Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Yusuf İLGAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

YUNAN VAHŞETİ – Kocatepe Gazetesi

Yusuf İLGAR 7 Temmuz 2017 Cuma 12:37:29
 

YUNAN MEZALİMİ HAKKINDA ACI DOLU HATIRALAR
Galip Leblebicioğlu (d. 1937) anlatıyor: “Babamın babası Duhânî-zâde Hacu Murat Ağa’nın büyük oğlu Mustafa askerlik çağındadır. Babaannem Ayşe Çelebi. Mevlânâ’nın torunu olan Mutahhara Hatun’un dolayısıyla Sultan Dîvânî hazretlerinin de torunu. O tarihte erken evlilikler olurmuş. Onun da üç oğlu iki kızı olmuş.
Birinci Cihan Harbi’nin karışık dönemleri. Gençler askere yazılıyorlar. Dedem de yazılmış. Karaman’a gideceksin demişler. Gidiş o gidiş. Bir daha dönmemiş. Nerde ne zaman öldü. Şehit mi? değil mi? Bilen yok.
Yunan işgalinde babam 13-14 yaşında… Babası askerde kaldığı için askere de almıyorlar. Şimdiki Belediye Çarşısındaki karşısındaki yuvarlakta bir bakkal dükkânı açmış.
Annemin babası Mehmet dedemi de bir evden iki asker olmaz diyerek askere almamışlar.
İşgal devam ederken evde yiyecek bitiyor. Un, uğra, bakliyat lâzım. Mehmet dedemle Ahmet amcam, Balmahmut köyünde çiftlik evimize gidelim, orda ambarda buğday, arpa ne varsa getirelim diyorlar. Onların ifadesine göre, çiftlikte sığırla (inek, dana) beş-sekiz at olması gerek. Kendi kendilerine Yunanlılar atları muhtemel almışlardır, diğerleri duruyorlardır diyorlar. Dedemle amcam bir merkeple Balmahmut’a gitmek üzere yola çıkıyorlar. İzmir-Antalya kavşağında Yunan askeri çeviriyor. Nerden gelir? Nereye gidersiniz?
Dedem köye gittiklerini, erzak alıp Afyon’a götüreceklerini anlatmaya çalışıyor. Yunan anlamıyor. Siz hangi çetedensiniz? Lideriniz kim? Ne haber götürüyorsunuz? Kağıtlarınızı çıkarın. Dedemle amcam bizim kimseyle ilgimiz yok. Köydeki çiftlik evimizden yiyecek alıp oradaki atlarımıza yükleyip Afyon’a döneceğiz diyorlar. Atlardan bahsedince Yunan askeri daha çok huylanıyor. Orada bir ‘hoş geldin’ dayağı atıyorlar. Dayak sonucunda yine bir şey öğrenemeyince Balmahmut İstasyonu’nda olan Yunan birliğine teslim ediyorlar. Orada da sabah akşam kırbaçla dedemi dövüyorlar. Bir kümese atıyorlar. Bu bir hafta sürüyor. Bir şey çıkmayınca serbest bırakıyorlar. Bu olaydan sonra dedem çiftlik evine gidiyor. Bakıyor ev bomboş, perişan bir halde. Evde Yunan komutanları kalmış. Ambar altmış metre kare olup dört gözlüydü. Ancak burası da bomboş, bir gram dahi ne buğday ne arpa ne de haşhaş var. Yunan askeri tahıldan başka çiftlikte olan atları, sığırları da alıp götürmüş. Diğer taraftan evin koca kapısı (4×5 m) da eğik duruyor. Dedemler çiftlik evinde umduklarını bulamıyorlar. Köylüde de bir şey yok. Köyden bir teneke kadar buğdayla sekiz on yumurtayla Afyon’a dönüyorlar.
Dedem son zamanlarında, yediği sopadan dolayı sıkıntı içerisinde yaşadı. Ayakları tutmaz oldu. Yatağında üşürdü. Yaşadığı acı işkencelerden dolayı ölünceye kadar paltosuyla yatar hale geldi. Bu acı hatıraların sıkıntısı hem kendisini hem de ailesini çok üzdü.
Babam işlettiği bakkal dükkânıyla, annesi, iki oğlan, iki kız kardeşine bakıyor. Geliri ne olur ki. Her gün Yunan zaptiyesi dükkâna gelir, yer, atıştırır, ceplerini doldurur gider. Babam güçlü kuvvetliydi. Dükkâna gelen bu soyguncuları kucaklar dükkândan dışarı atarmış. O kişi de bin bir hakaretle tekrar geleceğim diyerek gidermiş. Kimi kime şikâyet edeceksin. (Al birini vur ötekine hesabı).
Bir gün dükkânın önünden Askerlik şubesine doğru (şube şimdiki kale yolunda AFYON evi) giderken babam kapıya çıkmış bakıyor. Eziyet eden Yunan Zaptiye yalvar yakar. Aman öldürme de ne edersen et diye ağlamış. Babam eline bir karpuz almış. Allâh belanızı versin demiş. Üzerlerine atmış. Karpuzu kapışarak kabuklarına kadar yemişler. Aman (sıçın bokunuzu yiyelim) canımıza kıymayın demişler.
Annem, işgalde sekiz on yaşlarında. İşgalde bir yıl evden hiç dışarı çıkamadığını anlatırdı. Baba evimiz Sinan Paşa Mahallesi’nde, Kedicioğlu aralığındaymış. Bir gün babaannem, çocuklar evde yalnızken kapıyı dışarıdan yumrukluyorlar. Tatbikî kapı içerden sürgüyle kilitli. Babaannem eline târayı (ot biçilen büyük bıçak) alarak kapıyı açmış. Karşısında bir genç, 14-15 yaşlarında.
-Aman teyze beni içeri al, sakla. Yunan askeri peşimde, beni öldürecek der. Ninem genci alır, kümesine sokar. O zamanlar her evde tavuk beslenirdi. Tavuklar için de kümese girmesinler diye bahçeye yem serper. Biraz sonra kapı gürültüyle tekrar çalınır. Ninem tekrar târa ve demir çubuğu eline alır, kapıyı aralar. Yunan askeri eve girip arayacağım, buraya çete girmiştir der. Ninem târayı demiri göstererek hani vesikan, seni komutana ve mutasarrıfa şikâyet edeceğim der. Yuna askeri tekrar girmeye zorlar, ninem burası Mevlevi evi der. Sonunda asker çekinir ve geri gider. Ninem bu olayı korkmasınlar diye kimseye anlatmaz. Kurtuluştan sonra Urgancılardan olan ve muhtemel Sabriadındaki o genç defalarca eve gelerek ninemin elini öpermiş. Sen benim hayatımı kurtardın. Ne emrin olursa yapayım, Allâh senden razı olsun diye dua edermiş.
Ninem, anne bu kim, nasıl kurtardın diye sorgulanınca olayı çocuklarına anlatmış. Ninem yani babaannem güleç yüzlü, tam bir hanımefendiydi. Mevlâna torunuydu. Kimse onun Yunan’a bile karşı koyacağını tahmin etmezdi. Düşman karşısında, insan nasıl cesur olabiliyor, nasıl, kendini, komşusunu koruyabiliyor. O bu vesileyle bunun örneğini bizlere vermiş oldu…”

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER