Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

TÜRKLER ASLA SÖMÜRGECİLİK YAPMADILAR

Türkler ele geçirdikleri ülkelere, Avrupalılar gibi; o ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürmek ve halkı fakirleştirmek için değil, halkı zenginleştirmek ve nizamı sağlamak amacıyla yerleşirlerdi. Bu durumu ilahi bir görev sayarlardı. Fethedilen bölgelere camiler, hanlar, hamamlar, aşevleri, kervansaraylar, yollar,
köprüler, çeşmeler, şifa haneler,medreseler yapılırdı. Amaç yıkmak, yok etmek değil, yaşatmaktı. Bu durumu Türklerin Dini
Tarihi adlı eserinde M. Baudier şöyle açıklar:
“Türkler merhamet, şefkat ve insanlara yardımda bütün milletlereve hatta Hıristiyanlara da üstündürler.” (C. Yalçın, Sahip
Olduğumuz Miras: 48)
Fransız tarihçi de aynı konu ile ilgili olarak:
“Osmanlı idaresinin, fethedilen memleketler için, son derece liberal olduğunu kaydetmeden geçmemelidir. Bu memleketler
ahalisini Türkler, dillerinde, dinlerinde hatta bazen iç düzenlerinin büyük bir kısmında tamamen serbest bırakıyorlardı.” (C.Yalçın:50)
demektedir.
Ünlü tarihçi Arthur Gibbons da “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” adlı eserinde şöyle der:
“Şu bir gerçektir ki, Türkler yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken din hürriyeti fikrini temel taşı olarak koşmuş bir millettir.
Sürekli Yahudi ve Hıristiyan tazyiklerine mukabil, Türklerin Balkanlar’a girmesinden sonra Gayrimüslimlerle yeni gelen Müslümanlar
yüzyıllarca ahenk içinde yaşamışlardır”.(C.Yalçın: 44)
Hz Peygamberin “İstanbul mutlaka fetih olunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir. Onu fetheden emir-sultan ne güzel
emirdir-sultandır” başta olmak üzere çok sayıda hadisinde hedef gösterdiği ve fethinin müjdesini verdiği İstanbul 29 Mayıs
1453 günü Türklerin eline geçmişti. İstanbul’un fethi ile bin yıllık Bizans tarihin derinliklerine gömülüyor, İslam’ın sekiz yüz
yıllık ülküsü gerçekleşiyor; Türk Cihan Hakimiyeti’nin-Nizamı Alemi yeni ve parlak bir devri başlıyordu. Padişahım çok yaşa! , Padişahım
çok yaşa! Sesleri arasında şehre giren Fatih “Allah’ın Ordusu” ve “İslâm’ın Askeri” olmak şerefine erişen gazilere şöyle
sesleniyordu:
“Ey kahraman mücahitler! Allah’a hamdü senalar olsun. İşte bundan böyle sizler Kostantiniyye fatihlerisiniz. Hz. Peygamberin,
Kostantiniyye şehri elbette feth olunacaktır. Onun fethine muvaffak olan hükümdar, ne güzel hükümdar ve askerleri de ne kahraman
askerlerdir” buyurduğu ve lisan-i Peygamberin şereflendirdiği şerefli askerler siz oldunuz. Gazanız mübarek olsun. Zinhar
çocukları, din adamlarını, sizinle harp etmeyen insanları öldürmeyin, kadınlara dokunmayın, Peygamberin size layık gördüğü
şerefin ehli olasınız.” (Z.Kitapçı, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler, 2. cilt: 146)
Hz İsa’nın ruhaniyetine sığınan ve Meryem Ana’nın gelip kendilerini kurtarmasını bekleyen halk Ayasofya’ya doluşmuştu. Meryem
Ana yerine karşılarında Fatih’i buldular Ayasofya’ya giren Fatih onlara elleriyle susmalarını emretti ve şöyle dedi:
“Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki; Bu günden itibaren artık ne hayatınız
ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.”
(M. Doğan:181) dedi ve Hıristiyanlara Bizans döneminde görmedikleri derecede bir din hürriyeti tanıdı. Fatih, tarih boyunca
sahip oldukları topraklarda din ve vicdan hürriyetine son derece saygı gösteren bir milletin evladı olarak Ortodokslar’a da aynı
şekilde muamele etti.
“Fatih İstanbul’u aldıktan bir kaç gün sonra Papaz Gennadios’u bir dost olarak, huzuruna davet etti; ona geliş ve dönüşünde tantanalı
merasimler yaptı. Kendisine verdiği imtiyaz fermanı ile onu patrik tayin etti; patriğe bir at ve bir de murassa patriklik asası
ve alametleri hediye etti. Patrikhaneye dini ve kültürel tam bir hürriyet bahşeyledi. Böylece Bizans tarihinde imparatorların emrinde,
çoğu zaman, bir siyasi vasıta olarak kullanılan Patrikhane, ilk defa olarak, Türk idaresinde muhtariyete kavuşuyordu. Fakat
daha mühimi Rumların dinlerini Katolik papaya satmaktan kurtulmaları idi. Rumlara göre Avrupalılar barbar, zalim ve dinlerine
göz dikmiş ve Hıristiyanlıktan çıkmış insanlardı. Avrupalılar da Bizanslıları, Rafızî, hilekâr ve Hıristiyanlığa hıyanet etmiş
sayıyorlardı. İki mezhep arasındaki bu kadim düşmanlık Dördüncü Haçlı seferindeki Latinlerin İstanbul’u, Bizans’a ait bir takım sahilleri
işgaliyle artmıştı.” (O.Turan 2: 63) Bu gün Türk milleti aleyhinde birçok faaliyetlerde bulunan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi,
Katolik Avrupa’nın baskısından ve zulmünden Türkler sayesinde kurtulmuş ve muhtariyet kazanmıştı.
Hıristiyanlar kendi aralarında bile birbirlerine göstermedikleri dini hoşgörüyü Türklerden görünce İstanbul’dan kaçanlar tekrar
memleketlerine dönmeye can attılar. “Tarihçi Lamartine’nin tabiriyle bir kaç ay içinde İstanbul’a Türklerden fazla Rumlar üşüştü.”
(M. Doğan: 194) O tarihlerde Hıristiyan Avrupa’da Engizisyon mahkemelerinde binlerce insan hayvanlar gibi boğazlanıyor ve diri diri yakılıyordu.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER