Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

MISIR – 1987 -7-

NIGHT CLUP
Gece kulübü masaları boştu. İlk olarak ben girip yerimi almıştım. Batılı turistlerin Arap müziğine ve folkloruna iltifat etmediklerini düşünmüştüm? Güzel bir orkestra enstrümantal batı müziklerini icra ediyordu. Ara sıra dans müziği de çalınıyordu ama, dans eden yoktu. Gecenin ilerleyen saatinde Aswan mahalli halk oyunları ekibi sahneye gelmişti. 4 def ve bir darbuka eşliğinde otantik oyunlar sergileniyordu. Giysiler otantikti, ama oyun ekibinde sadece bir kızın olması, hoş değildi!…
Az sonra sahneye gelen dansöz bana Kamer Bedir’i ve Türkiye’de sükse yapan Sabahat Salim’i anımsatmıştı. Fakat bu dansöz, Luxor’da seyrettiğim dansöze nazaran zayıftı. Ne yazık ki dünkü raks şöleni, bu akşam yoktu. Keza dünkü müzik de yoktu. Dansöz, raksı yaşamıyordu ve omuzlarını, göğüslerini ve göbeğini titretip gitmişti. Evet raks bir sanattı ve her dansöz, bu sanatı icra edemiyordu.
Daha sonra başka bir dansöz sahneye çıkmıştı ve o biraz daha iyiydi; o da raksı yaşamaktan uzaktı. Zira sanatçı, sanatını icra ederken, o sanatı yaşamalıydı. Bu gecenin ceremesi de 12,5 paunddu.
ELEPHANTİNE ADASI
Gece yarısından sonra yatağa girmiş, ama Mısır’a geleli ilk kez, rahatsız bir gece geçirmiştim. Zira odamda sivrisinek vardı ve ben bu sineğin vızıltısında bile uyuyamazdım. Bu pis sinekler sabaha kadar epey kanımı emmişlerdi ve sabah erkenden kalkmıştım. Otelde kahvaltı yaptıktan sonra, Catarack otelindeki havuzun kıyısına oturup Nil’i, nehirdeki yelkenlileri ve karşıdaki manzarayı seyretmiştim. Turistik oteller güzel, ama otellerin dışı pisti ve temizliğe gerektiği biçimde ilgi gösterilmiyordu. Sivrisineğin de bu pislikten kaynaklandığı muhakkaktı. Sabah sabah havuza girenler, güneşlenenler vardı. Zira Aswan’da adeta yaz mevsimi yaşanıyordu. Ancak tatlı bir esinti de vardı ki, bu esinti olmasa insanlar çok bunalırdı. Nil’deki yelkenliler de bu esintiden yararlanıyorlardı.
Muhammed Hüseyn, anlaştığımız saatte gelmişti ve “sultana” adlı yelkenli sandala binmiştik. Rüzgâr yelkeni şişirince sağa sola yalpalayarak yol almaya başlamış, sonra Nil ortasındaki Elephantine Adası’na çıkmıştık. Burada Ağa Han’ın yaptırdığı ve içinde eşi Begüm Han’ın medfun olduğu türbe vardı. Adanın en yüksek tepesinde olan türbeyi gezerken Hüseyn anlatmıştı ama, bu Ağa Han, hangi Ağa Han’dı, Begüm Han, Hangi Begüm’dü, bunları anlayamamıştım? Ağa Han romatizma tedavisi için Aswan’a geldiği zaman, Begüm Han vefat etmiş ve buraya defnedilmişti. Türbenin mermerleri İtalya’dan getirilmişti ve anıt mezar fevkalâde güzel desenlerle süslü mermerden inşaa edilmişti.
BOTANİK BAHÇESİ
Nil üzerindeki bir başka küçük ada üzerinde de Botanik bahçesi oluşturulmuştu. Temiz bir hava ve çiçek kokuları arasında dolaşırken, o güzel havayı teneffüs etmek içime ferahlık vermişti. Orada bir çayhanede oturup, çay içmiş, 20 paundluk incik boncuk satın almıştım.
Sultana ile dönüşümüz daha rahat olmuştu, çünki çok sakin olan Nil’de dalgalanma yoktu.
NASER SANAD-LOKA
Öğle yemeğini otelde yedikten sonra, kenti dolaşmak üzere çıkmış ve Naser Sanad-Loka’nın dükkânına uğramıştım. Ismarladığı çayı içerken İngilizce-Arapça karışımı laf etmiştik. Öylesine anlaşmıştık ki Naser benim Arapça bildiğimi sanmıştı. Ondan aldığım bilgileri şöyle not etmiştim:
-Aswan barajında halen Rus yok. O baraj nedeniyle ABD bize “Ruslar’la ilişkilerinizi kesin” dedi. Ama Mısır hükümeti “olmaz, onlar da siz de dostumuzsunuz” dedi.
-Ruslar’a sempatiyle bakan Naser, Saddam Hüseyin’i de beğeniyordu.
-Mısır’da 15-16 milyon kıpti vardı?…
-Müslüman Mısırlılar tembel insanlar. Camide ve yatakta vakit geçiriyorlar. 3-4 karıları, 10’ar çocukları var. Eğer Müslümanlar da Kıptiler kadar çalışsalardı, Mısır, değil Afrika ve Orta Doğunun, dünyanın bir numaralı ülkesi olurdu.
-Naser’in iki çocuğu vardı ve anası babası hayattaydı. 50 yaşındaydı. Yazın dükkânı kapatıp Kahire’ye gidiyorlardı, çünki Başkent’te de işleri ve evleri vardı.
-Naser’e göre Enver Sedat esrarkeşti ve odasında afyon içtiğini görenler olmuştu.
Dükkanda satılan tespihlerden birisi hoşuma gitmiş ve satın almak istemiştim. Ücretini ödemek istedim fakat Naser hediye ettiğini söylemişti. Veda edip ayrıldıktan sonra Nil sahilinde epeyce yürümüştüm. Muhteşem bir manzara vardı; ama ne yazık ki sinek, sinek, sinek vardı ve böylesine turistik bir beldede sinekle mücadele edilmemesini yadırgamıştım!…
Saat 17.00’ye geliyordu ki, dönüp otele doğru Kondon boyunca yürümeye başlamıştım. Ancak bağırsaklarım bozulmuş ve beni sıkıştırmaya başlamıştı. Koşar adımlarla yürüyordum, ama sanki yol uzadıkça uzuyordu. Baktım ki olmayacak, bir taksiye atlayıp otele vardığımda, adeta iki adımlık yol için şoför 125 paund istemez mi?… Dışişleri Bakanlığının konuğu olduğumu, gazeteci olarak geldiğimi ve otelde Press Center’dan bir görevlinin beni beklediğini söyleyince şoför korkmuş olmalı ki 3 paunda razı olmuştu!…Koşarak odamı çıkarak gereğini yapmıştım, idrarımın kanla karışık olması canımı sıkmış, beni düşündürmeye başlamıştı!…
KAHİRE’YE DÖNÜŞ
Kahire’dekilerin aksine rehberim Muhammed Hüseyn, görevini müdrik, randevulara aksaksız riayet eden bir insandı. Yine vaktinden 10 dakika önce gelmişti. Ayrılırken otelin resepsiyonu ekstralar filan diyerek önüme bir kağıt uzatmıştı. Hüseyn hemen müdahale ederek gerekeni yapmıştı. Otelden ayrılıp, Hacı Efendinin arabasıyla hava alanına hareket etmiştik. Alana varınca, Hüseyn’in ikazı ile Hacıya 2 paund bahşiş vermiştim. Nil’deki adaya gittiğimiz yelken sahibine, odaya çay getiren garsona da bahşiş vermiştim. Bu sürekli bahşiş talepleri sıkıcı oluyor, keseye de zarar veriyordu. Mısır’ın en olumsuz yanı bu idi. Hiç ilgisi ve görevi olmadığı halde koşarak gelip, otomobilin kapısını açan kişi, turistik bir yere girip çıkarken el an polisin geliri yok muydu? Batılı turistler Mısır’daki çalışanları kötü alıştırmışlardı!…
Aswan hava alanında yine turist kalabalığı vardı ama hiç sıkıntı çekmeden uçağa binmiştim. 19.15’de kalkması gereken uçak 30 dakikalık gecikmeyle 19.45’de havalanmış; 20 dakika sonra Luxor’a inmiş, burada 2-3 yolcu inmiş, 5-10 kişi binmişti. 40 dakika sonra yeniden havalanmış, 43 dakika sonra da Kahire’ye ulaşmıştık.
Muhammed Hasaneyn beni bekliyordu. Doğruca Nil Oteline gelmiş, bu kez 725 no.lu odaya yerleşmiştim. Burası daha önce kaldığım odadan daha iyiydi. 9. Kattaki restorana çıkıp yemek yemiş; coşkulu müzik sesleri gelen diskoya çıkıp baktığımda, çoğu hafifmeşrep insanların dans etmekte olduklarını görmüştüm. Galiba aralarında bazı sanatçılar da vardı? İki kadının açık seçik raksları biraz da porno içeriyordu! Sonra bir orkestra ve solist gelmiş, ardından da muhteşem bir dansöz ortaya çıkmıştı. Bir dansöz-rakkase ancak bu kadar mükemmel olabilirdi… O kadını izlerken, Arap rakslarının orta Asyadaki Türkler’in rakslarına son derece benzemekte olduğunu müşahade etmiştim. Daha sonra gece kulübüne geçmiştim. O gece orada bir düğün vardı. Giriş kapısında ayakta izlerken, düğün sahiplerinden birisi olduğunu zannettiğim bir şahıs yanıma gelerek, oturmam için yer göstermiş, ben de oturmuştum. Sahnede çıplak bir dansöz raksediyordu. Orkestra çalıyor, bir solist de şarkılar söylüyordu. Yanımda oturan şahsa, Arap müziğini çok sevdiğimi, o anda icra edilen musikiyi sorduğumda “beledi müzik” demişti. Rakslar, işte bu beledi müzik eşliğinde yapılıyordu. Solistin de, rakkasenin de programı bittiğinde, düğündeki konuk kadınlardan bazıları ya tek tek ya da birkaçar kişi halinde raks etmişlerdi. Samimiyetle diyebilirim ki, raks eden kadınların hepsi de adeta birer rakkase idiler!…
Saat 01.00’de odama dönmüştüm ama, yukarıdan hâlâ darbuka, def sesleri geliyor ve eğlence devam ediyordu. Yatağa girdiğim saat 02.00 olmuştu. Bu son Kahire gecesinde iki müzik ve raks şöleni birden izlemiştim ve bu güzellikler, uykusuz kalmaya değerdi.
YURDA DÖNÜŞ
Beş saat deliksiz uykudan sonra, sabah saat 07.30’da güzel bir Kahire sabahına uyanıp kalkmıştım. Nil yine sakindi ve durgun akıyordu. Bu sabah idrarımda da kan yoktu. Herhalde ya kum dökmüş ya da küçük bir taş düşürmüştüm… Artık uzay gemisinin fırlatıldığı gibi ben de geriye doğru saymaya başlamıştım.
Muhammed Hasaneyn gelerek beni almıştı ve oradan Nesrin’in evine gitmiştik. Onu bekleyerek de epey zaman kaybetmiştik; böylelikle de benim Ramses mağazasından bir şeyler alabilmem için tasarladığımız zaman daralmıştı! Evet Nesrin bana zaman zaman rehberlik etmiş, bilgiler edinebilmeme yardımcı olmuştu; fakat ben onun rehberliğinden memnun değildim. Esasen onu gerçek kişiliğiyle tanıyamamıştım. Anası Türktü; ama ben onun Türk’ü ve Türkiye’yi sevmekte olduğuna pek inanmıyordum. Kimi ricalarımda yardımını esirgemiş, benim zamanımın kısıtlanmasında rol oynamıştı. Hatta bir ara bana yaptığı rehberlik için Enformasyon Dairesinin kendisine herhangi bir ödeme yapmadığını söyleyerek, dolaylı olarak benden ücret talep etmişti. Ayrıca, yaptığım alış verişlerde, benim kazıklanmama da göz yummuştu!. Kimi zaman yararlı olmasına rağmen, bana zararı olduğunu da düşünüyordum. Hava alanındaki ayrılış sırasında şoför Muhammed’e de bahşiş vermem gerektiğini söylemiş, sorduğumda “en az 20 paund” demişti!… Cebimde kalan paundları da Muhammed’e vermiştim ama, yüza asılmış aldığı meblağı beğenmemişti!…
Otelden çıkıp hava alanına gelinceye kadar yolun açık olması hayret edilecek bir durumdu. Kahire’nin yüksek tepesindeki Mehmet Ali paşa Camiinin yanından geçerek alana ulaştığımda, Press Center’in görevlisi olan iki kızın yardımlarıyla uçağa kadar ulaşmıştım. Bu iki kızın bahşiş istememelerini takdir etmiştim. Demek ki insanlar farklı farklı karakterlere sahiptiler. Kimi insan, ulusunun onurunu kendi onurundan üstün tutuyor, kimileri de küçük çıkarlar için, ulusu hakkında olumsuz izlenimler yaratıyorlardı…
20 Kasım 1987 tarihinde Kahire’den saat 12.50’de havalanan THY’nın Boing 727 Adana uçağı, 14.33’de Yeşilköy Atatürk hava alanına inmişti. 16.30’da kalkan uçak ile de 45 dakikalık uçuştan sonra Ankara Esenboğa hava alanına inerek, evime, çocuklarıma sağ salim kavuşmuş; beni her zaman koruyucu kanatlarına alarak salimen yolculuk yapmamı sağlayan Yüce Yaradan’a şükürler etmiştim.
YAŞAR YAKIŞ’IN DEDİKLERİ
Mısır’a yaptığım bu ilk seyahatten sonra, Türkiye-Mısır ilişkileri zikzaklı bir seyir takip etmişti. Amacım Mısır ile ilgili müstakil bir kitap yayımlamayı arzu etmiştim. Zira Mısır bizim için son derece önemli bir ülkeydi, ama milletimiz bu ülkeyi gerektiği biçimde tanımıyordu. Daha sonraki aşamalarda Hüsnü Mübarek saltanatını sürdürebilmek için, Mısır halkını ezmeye başlamış, Türkiye ile ilişkilerde de gerileme olmuştu. Ülke içindeki gerginlik patlama noktasına gelmiş, neticede bir darbe ile yıkılmış ve hapse atılarak, lâyığını bulmuştu. Ama onun yarattığı pislikleri temizlemek kolay değildi. Temennim Mısır’ın her alanda gelişim sürecine girerek, dünya coğrafyasındaki gerçek yerini almasıdır.
Benim bu seyahatimden 10 yıl sonra 08.02.1997 tarihinde TGRT televizyonunun “Entelektüel Boyut” TV programında, Büyükelçi Yaşar Yakış’la yapılan bir söyleşideki sözlerini kaydetmiştim. O tarihte Kahire Büyükelçimiz olan, değerli diplomat ve E. Dışişleri Bakanımız Yakış’ın, değerli gazeteci Rahim Er’in sorularına verdiği ilginç cevaplardan bazıları şöyleydi:
“Mısır’daki Türk varlığı, çok eskilere dayanmaktadır. Abbasi halifesi, Mısır valiliğine Türk asıllı Tolon’un oğlu Ahmed’i tayin etmişti. Ahmed Orta Asya’dan getirdiği, özellikle Kıpçak askerlerle bir ordu kurmuştu. 4-5 yıl askerlikten sonra bunlar, yerli kızlarla evlendirilip Mısır’a yerleştirilmişlerdi. Bunlara mülkiyetiyle birlikte arazi tahsis edilmişti. Böylelikle Mısır’a Türk kanı aşılanmıştı. Mısır Dışişleri Bakanı Mısır halkının üçte biri değil, üçte üçü Türk kanı taşımaktadır demektedir. İlk Türk-İslâm eseri, Tolonoğlu Ahmed Camiidir ve bu cami hâlâ ayaktadır…
400 yıl sonra Kafkasya’dan Memluklular geldiler. Sultan Baybars Mansura’da haçlı ordusunu hezimete uğratmıştı. Onun kurduğu devletin adı El Memlukiye el Türkiye idi. Türkiye kelimesini ilk kez Baybars telaffuz etmişti…
1918’deki Mısır Bayrağı, bugünkü Türk Bayrağının aynı idi. Türkiye Cumhuriyeti bundan esinlenerek, bayrağımızı oluşturmuştu. Sultan Baybars’ın mezarı Kahire’dedir… Bu durumu bilen Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev, Mısır’ı ziyaretinde Baybars’ın mezarını ziyaret etmişti…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti