Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SEN TANRI MISIN? – 71-

“VEHİM” VE “NEFS” NEDİR?
İslamiyet’teki çok önemli bazı tanımları ısrarla ele alıp onları daha açmaya, daha iyi anlamaya çalışacağız. Bunlardan birisi vehim, bir diğeri nefs. Bunların manasını bir basamak ileri götürmeye çalışacağız. Bunları sindirdikten, yaşıyor hale geldikten sonra daha da ilerleteceğiz inşaAllah. Neden özellikle bu iki kavram? Tasavvuf anlatımları özellikle vehim ve nefs tanımları üstüne bina edildiği için. Dikkatinizi çekmiştir, “vehim” ve “nefs” kelimeleri anlatımlarda çok sık geçmesine rağmen çok somut bir açıklamasına, okuyanın “budur” diyeceği bir tanımlanışına rastlayamazsınız. İş bu iki kavramın üstüne bina edilir ama ne olduğu çok bilinmez, manalarına “acaba şöyle mi?” diye yaklaşılır. Tasavvufi anlatımların özü belki de bu yüzden tam yakalanamıyor, anlaşılamıyor.
Cüzî manaların varmış sanılmasına ve bu var sanışa göre muamele yapılmasına yarayan idrak gücüne vehim diyoruz. Vehim bir güç, bir enerji, bir nurdur; çok önemli bir şeyin açılımını yapan, cüzî manaların fark edilmesini sağlayan bir nurdur. Bu yönüyle vehim aslında çalışan bir mekanizmanın ismidir. Vehim sistemi cüzî manaların anlaşılmasına, fark edilmesine yarıyor. Cüzî manaları fark etmek ne demektir? Cüzî manaları fark etmek onları varmış sanmaktır; aslında olmayan bir şeyi gerçekten var sanmaktır. Vehimle yani cüzî manaları fark etmenizle birlikte onları varmış gibi düşünürsünüz. Ve gerçekten varmış sandığınız bu hale göre de muamele yapar, davranırsınız. Böyle davranmanızı sağlayan, o idrak gücüdür. Vehim halinin mekanizması nedir? Vehim halinin mekanizması hologramdır, o mekanizma günümüzde hologram ile açıklanıyor. Holografik sistem incelendiğinde karşılaşılan bilimsel bulgular aslında vehmin mekanizmasıdır.
CÜZÎ MANALAR ASLINDA ESMA TERKİPLERİDİR
Cüzî manaların anlaşılmasını sağlayan idrak nuruna vehim dedik. Peki, “cüzî mana” derken neyi kastediyoruz, onu somutlaştırmaya çalışalım. Cüzî manalar esma terkipleridir, ilmî terkiplerdir, esma kompozisyonlarıdır; başka bir deyişle cüzî manalar ilmî suretlerdir. Şöyle de açıklayalım: Allah; ilminde, ilmiyle, ilmini seyirdedir. İlminde, ilmiyle, ilmini seyirde halinin suretleri ilmî suretlerdir, cüzî manalardır. Cüzî manalar aslında esma terkipleridir. Bu terkipler, vücut bulmuş bu yapılar, bu ilmî suretler ef’al âlemine ait birimlerdir. Hatırlayacaksınız, bir mana âlemi var, bir de o manalardan vücut bulması dilenilmiş olanların olduğu ef’al âlemi. Mana âlemiyle ef’al âlemi arasında var kabul edilen sınıra/hale de Arş denir. Arşın üstü mana âlemi, manalardır; onlar henüz vücut bulmamıştır. Henüz mana olan bu fikirlerin vücut bulması dilenilmiş olanları Arş’tan sonra suretleşirler, oraya ef’al âlemi dedik. Ef’al âlemi varlıkların, yaratılmışların, fiillerin bulunduğu; manaların fiile dönüştüğü yerdir, manalar burada suretlenirler. İşte bu âlemdeki her birim bir cüzî manadır. Her bir birim mana âleminde nasıl bir birim olması dilenilmişse, o birim vücut bulacağı zaman bir “esma terkibi” olarak, dilenilen o manaya uygun vücut bulur ve ef’al âlemi karşımıza esma mertebesi olarak çıkar. Esma mertebesi aslında ef’al âlemidir. Esma mertebesi (ef’al âlemi) esma terkipleri diye anlattığımız cüzlerin âlemidir ki cüzlere de ilmî suretler diyoruz.
HAKİKAT SURETSİZDİR, HAKİKAT’İN SURETİ
OLMAZ; HAKİKAT SURETTEN MÜNEZZEHTİR
İlmî suretleri oluşturan terkiplerin varmış sanılması günümüzde hologramla, holografik sistemle açıklanmaktadır. Şimdilik hologramla açıklanan bu terkiplerin varmış sanılmasını sağlayan idrak gücünün ismi vehimdir. Biz anlatabilmek için bu cüzî manalara ilmî suretler dedik ama dikkat edin, gerçekte Hakikat suretsizdir, Hakikat’in sureti olmaz; Hakikat suretten münezzehtir, beridir. Ama idrak edilen bir suret varsa, suretler idrak ediliyorsa (var sanılıyorsa) o vehimdir, bir ilmî sureti varmış gibi telakki etmek vehimdir. Demek ki suretler Hakikat’in hali değil. Bu yüzden Sübhanallah vardır, Hakikat’i bu suretlerden münezzeh kılmak için! Kişi Hakikat’i suretlerden münezzeh kılmak için Sübhanallah gerçeğine döner. Hakikat’e seslenirken, algıladığı ve varmış sandığı suretlerden Hakikat’i münezzeh kılar, beri tutar, O’nu onlarla kayıtlamaz. Şimdilik bu kadarla yetinelim, bunu ilerleyen paylaşımlarımızda birkaç basamak daha ileri götüreceğiz.
Gelmeye çalıştığımız bir şey de şu: Kişi cüzî manaları anlamaya, onları varmış sanmaya yarayan idrak gücü olan vehimle “BEN” der. Çünkü cüzî manaları algıladığı an kendisini de var algılar ve bu sanışa göre muamele eder; var sanar ve var sanışına göre de yaşar. Var sanıp, var sanışına göre yaşamaya başlayınca, bu vehimle kendisini “BEN” diye takdim eder. Lütfen dikkat edin, belki de hiç rastlamayacağınız önemli bir şeyi söyleyeceğim, inşaAllah. Aslında tasavvufi literatürlerde var olan ama bu açıklıkta rastlamayacağınız önemli bir şey. Kişinin bu vehimle “BEN” dediği “BEN”i sonra oluşacak “BEN”le karıştırmamak için ona Vehmî Benlik diyelim. Vehmî benliğin ne olduğu pek bilinmez. Vehmî benlik bilinmediği ve zulmanî benlikle karıştırıldığı için, insanlar İslamî ilerleyişlerinde başarı sağlayamaz! Vehmî benlik çok önemlidir, vehmî benlikle “BEN” diyebilmek bir bilinç gerektirir. Kişinin vehim haliyle muamele edebilmesi, yaşayabilmesi için vehme ait bir bilinç gerekir. O bilinç varsa vehmî davranışlar yapılır. Vehmî davranışların bulunduğu bir havuz vardır, o havuz kişinin vehmî bilincidir ve Vehmî bilinç Rahmanîdir, o Rahmanî bilinçtir. Ama vehmî bilinçle vehmin zulmetine ait bilinç karıştırılır. Vehmin zulmetine ait bilinç yeterince açıklanmadığı için bu işin talipleri vehmi ve vehmin zulmetini (vehmî bilinci ve vehmin zulmetine ait bilinci) ayırt edemez, karıştırırlar, vehmin zulmetini vehim sanarlar. Bu aslında önemli bir yanlıştır! Bu yoldaki bütün ilerlemeler “vehim” ve “nefs” anlayışı üstüne bina edilir, ama bunlar tanımlanmaz, hatta suistimalleriyle karıştırılır. Bu temel kavramlar net tarif edilmediğinde, idrak ilerlemesi çalışmaları sonuçsuz, başarısız kalıyor. Çünkü ilerleme gayretleri yanlış bakış üstüne bina edilmiş oluyor. O yanlış bakış özellikle şudur:
1) Vehmin zulmetini vehim sanmak.
2) Nefsin şerrini nefs sanmak.
“VEHMÎ BEN” VE “ZULMANÎ BEN”
ÇOK AYRI ŞEYLERDİR. VEHMÎ “BEN” RAHMANÎ BİLİNÇTİR, ZULMANÎ “BEN”İN BİLİNCİ İSE ŞER BİLİNÇTİR, KÜFÜR BİLİNCİDİR
Kesrette yaşadığımız için takdimli bir hayat var, kişi “BEN” diyerek kendini takdim eder. Bu takdimi yaparken vehmin zulmetiyle veya vehimle “BEN” der. Vehmin zulmetiyle “BEN” zulmanî “BEN”dir. Vehimle söylenen “BEN” vehmî “BEN”dir, vehmi takdim ederek söylenen bu “BEN” Rahmanî “BEN”dir. Vehmî “BEN” vehmî bilinç sonucudur, zulmanî “BEN” zulmanî bilinç sonucudur. Çok dikkat edin, vehmî “BEN” Rahmanî bilinçtir, zulmanî “BEN”in bilinci ise şer bilinçtir, küfür bilincidir, fasık bilinçtir. Şer bilinci, küfür bilinci, fasık bilinci, zulmani bilinci siz eğer vehmî bilinç sanarsanız, onları vehmî yani Rahmanî bilinçle karıştırırsanız, vehmî bilinci şer kabul etmeye başlar, onunla mücadele edersiniz. Fark ettiniz mi, nasıl büyük bir tehlike, nasıl büyük bir yanlış? Dışarıdaki tasavvuf anlatımları böyle bir şeyin üstüne bina ediliyor. Bu fark edilmez de tasavvuf anlatımı bu yanlışın üzerine bina edilirse, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın başarı elde edilemez, mümkün değil! “Vehmî Ben” ve “Zulmanî Ben” çok ayrı şeylerdir. “Vehmî Ben” çok önemli bir mertebedir. Zulmanî Ben’i insanlar “vehmî ben” zannediyor ve kötü sanıyor. Kötü sandıkları için ondan kurtulmaya çalışıyorlar. Mücadeleyi “zulmani ben”leriyle yaşarken ve onun farkında olmadan yaptıkları için de başaramıyorlar!
Aslında vehmî ben, Nefs-i Mutmainnedeki kişinin kendini takdim ederken söylediği “BEN”dir, nefs-i mutmainnedeki bilinçle söylenen “BEN”dir. Bu yüzden, vehmî bene ulaşabilmek öyle kolay değildir. O, velayet kapısından geçtikten sonra söylediğiniz “BEN”dir. Dolayısıyla eğer siz Zulmanî Ben’le ilgili davranışlara Vehmî Ben derseniz, böyle tanım getirirseniz başarı elde edemezsiniz. Zulmanî “BEN”den bu yolla kurtulmaya çalışan kişi kurtulamaz, o yanlış bir uğraş olur. Bu y��zden Zulmanî Ben bilincini çok iyi bilmek gerekir. Bu bilinirse, fark edilir ki, kurtulunması gereken öncelikle Zulmanî Ben’dir. Kişinin Zulmanî Ben’den kurtulmadan Vehmî Ben’e ulaşması mümkün değildir. Vehmî Ben önemli bir mertebedir. O kadar önemli bir mertebedir ki, onun en alt noktası nefs-i mutmainnedir ve buradaki kişinin ismi haniyftir. Haniyf, vehimle (vehmî olarak) “BEN” diyendir. Kendini vehimle, vehmî özellikle takdim edip “BEN” diyene haniyf denir, haniyf odur. Ve bu, Din’e yaklaşabilmek için asgari noktadır. Din’i anlayabilecek, ona yaklaşabilecek bilinç Vehmî Benlik bilincidir. Vehmî benlikle birlikte önemli manalar, makamlar başlar: İhlâs’ın, İhsan Makamı’nın, Edeb Hali’nin başladığı mertebe Vehmî Benliktir. Vehmî benlik, Şehadet Makamı’nın giriş yeridir, en alt noktası Nefs-i Mutmainne olan bir mertebedir, böyle bir makamdır. Vehmî benlik, ilkin kendisinden kurtulmak için mücadele edilecek bir “Benlik” değildir. Kurtulunması gereken ilk benlik zulmanî benliktir. Bu iki bilincin farkını bir örnekle şöyle anlatalım: Yan yana iki sahne düşünün, rol yapılan iki sahne var: Birisi zulmanî sahne, diğeri Rahmanî sahne. Dünyadaki hayat bir rol olduğu için dünya hayatını sahneye getirdik: Zulmanî sahne, Rahmanî sahne. Zulmanî sahnede oynanan rollerin tamamının ana fikri şudur: Müstakilsin! Bu müstakilliği yaşat, bu müstakilliği koru, bu müstakilliği yücelt, bu müstakilliği eğlendir, bu müstakilliği oyala, bu müstakilliği sun! Zulmanî sahnede ana fikir bu: Sen müstakilsin! Zulmanî sahnedeki her türlü rol bu ana fikre uygun; rol zenginlikse de ana fikir budur, fakirlikse de ana fikir budur; sağlıksa da hastalıksa da. Roller değişir ana fikir değişmez: Ben müstakilen varım ve muhtarım. Zulmanî idrak, zulmanî bilinç işte budur.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti