Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SEN TANRI MISIN? – 58-

İDRAKINI GÜNEŞE, ZAMANA,
ONA BUNA YÖNELTME! ONLARI DA SENİ DE
ALLAH YARATTI. HEDEFİN VAHİD OLSUN
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Üzümü kerm/şarap diye isimlendirmeyin, ona kendi adıyla hitap edin,”ıneb/üzüm” veya “habel/asma” deyin. “Vay, şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına” diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi Dehr’dir.”
Sürekli rastlayacağınız bir şey var: Asi “BEN”in dili! Hep söylüyoruz, onu dilinden yakalayacak ve ona sahip çıkmayacaksınız. “B”nin de, Hakikatin de bir dili var, öğrenip onu ortaya çıkarmanız gerekiyor. Ayet ve hadislerdeki “şöyle demeyin, böyle deyin” uyarıları, bu iki dile ait ipuçları ve önerilerdir. Mesela, üzümü “kerm” diye isimlendirmeyin önerisi. Konumuz olmadığı için bir cümle söyleyelim. Üzümün geçmişte önemli bir ürünü var; şarap. O gün yaşantısının çok önemli şeyleri şarap ve kadın! Günümüzde nasıl acaba? Bu yüzden üzüme bakınca “şarap” diyorlar, önüne ne olarak geleceğini hayalleyerek isimlendiriyorlar. Efendimiz; “öyle demeyin, adıyla hitap edin, üzüm veya asma deyin” buyuruyor. Hadisin konumuzla ilgili kısmına gelelim: “Vay, şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına” diyerek zamana küfretmeyin, kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi Dehr’dir.”
“O doğuların/doğuşların Rabbidir” tabirinden zaman kavramına ulaştık: Doğuşlar, yeniden var görünenler; şandan şana akış süreci izlenince zaman/dehr kavramı oluşuyor. Tabi insan fark edebildiği var oluşları, var görünenleri izliyor. Yine konumuz içinde olmasa da “Dehr’e sitem”in o günlerde gündeme gelişini bir iki cümleyle görelim. O dönemde Dehr’e (zamana) inananlar var; Dehriye Fırkası. Dikkat edin, insan nasıl bir araştırma içinde! Bizim Muhammedî Bakış Açısı için gösterdiğimiz gayretten, hazır bulduğumuz idrakı anlamak için gösterdiğimiz gayretten çok daha fazla bir gayretle “neye inanabilirim?” diye araştırıyor ve zamanın kutsal yanını görüyor, yakalıyor, ona da tapıyor ve Dehriye Fırkası oluşuyor. Bu arayışı dünya yaşantısında henüz tekerleğin icat edilmediği hale benzetelim. O günün insanı o köşeli tekerleği yapabilmek için nasıl bir gayret ve düşünce içinde. Biz günümüzde öyle bir düşünce sergilemiyoruz, her şey çok rutin. O günün insanı çok gayret ediyor, çünkü bir tekerlek ihtiyacı var, tekerleği ortaya koyabilmek için bir gayret var. O köşeli tekerleği ortaya koyabilmek, şimdi bir tekerlek yapmaktan belki daha zordu. Zamanın hadisle açıklanan yönünü fark edip Dehr’e yönelenler gibi, güneşe inananlar da var, Güneş’e tapılıyor. Güneş’teki bir özelliği zihnen yakalamışlar, güneşin vehmin zulmetini yönetişini, kendilerine tesir edişini okumuşlar. Vehmin zulmetinde “müstakilen var”a mahkûm oldukları için “var” dedikleri yapıyı güneşin yönetişini, etkileyişini yakalamışlar. Böyle birçok şey bulabilirsiniz… “İlahınız Vahid’dir ve O Semavatın, Arzın ve ikisi arasındakinin Rabbi’dir” ayeti diyor ki: İdrakını güneşe, zamana, ona buna yöneltme! Onları da seni de Allah yarattı. Hedefin Vahid olsun.
EĞER DUA TELEPATİ GİBİ BİR ŞEY OLSAYDI İSLAMİYET’E VE İSLAMİYET’TE OLMAYA GEREK YOKTU Kİ
Dehriye Fırkası zamanı fark etmiş, ona inanıyor. Aralarında Allah’a inançlı olanlar da var. Kendilerince iyi işleri iltifaten Allah’a, kötü olanları zamana yüklüyorlar, “bu dehrin işidir” diyorlar. Allah’a inanmayanları ise gücü gece ve gündüze veriyor, gece ve gündüzün muhteşemliğine inanıyorlar. Gerçekten gece ve gündüz muhteşemdir; Leyl Suresi’nin başlangıcında gece ve gündüzün oluşumuna yemin var. O muhteşemliği fark etmişler, onunla perdelenmişler, oraya tapıyorlar. Kimi Dehr’e kızıyor, ondan gelen bir kötülük var sanarak dehre/zamana hakaret ediyor, kimi de tapıyor. Bu yüzden Efendimiz (SAV) dehr/zaman konusunda bizi uyarıyor.
Konuyu değiştirip, “Dua müminin silahıdır” hadisiyle ilgili bir yanlış uygulamayı düzeltelim. Dua nedir, onu detaylı ele almadık, tarif etmedik. Lütfen duanın tarifini önemseyin ve her türlü talebi dua sanmayın. Yeteneğini çok geliştirmiş telepatistler beyinlerine hükmederek (komut vererek) beyin gücüyle bir şeyler yapıyor. Onların bir kongresi TV’de haber olarak verilirken gösterilerini gördüm. Uzaktan kumanda ederek beyniyle kapının kolunu büküyor, beynine komut vererek kapıyı açıyor. Yaptığı şey, aslında vücuduna müracaat ederek bir şey yapmaktır. Benim elimle kapıyı açmam neyse, onun beyniyle telepati yaparak iş yapması odur. Onun beyin gücünü kullanmasını sakın dua sanmayın. Eğer dua telepati gibi bir şey olsaydı İslamiyet’e ve İslamiyet’te olmaya gerek yoktu ki. Telepatistlerin ünlüleri inançsız kişiler. Sistem’de şöyle bir şey var: Siz dünyada neden, kimden istemişseniz, neye ve kime sığınmışsanız önünüze o konur. Neye sığındıysanız o veriliyor. İslamiyet’i, Muhammedî Bakış’ı fark edemeyip de çareyi başka düşünce tarzları içinde arayanlar, gerçeği oralarda yakalamaya çalışırlar. Lütfen çok düşülen şu tuzağa düşmeyin, yanlış düşünce ve inanışlardaki kişilerin düşüncelerini Muhammedî Bakış’a benziyor diye önemsemeyin. Ben size “İslam’da Dua şudur” diye bir tarif yapıp, telepati gücünü “dua” diye tarif etsem, sizi yanıltsam kabul eder misiniz, doğru olur mu? Bir Rus bilim adamının telepati (düşünce) gücüyle yaptığı bir deneme var. Bir saksıyı koyuyor, insanları da toplamış, Tv’den de izleniyor, “şimdi hep beraber bu bitkinin gelişmesini düşünelim” diyor. Hep birlikte düşündüklerinde bakıyorlar ki, bitki gelişti. Bunu “dua” diye tanımlamak doğru olmaz. Bu bir tekniği kullanmaktır! Dünyaya ait bir tekniği kullanmak başka bir şeydir, ahiret başka bir şey! O Rus adam Müslüman olmadığı halde sizin yapamadığınızı yapıyor, öyle mi? Yani “müminin silahı” olarak tanımlanan duayı mı kullanıyor? Öyleyse İslamiyet’e ne gerek var? İşi hallediyorsun, müminin silahını inanmadan da kullanabiliyorsun, silah elinde, öyle mi? Hayır, bu dua değil! Dua çok başka bir şey… İnşaAllah ileride açarız.
SİZDEKİ TOZU TOPRAĞI SİLDİĞİNİZDE DE
VAR OLAN O NUR ORTAYA ÇIKAR
Efendimiz (SAV)’e o dehşetli günle ilgili bir manzara gösteriliyor. Bir ümmet görüyor, parlak mı parlak, nurlu mu nurlu çok güzel insanlar. “Herhalde benim ümmetimdir” deyince, “hayır” deniyor: “Onlar Allah’tan bir şey isterken hiç aracı kullanmayanlardır. Onlar bütün aracıları yok etmişlerdir!”
Şunu önemseyin: Sizin nurunuzu karartan sizdeki aracı düşüncelerdir. Siz o aracıları yok edince onların karaltısı gidiyor, ekstra nur gelmiyor. Diyelim bir lambanız var, üstü tozlanmış, kirlenmiş, iyi ışık vermiyor, ışık almak için Elektrik İdaresi’ne mi gidersiniz? Aynı volt elektrik mevcut, siz tozunu toprağını silin, o çıkar. Siliyorsunuz, ışık güzelleşiyor. Sizdeki tozu toprağı sildiğinizde de var olan o nur ortaya çıkar.
Şimdi Saffat Suresi’nin ilk beş ayetini açıklayan paragrafı hatırlayalım: Zahiren kesret görüntüsü ile tanınan ef’al âleminde Var Görünenleri, Her An Yeni Var Görünenleri ve bunların her türlü hallerini nurundan tertipleyenin Rabbülalemiyn olduğuna, dünya yaşantısı sürecindeki imanı sonucu, Var Görünüşünü Allah’a eş ve ortak koşmayan şuurunu, VAHDET YOLUNDA teşbihten tenzihe doğrultarak VAHİD’e olan imanını ikan için; dilinde, halinde ve fiilinde Zikrullah’ta olanların; öncelikle vehmin zulmetini şiddetle def edenlerin; zulmetten arınmış saf halleriyle safın safı olabilme arzusuyla bu yolda dizilmişlerin; Muhammedî Muvahhid’lerin kadrini bilebilir misin? Rabbinin izniyle her hükümden, melekler ve Ruh onda tenezzül eder. “Bin aydan daha hayrlı olan” onlara andolsun!
“Teşbihten tenzihe” ifadesini bir iki cümleyle açalım. Ulûhiyet Mertebesi denilen statüye seslenmek için “Allah” deriz. Allah halinden itibaren başlayan tüm haller “teşbih mertebesi” olarak, onun yukarısı ise “tenzih mertebesi” olarak isimlendirilmiştir. Teşbih, insanın düşünce tarzına uygun olan demektir. Kıyaslanabilen statü, bir şeylerin zıddıyla var olduğu statü teşbihtir. Teşbih mertebesinde var olan en önemli şey nedir biliyor musunuz? Renk kavramı! Dikkat edin, renk var. “Renk” kavramını evrenden kaldırsanız hiçbir şey göremezsiniz! Bu holografik oyunun içerisinde bir şeyleri size var gösteren unsurlardan birisi renktir; bizim kıyas yapmamızı sağlıyor. Biz kıyasla öğreniyoruz. Beynin akledebilmesi kıyas yöntemine dayanır. Bu yüzden, kıyas yapılsın diye örnek verilir. Hatta siz, sizi dinleyenlere bakar o kıyas noktasına geleni anlarsınız, kıyası yakalamıştır o! Beyin kıyasla çalışıyor ve teşbih mertebesi bu açıkladığımız şekilde! Ulûhiyetten yukarısı tenzih mertebesidir, hokkaya doğru gidiştir. Orada siyahla beyaz birbirinden ayrı değildir, henüz siyahın beyazdan farkı yoktur, hepsi ilim potasında aynıdır. İşte orası tenzih mertebesi! Dolayısıyla, kişi yaşadığımız âlemde, kıyas yapılabilen âlemde kıyas tuzağına düşmüyorsa, kıyas yapılamayan bir âlemin olduğunu biliyorsa, bu imandır. İşte Muhammedî Muvahhid, var görünüşünü Allah’a eş ve ortak koşmayan şuurunu (bu imanını) ikana çevirebilme gayretindedir. İmanı ikana çevrilir veya çevrilmez, ama o bunun gayretinde! İmanını ikana çevirebilmek için neler yapıyor, onu göreceğiz. Çünkü ayet “onlara andolsun” diyor. Onları da göreceğiz.
Saffat-1: “And olsun o saf olup dizilenlere.” Saf, saf olup dizilenlere yemin var. Önce en basit haliyle saf olmak ne demektir bunu açıklayalım, safa bir bakalım. “O saf olanlara andolsun” denilişin izini sürelim; “Saf” hangi “BEN”in tarifidir acaba, saf olmak nedir? Saf olmak tek yüzlü olmak demektir! Ancak, bu tek yüzlü olmak tanrısal değildir, tanrısal bir tek görünüş değildir. Bu tek görünüş, bu saf oluş tek yüzlü olmaktır, Hakk yüzlü olmaktır. Hakk olmaktır, Hakk yüzlü olmaktır! Hakk tek yüzlüdür! Bu yüzden, salâta başlarken “saf” konusunda uyarılırız. Tekbir’den sonra bu nedenle yüzümüzü yani safımızı tarif ve tespit ediyoruz: İnni veccehtü vechiye lilleziy fataras semavati vel arda hanifen ve ma ene minel müşrikiyn: Kesinlikle vechimi semavat ve arzın Fatırı olana döndüm; haniyf olarak. Ben varlıkları ve varlığımı şirk koşanlardan değilim…

 

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER