Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

MUTLULUK YÖNETİMİNDE BİR KURAL: SANA GÜVENİLMESİNİ İSTİYORSAN SEN GÜVENMELİSİN

Mutlu, mutmain bir hayata talip olanlar için bir diğer önemli kural, yani mutluluk yönetiminin önemli maddelerinden birisi bizim insanlara olan “güven” duygumuzla ilişkilidir. Mutluluğu yönetmeye talip olana “fikir sahibi” denilmiş, böyle bir derdi telaşı olmayanlar ise “fikir hamalı” olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple fikir hamallarının mutluluk yönetimiyle işleri olmaz, ilişkileri yoktur. Her hafta yazılarımızda ele almaya, tefekkür etmeye çalıştığımız mutluluk yönetimi kuralları bu sebeple tamamen “fikir sahipleri” içindir, onları muhatap almaktadır. İnşaAllah fikir sahiplerinden olarak yaşar ve hayat kitabımızı öyle tamamlarız. İşte fikir sahiplerinde gördüğümüz mutluluk yönetimine ait bir özellik, bir vasıf: “VAR’ı olduğu gibi seven anlayışla, insanlara yaklaştığı “kabul” duygusuyla gelen bir güven, fikir sahibinin kararlarını etkileyen önemli bir unsurdur. (Dündar Y., Mutluluk Yönetimi)
Uzmanlara göre güven veya güvensizlik duygusu 0-18 aylar arasında şekillenmektedir. Her bebek dünyaya ihtiyaç sahibi olarak doğar. Rabbimiz bebeğin bakımı, eğitimi, gelişimi ve ihtiyaçlarını karşılaması için dünyada annesini görevlendirmiştir. Acıkınca annesi tarafından doyurulur, gazı annesi tarafından alınıp rahatlatılır, altı annesi tarafından temizlenir… Bütün bunlar yanında konuşmayı, yürümeyi, davranmayı yani yaşamayı ondan öğrenen bebek anneyle güvenli bir bağ kurar. Bu sayede yavruda “dünya güvenli bir yer, annem güvenilir birisi” algısı oluşur. Eğer ki anne bebeğin ihtiyaçlarını bazen karşılar, bazen de karşılamazsa (onu yeterince önemsemezse, sebebi ne olursa olsun) çocukla anne arasında güvenli bağ oluşmaz ve “dünya tekin bir yer değil” algısı oluşur ve maalesef bu algı genellikle bebeklik çağından başlayarak hayat boyunca insanlarla ilişkilere yansır.
Biz bu güven duygusunu oluşturmuşluk üzerinden ilerleyelim. Bebeklikte oluşan güven duygusu yaşantıda başkasına güvenmek veya başkasının bize güvenmesi (yani güvenilir olmak) şeklinde karşımıza çıkar. Güvenilir olmak toplumsal yaşantıda “özü sözü bir olmak” veya “olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak” şeklinde ifade edilir. Bu durum kişinin doğru inanışlı olmasını ve bu inanış neyi gerektiriyorsa ona uygun bir hayat tarzına bürünmesini gerektirir. Böyle olmadığı halde yani doğru inanışlı olmadığı halde güvenilir, dürüst kişiler yok mudur? Elbette vardır. Ancak biz mutluluğu cennet idrakı görüyoruz, yani mutlu olmayı mutmain nefs olmak görüyoruz, öyle tanımlıyoruz, o zaman referansımız elbette iman (dolayısıyla da Kur’an ve Sünnet) olacaktır; güvenilir olmanın esaslarını imanımız ve imanımızı oluşturan bu kaynaklar belirleyecektir.
Biz inananlar için tek örnek (üsve-i hasene) olan, heva ve hevesi ile değil vahy ile konuşan ve buna uygun da yaşayan en güvenilir zat Efendimiz (sav)’in sıfatıdır El-Emin olmak. Hatta bu sıfat O’nda Bi’setinden (Rasul ve Nebi olarak tebliğe başlamasından) önce de vardır: Muhammed’ül Emin…
El-Emîn, kendisine güvenilen, ihanet etmeyen, sözünde duran, vefalı, başkalarından korkup da yanlış yapmayan, çevresindekilere emniyet veren, inanılan, güvenilen ve güvenen gibi vasıfları ifade eder.
Risaletinden önce O’na (sav) verilen bu isimle yaşarken, henüz 35 yaşlarında iken yaşadığı bir olayı hepimiz hatırlarız. Ciddi düzeyde tahrip olan Kâbe’nin tamiri sonrası Hacerül Esved’i kimin yerine koyacağı ile ilgili anlaşmazlıkta O’nun hakemliğinin belli olmasıyla birlikte herkesin dudaklarından şu sözler dökülüyordu: İşte bu gelen El Emîn’dir. O’nun vereceği hükme razıyız çünkü o adaletle hükmeder, o Muhammedül Emin (güvenilir Muhammed)dir. İşte Efendimiz (sav) bu emniyetle (güvenen ve güvenilen ahlakla) yaşarken kendisine ikram edilen Risalet ve Nübüvvet’i Safa Tepesi’nde duyurmak üzere Mekke halkına hitaben yaptığı ilk açık davette “Şu dağın arkasında bir ordu var desem inanır mısınız?” dediğinde oradakilerin hep birlikte “Evet” demesi de bu emniyet (güven) halinin yaşanması halidir.
“Güven içinde bulunmak” anlamındaki emn (emân) kökünden türeyen iman “güven duygusuyla yani mutmain kalple tasdik etmek”, mümin ise bu nu yapan ve yaşayandır.
Billahi anlamda imana ve gereğini yaşamaya talip olanlar için “güven duygusu” dünya ve ahiret hayatımızın selameti, afiyeti için, gerçekte kime nasıl güven duymamız gerektiğini anlatıyor. Billahi manada güven duygusunun oluşacağı makam Allah’ın makamıdır; güvenilecek asıl El Mümin olan Rabbimizdir, beşer olarak Rasulü (sav)’dir ve Billahi manada inananlardır. Maide Suresi 55. Ayet bunu “sizin veliniz (tam itimat edeceğiniz, dayanacağınız, yaslanacağınız) Allah’tır ve Rasulü’dür ve Billahi manada imanlılardır” diye ifade etmektedir.
Kişi ancak iman ettiği (Billahi bir teslimiyet yaşadığı makama) güven duyabilir. Yani Billahi imanlılar için güven duyulacak makam sadece Rabbimiz Allah’ın makamı iken, dunihi idrakla yaşayan ilahlık hissiyatlılar için ise Rabbimizin yerine koymaya çalıştığı kendi ilahlık iddiası (müstakilen varım ve muhtarım iddiası) ve diğer ilahlık iddialılardır. Kişi kendisini Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar zannettiği ve bu iddiayı hayatıyla dile getirdiğinde ona ait olduğunu düşündüğü bir güç, hüküm ve mülk sahipliği devreye girmektedir ki bu düşüncede, bu inanışta olanın gerçek manada güvenmesi ve güvenilir olması mümkün değildir. Kişi güç, mülk ve hüküm sahibi olma halini nerede tatmin ediyorsa, nerede yaşıyorsa onun güven duygusu da oraya aittir. Örneğin, başarılı bir iş adamının kendi imkan, yetenek, kabiliyet ve gücüne güvenmesi, toprak veya mülk zengini birinin malına güvenmesi, verdiği veya diğerlerinin verdiği hüküme güven duyması, bütün bunlar yanlış makama teslimiyetle ilgilidir.
Tevbe Suresi 129: “Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir.”
Ahzab Suresi 3: “Allah’a güven. Güvenip dayanmak için Allah yeter.”
Hadisler de mümin ve müslümanı “kendisinden (elinden dilinden) emin olunan” yani “kendisine güvenilen” olarak tanımlar ki mümin kul böyledir, çünkü El Mümin Allah’tır. Mü’min kul Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaya taliptir ve onun tanımı böyledir: Allah’a güvenen ve Allah adına güvenilen kişi.
Ayetlerimizde ve hadislerde bize öğretilen bu emniyet (güvenli olma) hali aslında bir hayat tarzıdır; Allah’a Billahi manada inanıp, güvenip “Allah bana yeter”i yaşamaktır. Bunu dille ve yaşantıyla ama Billahi idrakle söyleyebilmek bir müminin ahireti için çok önemlidir, çünkü onun kurtuluşudur. Bu sebeple “Hasbiyallahu” hali yani “Ben Allah’a güvendim, O Allah bana yeter” idraki biz inanalar için çok güzel bir mutluluk reçetesidir. Yaşantımız içerisinde başımıza gelen her bir olaylarda “Allah bana yeter” diyebilmek, bunu bir idrak ve hal olarak yaşayabilmek kulun ahireti ve dünyası için çok değerli bir kriterdir; hem kurtuluş yoludur hem de kurtulmuşluktur Biiznillah. “Allah bana yeter” teslimiyeti ve güvenini yaşayan kul, ahireti için ona çok gerekli olan teslimiyeti yaşarken aynı zamanda bu dünyada yaşadığı güven duygusuyla mutluluk yönetimini başarmış ve mutlu mutmain bir kul olarak yaşamaya başlamıştır, inşaAllah.
Allah’ım, sana inandık, sana güvendik, sana teslim olduk, lütfen merhamet ediver de bizi indinde emin ve mümin kulların olarak RAZI olduğun bir hayatla yaşatıp, vefat ettirip, öylece de diriltiver (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti