Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 38 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Mart 2019 Pazartesi 13:21:07
 

Araf Sûresi 43, Hicr Sûresi 47 ve Haşr Sûresi 10. ayetlerde Rabbimiz bize öğretti ki esfele safiliyn yapı kalbinde, sadrında ĞILL vardır, onda bulunan bu ğıll yüzünden o yapı cennete giremez, yani kalpteki ğıll’le cennete girilmez. Bu yüzden Haşr Sûresi’nde Rabbimiz “ğıll’den kurtulmayı isteyin benden” diye bize duasını öğretiyor:
“Rabbenağfir lena ve liıhvani nelleziyne sebekûna Bil’iymani ve la tec’al fiy kulubine Ğıll’len lilleziyne amenu Rabbena inneKE Raufun Rahıym: Rabbimiz, bizi ve imanda bizden öne geçmiş kardeşlerimizi mağfiret et. Kalblerimizde, iman etmiş olanlar için bir ğıll oluşturma. Rabbimiz muhakkak ki SEN Raufün Rahıym’sin.”
Ğıll’i çok önemsemek lazım. Bu yüzden bu duayı mutlaka çok yapınız.
Efendimiz (SAV), yapacakları toplantıya sahabeden cennetlik olacak birisinin geleceğini söylüyor ve sahabeler elbette merak ediyorlar. Hele birisi işi çok önemsiyor. Önemsiyor, çünkü başka bir düşüncesi yok. Gidiyor o gelene yapışıyor. Allah’a sığınarak bir mazeret belirtiyor ve “babam evde rahatsız, onu birkaç gün rahat bırakayım, gelip sende kalayım, olur mu?” diyor. O da “Elbette, buyur” diyor. Amacı onu izlemek; merak ediyor; bu ne yapıyor da bu müjdeyi alıyor? Biz de her şeyi yapıyoruz, ama bu mübarek farklı ne yapıyor? Gidiyor üç gün misafir olup, gündüz gece onu izliyor, ama “hah budur” diyeceği farklı bir şey bulamıyor. Herşey normal ve hep orta yollu. Süre tamamlanınca, ey mübarek diyor, hal böyle böyle, ama ben bir şey tespit edemedim. Biliyorsan, söyle nedir bu iş? Diyor ki, benim kalbimde inananlara karşı ğıll yoktur. Elhamdülillah, bu yüzden müjdeyi hak ediyor. Kalbinde ğıll yok! Ğıll’le cennete gidilmez.
Kalbten ğılli kaldırması için yapacağımız dua gibi bu da önemli bir dua, bunu da sık yapıyoruz: “Rabbena la tuzığ kulubena ba’de iz hedeytena ve heb lenâ min ledünKE Rahmeh. İnneKE entel Vehhab.”
Bu duayı Rabbimiz bize Âl-u İmrân Sûresi 8. ayette öğretiyor ve diyoruz ki: “Rabbimiz gerçeğe erdirdikten sonra kalbimizi o gerçekten saptırma, ne olur bize indinden rahmet bağışla, kesinlikle sen Vehhab’sın.”
Korkuyor ve sığınıyoruz.
Kalbi, kalble ilgili özellikleri ayetlerle tanımaya, kalbi ayetlerden anlamaya devam edelim:
Mu’min Sûresi 18: “Yaklaşan ölüm günü ile onları uyar. O vakit gamla dolu olarak kalbler hançerelerin yanındadır. Zalimlerin ne bir dostu ve ne de itaat edilir bir şefaatçisi vardır.”
Ayet, Rasulullah’a ölüm günüyle uyarılmamızı söylüyor. Bu konuda hem hadis bilgileriyle, hem de elimizdeki Kur’an ile uyarılıyoruz: O anın zorluğu… Öyle bir hal ve öyle bir korku var ki o an. Normal yaşantıda bir şey olur da kişi; “yüreğim ağzıma geldi” der ya, onun gibi bir korku ama bu duygu bile onu açıklamaya yetmez… Ölüm anıyla başlayan ahirete ait olayları dünyadaki hislerinizle hiç kıyaslamayı; iyisi çok yüksek derecede iyi, zoru çok yüksek derecede zordur. Mesela o ana ait bir ferahlık varsa, dünyada öyle bir ferahlığı hiç tatmamışsınızdır, o kadar… Eğer bir korkudan bahsediliyorsa dünyada hiç öyle bir korku tanımamışsınızdır. Hislerin frekansı o andan itibaren o kadar yükselir. Dünyaya ait vehimsel şartlar zayıfladıkça şartlar değişir.
Kalbin Mü’min-18. ayette anlatılan bir başka özelliği; demek ki kalp o an hançerelere yakın hissedilecek. Kalıbın ölüm emriyle öyle titreyecek ki, kaydın öyle titreyecek ki ölüm emriyle… O emri ileride belki detaylı ele alırız; “emir nasıldır, Azrail nasıldır, ölüm anındaki mekanizma ve melekler nasıldır?” bütün bunları inşaAllah Kur’an’dan dinleriz. Bu olayları Kur’an anlatır, Kur’an’ı yine Kur’an’dan dinleriz inşaAllah. Evet, ölüm emriyle kalıp öyle titrer ki, kalıbın bu titremesi ve korkusu onun vehimsel irtibatı olan kalbi yerinden söker. Ve işte o hal, o an korkuya ait ne kadar hormon, enzim varsa tümünü devreye sokar ve kıpırdayamayan o çaresiz kişi büyük bir korku yaşar. İşte o anda zalimlerin hiçbir yardımcısı bulunmaz. “Zalimler” deyince hemen insanların birbirlerine yaptıkları zalimliği düşünmeyin. Artık çok iyi biliyoruz ki zalim, Allah’a zalim olandır. Zalimlerin yani doğruyu gizleyip Allah’a karşı iddiada bulunanların o an ne bir dostu ne de sözüne itibar edilir bir referansçısı (şefaatçisi) bulunur. Onlara bakılmaz.
Peki, o an mümin için nasıl, o ne yapar? O korku müminde de var çünkü. Müthiş bir şey bu, dikkat edin. Ayetteki “gamla dolu kalbler” ifadesi tüm insanlar için, sadece kâfirler için değil. Devamında “zalimlerin bir dostu ve yardımcısı yoktur” diyor, ama “korku” yani gamla dolu kalpler sadece zalimler içindir demiyor. Düşünün, öyle bir korku ki, hiçbir desteği yok. Yaslanacağı hiçbir yer olmayan bir korku, Allah muhafaza eylesin. Peki, o zaman müminin hali ve farkı ne? Müminin o anki en büyük desteği ümidi. Havf ve Reca demiştik işte o reca. Sadrı anlatırken, sadrın İslam nuruyla çalıştığını, onu çalıştıran şeyin ise korku ve ümit sistemi (havf ve reca) olduğunu ifade ettik, o yazılarımıza bakabilirsiniz. İşte o anı yaşayan imanlıda Allah’tan ümit oluşacak, o andaki korkuya eş bir ümit. O ümit o korkuyu öyle bir dengeler ki, korku ne kadar yüksekse mümin için o kadar yüksek bir ümit.
Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor. Rasulullah (SAV) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti, sordu: Kendini nasıl buluyorsun? “Ya Rasulallah, Allah’tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum” dedi. Rasulullah (SAV) de şu açıklamayı yaptılar: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde ümit ve korku birleşti mi, Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden onu emin kılar.” Hadisle bize kalbin bir özelliği öğretiliyor ve mümin kula Allah’ın bir hediyesi müjdeleniyor: Bu durumda olan bir kulun kalbinde ümit ve korku birleşti mi, Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden onu emin kılar.
Kalbin bir diğer özelliği ile onu tanımaya devam edelim: Kalbler imana açılmamak üzere sonlandırılabilir. Allah, bir daha imana açılmamak üzere kalbi mühürleyerek sonlandırabilir.
Casiye Sûresi 23: “Hevasını ilah edinen, Allah’ın onu bu ilmi doğrultusunda saptırdığı, sem’i (işitmesi) ve kalbi üzerine sonlandıran, basarı (görmesi, idrakı) üzerine perde koyduğu kimseyi gördün mü? Allah’ın bu uygulamasından sonra ona kim hidayet edebilir ki. Hala tezekkür etmiyor musunuz?”
Kalblerin imana açılmamak üzere sonlandırılabileceği, Bakara Sûresi 7, En’am Sûresi 46 ve Şura Sûresi 24. ayetlerde de geçmektedir; Allah’ın imana açılmamak üzere kalbi sonlandırması; mühürlemesi; kalıbı kapatması, kalıbın kapısını imana kapatması. Bu ayetlerde hatemallâhu alâ kulûbihim geçer. Hatem Allâhu; sonlandırır Allah.
Ayette “hevasını ilah edinen”e de dikkat çekildi. Hevasını ilah edinenle ilgili birçok açıklama okursunuz, o açıklamaların hepsi doğrudur, ama hepsi “bir ana başlık” altındadır; tanrılık iddiasında bulunmak. Kişi tanrılık iddiasında bulunuyorsa hevasını ilah edinmiştir ve bu haliyle o konuda açıklanan ne varsa onların hepsini yapmış olur. Bunun nedeninin kendini ilah ilan etmesi olduğunu Enbiya Sûresi 29’dan öğrenmiştik.
Ayetlerden öğrendiğimiz bir başka kalb özelliği; Allah’ın kalbleri damgalaması (tab’ etmesi)dir. Damgalamak, bir nevi işaretlemektir; Allah kalblere işaret koyar, “Bu işaretlendi, buna dikkat edilecek, o tab’ edildi” der. Ayetlerde “tab’Allahu ala kulubihim” diye geçer. Diğeri “hatemallâhu alâ kulûbihim” idi. Meallerde ikisine de “mühürleme” yazıldığından karıştırılmaması için söylüyorum. Hatem Allâhu bir daha açılmamak üzere kalbin imana kapatılması, öyle sonlandırılmasıdır, Allah muhafaza etsin. Tab’Allâhu ise kalbin damgalanması, işaretlenmesidir.
Muhammed Sûresi 16: “Onlardan kimi de gelip seni dinler. Nihayet senin yanından çıktıklarında, kendilerine ilim verilmiş olanlara, dediler ki; az önce ne dedi? İşte bunlar, Allah’ın kalblerini tab’ ettiği (damgaladığı) hevalarına tabi olmuş kimselerdir.”
O dönemde bazı kimseler var. Bir şey anlasa da anlamasa da Rasulullah (SAV)’in meclisinden, yanından çıktıkları zaman kendisine ilim verilenlere soruyorlar, küçümser bir tarzda “az önce ne dedi?” diyorlar. Kime böyle söylüyorlar? Kendilerine ilim verilenlere. Olayı küçümsüyorlar. Diyorlar ki, siz inandınız, Ona tâbi oldunuz, hep Onun peşindesiniz, ne anlattı ki. Allah bu davranışları nedeniyle onların kalblerini işaretlediğini (tab’ ettiğini) söylüyor. Yani “yine de bir şansları olabilir” demektir, eğer tövbe ederlerse. Çünkü “HatemAllâhu” demedi. “Tab’Allâhu” ifadesi, o kişinin ileride, davranışlarına göre şansı olabileceğini düşünüdürür.
“Kendilerine ilim verilenler” kimlerdir? Bunun tanımıyla devam edeceğiz..

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER