Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

TERCİHLERLE “DÜNYAYI DİLEMEK” VE “AHRETİ DİLEMEK”

– 103-
“Ey Nebî, eşlerine sor” hitabı dünya imtihanında hepimizedir: Neyi seçiyorsun? İmtihan budur. İsrâ Sûresi 18, 19 ve 20. âyetler bizim bu soruya vereceğimiz cevaba bir karşılıktır.
“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse, dilediğimize dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir sonra da onu kınanmış, kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de âhireti diler ve mü’min olarak ona uygun bir gayret ile çalışırsa işte bunların çalışmaları makbuldür. Onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de) hepsine Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsra; 18-20)
“Dünyayı dilemek” nedir?
Âyetin konumuzla ilgili kısımlarına konumuz kapsamındaki mânâları ile bakacağız, mânâlar bununla sınırlı değil. Kim çarçabuk geçen dünyayı dilerse! Çarçabuk geçen dünya nedir? Dünyayı dilemenin dünyaya ait bir mevkiyi, bir eşyayı, bir nesneyi dilemek olmadığını gördük, böyle anlaşılırsa yanlış olur. Bir müslüman yönetici olmak istemeyecek mi, bir müslüman arabası olsun istemeyecek mi, bir müslüman parası olsun istemeyecek mi? Değilse nasıl hayr yapacak? Özellikle varlıklı insanı destekleyen bir dindir İslâm; varlıklı insanı sever. Öyleyse çarçabuk geçen dünyayı dilemek nedir? Bu âyette “dünya” bir idrakın ismidir. Dünya idrakı Esfele Sâfiliyn’dir. Dünyayı dileyen o idrakı seçen demektir. Bu gibi âyetleri okuyup dünya nimetlerini dilemekten korkmak yanlış olur, Kur’ân’a ters olur, kişi uzak doğu felsefelerinin tuzaklarına düşer, bir lokma bir hırka yanlışına düşer. Dünya kendine ait idrakın yaşandığı yerdir. Dolayısıyla, dünyayı dilemek “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasını seçmektir. Kim “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasını seçerse, dilediğimize onu istediğimiz kadar veririz. Onu verirken fakirlik lazımsa fakirlik veririz. O iddia onda fakirlikle çoğalacaksa fakirlik, hastalıkla çoğalacaksa hastalık, zenginlikle çoğalacaksa zenginlik veririz. Böylece “Allah’a karşı ben de varım” iddiasıyla kişi sonuna kadar gider. Sonra? Kınanmış, kovulmuş olarak cehenneme girer, yani mütekebbirler sınıfına girer.
“Çarçabuk geçen dünya” iyi dikkat edilirse tercihin işaretidir: Siz, size tanıdığımız mühlette, bu mühlette verdiğimiz tercih yetkisiyle şımarıyorsunuz. Oysa bu yetki çarçabuk geçecek. Esas olan Muhtariyet Gücü’dür. Onda Hakk ve bâtıl için “tercih” fonksiyonu belirmiştir ama o çabucak geçer, ölümle ortadan kalkar; Muhtariyet Gücü devam eder. Hakk’la bâtıl arasındaki tercih bittiği için “T” de fonksiyonunu yitirmiştir. İşte çarçabuk geçecek bu yetki için şımarıyorsunuz…
“Âhireti dilemek” nedir?
Âyette “Âhireti dilemek” geçiyor, bu nedir? Âhireti dilemeyenler âhirete gitmeyecekler mi? Dünyayı tercih edip âhireti dilemeyenler de dilemedikleri halde âhirete gidecek, onların da âhiri var. Demek ki âhireti dilemek “Onlar gelmesin, oraya ben gideceğim” demek değil, dünyayı dilemek de “Dünya nimetlerini istiyorum” demek değil. Âhireti dilemek de dünyayı dilemek de birer idrakın ismidir. Öyleyse ahiret neyin sembolüdür, neyin işaretidir, neyin belirdiği bir yerdir? Âhiret, Billâhi anlamda îman ve onun gereği hayat tarzının ne kadar doğru bir seçim olduğunun apaçık anlaşılacağı ve bunun gereğinin yapılacağı yerin adıdır. Bu yüzden, âhireti dilemek bir beyandır: “Ben Âmentü Billâhi dedim, Billâhi mânâsında îmanımı beyan ettim. Ve Muhammedün Rasûlullah dedim, gereğini de Efendimiz (SAV)’in dediği gibi yaptım. Biliyorum ki bu gerçek ahirette apaçık ortaya çıkacaktır. Dünyada bir aferin, bir takdir beklemiyorum, o gerçeğin çıkacağı yere talibim.” Âhireti seçmek budur. Dünyayı seçenle âhireti seçen şimdi anlaşıldı mı? Âhireti seçen şehâdetimiz gereği diyor ki: “Allahım Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak sensin. Ben senin adına BEN demeyi seçtim.” Dünyayı seçen ne diyor? “Müstakilen varım ve muhtarım”, yani “Ben kendi adıma BEN derim, hayatımın kurallarını kendim koyarım” diyor, kendini müstağni sayıyor.
Kur’ân’ın tercihle ilgili derslerine devam edelim:
“Âyetlerimizde ilhâd’a sapan (mecrasından saptıran, bâtıla özendirenler) bize gizli kalmazlar. Şimdi, nâra atılan kimse mi hayrlıdır, yoksa kıyâmet günü korunacağından umutlu, bir güvenle gelen kimse mi? Dilediğinizi yapın! Muhakkak ki; O, yaptıklarınızı Basiyrdir.” (Fussilet-40)
Kur’ân hatırlatan bir öğüttür
Dilediğinizi yapın. Sahibi diyor ki dilediğinizi yapın. Nâra girenler, cennete girenler! Size anlattık, dilediğinizi yapın. İnsanın bir tercih sınavında olduğu ne kadar açık, değil mi? Öyleyse tasavvuf adına, tasavvufun ehillerini bir kenara bırakıp, onları yanlış anlayıp “İnsanın seçme özgürlüğü yoktur” demek haksızlıktır, Kur’ân’a terstir. “Dilediğinizi yapın” diyerek âyet nefsleri tercihe davet ediyor. Sonra da nûr ve nârı anlatarak tercihlerinde onlara danışmanlık yapıyor, yol gösteriyor.
“Muhakkak ki bu bir hatırlatan öğüttür. Dileyen Rabbine bir yol tutar.” (İnsan-29)
Bu bir tezkiredir, öğüttür diye yazılıyor ama yetmez, “öğüt” tek başına tam anlaşılmaz. Kur’ân âyetleri hatırlatan bir öğüttür. Neyi? Verdiğimiz sözü! “Allahım Rabbimiz SENSİN” ahdini hatırlatan bir öğüttür. Sadece öğüt değil; Kur’ân hatırlatan bir öğüttür. Efendimiz’in görevlerinden birisi hatırlatmaktır.
“Muhakkak ki bu bir hatırlatan öğüttür. Dileyen Rabbine bir yol tutar” âyetini geniş göreceğiz. Şimdi âyetlerdeki “Dileyen” ifadelerine dikkat çekmek ve Allah’ın imtihan yaptığını anlayabilmek üzere “Dileyen” âyetlerini görüyoruz.
“Dileyen O’nu zikreder (Kur’ân’ı ders yapar ve hatırlatan öğüt alır).” (Müddessir-55)
“Sizden bilfiil müstakıym olmayı dileyenler için.” (Tekvir-28)
“De ki; Hakk Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen îman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf-29)
Nefslerin dünya hayatı sürecinde Hakk yolun nasıl bir şey olduğunu Esfele Sâfiliyn kurallarla bulması mümkün değildir. A’râf 172 ve 173’de gördük ve öğrendik ki, Rabbimizle bir sözleşme yaptık ve o bize işlendi, fıtratımızda o var. Dünya yani Esfele Sâfiliyn kurallarıyla Hakk yol anlaşılamayacağı için Allah fıtratı üzere yaratılan fıtratımızda bu sözleşmenin gereği vardır. Bunun yanı sıra, Hakk ve bâtıl arasında tercih yapıldığını anlatan, bu konuda nefslerin donanımlı olduğunu gösteren âyetler var:
“Sonra da ona (nefse) hem fücûrunu (bâtılı) tercih ederse sonucunun ne olacağını, hem de takvâsını (Hakk yolu) tercih ederse sonucunun ne olacağını ilham edene ki.” (Şems-8)
“Ona iki yolu (Hakk ve bâtılı) göstermedik mi?” (Beled-10)
“Muhakkak ki; biz, ona o yolu hidâyet ettik (Hakk ile bâtılı beyan ettik) ya şükredici olur ya küfredici.” (İnsan-3)
İnsan tercih yapması için ayetlerle yönlendirilir
Demek ki insan hakla bâtıl arasında tercih yapmaya programlanmış. Bunun için gerekli bilgiler, yetenekler fıtratında var. Ve şu önemli bir şey: Dünya hayatı sürecinde, kesret kuralları çerçevesinde, nefsler Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisini kullanmaları konusunda o derece hürlerdir ki! Cümlenin yanlış anlaşılmaması ve doğrunun yerine oturması için bir uyarı cümlesi koyalım: Ancak bu dûniHİ bir hürriyet değildir. Maalesef öyle zannediliyor. Allah şahidim olsun ki çok, çok önemli bir şeyi konuşuyoruz. Maalesef, işte bu konuda insanlar yanlışta bölünmüşlerdir. Bir kısmı MTG’yi Müstakilen VAR ve Muhtar dûniHİ bir güç zannetmiştir. Bir kısmı MTG için “Hiç yok” demiştir. İkisi de yanlış. Âyetleri gördük, insanda tercih yetkisi yoktur nasıl denebilir? Sahibi “Dileyen yapsın” diyor, anlatıyor işte. O “tercihiniz var” diyor, sen “yok” diyemezsin veya o yetkiyi müstakil ve muhtar ilan edemezsin. MTG bir yetkidir, müstakilen VAR ve muhtar bir güç değildir. MTG Allah’ındır, Allah’a ait bir yetkidir ve insan bunu son derece hür kullanır. Bunu âyetle göreceğiz. Âyet ve hadis dışı konuşmak bu yolda yasaktır, “Bana göre” diyerek konuşmak yok. Nefsler, MTG yetkisini kullanırken hürlerdir ancak bu hürriyet dûniHİ bir hürriyet değildir. “Neden hürlerdir, nasıl hürlerdir?” o ayrı bir konu. Hürlerdir. Bir cümleyle de olsa ipucu vereyim, detayını ileride bekle. Neden hürlerdir? Çünkü Allah Muhtar’dır ve Hür’dür. Bunu anla. Eğer sen, “İnsan yani Halifetullah MTG yetkisinde hür değildir” dersen “Allah hür değildir” demiş olursun. Gerçek Hür Allah’tır, gerçek Muhtar Allah’tır. Bu yüzden Halifetullah vasıflı insan MTG yetkisini kullanmakta çok hürdür. Ancak bu hürriyet dûniHİ olmayıp Billâhi bir hürriyettir. İnsan MTG yetkilerini bu derece hür kullanırken inananlar doğru yolda tercih yapmaları, Hakk yol için tercih yapmaları için ayetlerle yönlendirilir. Bir kaç tanesine bakalım.
“(Salih’in kavmi) Semûd’a gelince, biz onlara hidâyet ettik, onlar a’mâlığı (Hakk gerçekler yok gibi yaşamayı) sevip hudaya (Rablerine ulaştıracak yaşantıya) tercih ettiler. Bundan dolayı kazandıkları yüzünden horlayıcı, alçaltıcı azabın yıldırımı kendilerini yakaladı.” (Fussilet-17)
Semud toplumunun hâli anlatılıyor: Onlara hüdayı, doğruyu gösterdik. Ama onlar Müstakilen VAR ve Muhtar yaşamayı, “Allah yokmuş gibi” yaşamayı tercih etti. Bu yüzden yaşarken azaba uğradılar.
“Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size (Bedir’de) fetih geldi. Eğer (Rasûlullah’a) direnmekten vazgeçerseniz, o sizin için daha hayrlıdır. Şayet (şirk dînine) dönerseniz, biz de döneriz. (O zaman) topluluğunuz kalabalık da olsa size bir faydası olmaz. Çünkü Allah mü’minlerledir.” (Enfal-19)
Âyette önemli bir anahtar kelime var: Dönerseniz biz de döneriz. Bu ifade tercihi gösteriyor.
“Bu böyledir. Çünkü bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlara in’am ettiği nimeti değiştirici olmaz. Ve Allah Semiy’un Aliym’dir.” (Enfâl-53)
“Onlar nefsinde olanı değiştirmedikçe” ifadesi de tercihi gösterir. Tercih açıkça görülüyor.
“Umulur ki, Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz, biz de döneriz. Cehennemi kâfirler için hapishane yaptık.” (İsrâ-8)
“Nefsine hâinlik edenleri savunma. Muhakkak ki; Allah, çok günah işleyen ve sürekli hâinlik yapanı sevmez.” (Nisâ-107)
Kendine hainlik eden, nefsinin hakikatine göre tercih yapmayandır; nefsine “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıyla muamele edendir. İşte onlarla ilgili olarak Rabbimiz soruyor:
Nisâ-109: “Siz dünya hayatında onları savundunuz (diyelim). Ya kıyâmet günü onlar için Allah’a (karşı) kim mücâdele verir? Yahut onlar üzerine kim vekil olur?”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti