabbime kasem ederim ki, elbette ba’s olacaksınız. Sonra yaptıklarınız size mutlaka haber verilecektir. İşte bu, Allah üzerine çok kolaydır.” (Teğabun-7)
“İhtilaf ettikleri şeyi kendilerine açıklasın ve kafir olanlar da kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler diye (öleni ba’s edecektir).” (Nahl-39)
“Rablerinin huzuruna getirildiklerinde onları bir görsen! (Allah); ‘Bu (yeniden dirilme) hak değil miymiş?’ diyecek. ‘Rabbimize andolsun ki, evet!’ diyecekler. (Allah): ‘Öyleyse inkârınızdan dolayı azabı tadın!’ diyecek.” (En’am-30)
Öğrendik ki o güne iman için ahirete iman şart. Sonra o imanı ikan haline getirip ona göre yaşamamız, yalanlayanlardan olmamamız isteniyor. Öyle de olmalıyız.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER