Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

SELÇUKLULAR SUFİLERE VE DERVİŞLERE KUCAK AÇTILAR

Selçuklu Devleti daha kurulmadan önce, Tuğrul ve Çağrı beylerin idaresindeki Türkmenler, Maveraünnehir’de Karahanlı ve Gazneli devletlerinin şiddetli baskıları altında bulunuyorlardı. Bu iki kardeş, kendilerine daha elverişli sahalar bulmak için bir keşif seferi yapmaya karar verdiler. Bu düşünce ile Çağrı Bey 3000 kişilik bir süvari kuvveti ile batıya, Anadolu’ya doğru hareket etti. Bu hareket baskı altında bunalan Türkmenlere sadece yeni bir yurt açmakla sonuçlanmıyor aynı zamanda Osmanlının öncüsü sayılan Selçuklulara Anadolu’nun İslâmlaşmasının mimarı olma onurunu da bahşediyordu. Türklerin bu akınlarından rahatsız olan ve Selçukluları Anadolu’dan atmak isteyen Bizans’ın, Romen Diyojen kumandasında hazırladığı ordu Malazgirt’te 26 Ağustos 1071’de Sultan Alparslan tarafından yenilince Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı. Bu tarihten itibaren akın akın Anadolu’ya gelen Türkler burayı ikinci anayurt yaptılar. Bu zaferden sonra 5-6 yıl içinde Anadolu’nun büyük kısmı Türklerin oldu. Bu dönemde birçok devlet kuruldu. Malazgirt zaferinden XIV. yüzyıla kadar başta Maverâünnehir olmak üzere Harizm, Horasan, Azerbaycan ve İran’dan Anadolu’ya büyük Türk göçleri gerçekleşti (Osmanlı Arşivleri. c. I, s. 2-5.’ten nakil, Özsaray, 2018, 27).
Anadolu’nun Selçuklu hâkimiyetine geçmesinden sonra gelen göçmenler arasında bulunan erenler Osmanlı dönemi de dâhil olmak üzere bu yeni topraklarda tarikatlarını yaymaya başladılar. Selçuklu döneminde başlayıp Osmanlı döneminde de devam eden göçmenler arasında bulunan tasavvuf erenleri Anadolu’ya üç merkezden gelmişlerdi. Bu merkezler Horasan, Erdebil ve Şirvan idi. Horasan Yesevîlik, Kübrevîlik ve Nakşibendîliğin, Erdebil Safevîliğin, Şirvan ise Halvetiliğin merkezi konumundaydı (Özsaray, 2005, s.28).
İşte bu erenler sayesinde Anadolu ve daha sonraki asırlarda Osmanlı devletinin fethettiği yeni coğrafyalar tasavvufî düşünce ile tanışmış oldu. Böylece bu dervişlerin yerleştiği yerlerde kendilerine bağlı göçmen grupların iskân edilip yerleşik hayata başlamaları da sağlanmış olmaktaydı. Müslüman bir yerleşkenin cami ile başladığı bilinen bir gerçektir ki bu uygulamayı önce Peygamber Efendimiz (s.a.v) başlatmıştı. Diğer Müslüman fâtihler gibi Selçuklular da bir yeri fethettikleri zaman oranın en büyük kilisesini kılıç hakkı olarak camiye çevirmişlerdir. Bu camilere fethiye camileri denilir. Bunlardan Anadolu’nun birçok şehir ve kasabasında mevcuttur (Özsaray, M,2005, s. 28). Bu camiler şehirlerin adeta kalbi durumundadır. Müslümanlar orada dînî ve sosyal her türlü ihtiyacını giderirler. Bu bakımdan olsa gerek şeyhler ve dervişler de tekke ve zaviyelerini henüz kurmadan önce camilerin çevresinde yerlerini almışlardır (Özsaray, 2018, s. 28). Nitekim günümüze kadar gelen birçok Selçuklu külliyesinde cami, medrese ve tekkenin bir arada bulunduğunu, hatta şifahane, imaret gibi sosyal kurumları da içine alan geniş mekânlar olduklarını biliyoruz. Bu müesseselerin etrafında oluşan çarşı ve mahalleler ise Müslüman şehrin diğer unsurları olmuştur. Böylelikle devlet ricali ve cemaat gerek ibadet için camiye geldiğinde, gerek beşerî ihtiyaçlarını karşılamak için külliyenin diğer bölümlerine uğradığında bir müderris veya bir şeyhle her zaman karşılaşma imkânına kavuşmakla ilmî ve rûhî meselelerine çözüm bulma imkânına kavuşmuş olmaktaydı. Bu külliyeler sayesinde toplumda havas denilen âlim ve ârifle avam denilen halk tabakası, zenginle fakir, sultanlar ve devlet adamlarıyla tebaa tanışması ve kaynaşması gerçekleşmekteydi. Şüphesiz müderrisler ve şeyhlere bütün bu imkânları verenler ise kendilerine son derece saygı duyan sultanlar ve diğer devlet ricali idi. Devletin verdiği bu imkânlar sayesinde onlar da faaliyetlerini rahatça yapmaktaydı.
Selçuklular döneminde şehirlerde dikkat çeken dînî yapılar arasında ziyaretgâhlar da bulunmaktaydı. Burada medfun bulunan zatlar Anadolu’ya gelen ve buraların Müslümanlaşmasını sağlayan Türkmen şeyhleriydi. Bu kişiler veli kabul edilir ve ziyaret edilirlerdi. Bu Türkmen şeyh ve babalarının ziyaretgâh olan mezarları Ortaçağ Türkiyesi’nin her tarafını doldurmuş ve Anadolu’yu âdeta bir evliya diyarı haline getirmişti (Özsaray, 2018, s. 29). Bu durum gayet anlaşılabilir bir realitedir. Çünkü “Büyük Selçuklular dönemi tasavvufun en değerli eserlerinin verildiği ve büyük tarikat kurucusu pirlerin yetiştiği devirdir” (Yılmaz, 1999, s. 20 ve Özsaray, 2018 s. 29). Bu pirler sayesinde Büyük Selçuklu toprakları tasavvufî düşüncenin tesiri altında kalmıştır. Bu sebeple Selçuklu’da sultan-sûfî ilişkilerinin dayanışma içinde seyrettiği rahatlıkla söylenebilir. Tarikatların bu dönemde ortaya çıkıp kurumsallaşması da bunun delilidir. Aksi takdirde sultanların desteği olmadan sûfîlerin kolayca kurumlaşmalarına imkân olmazdı.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti