Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

KUR’AN-I ANLAMADA ÜÇÜNCÜ KAYNAK SAHABE-İ KİRAMDIR

C- Kur’an’ı anlamak için müracaat edilecek üçüncü kaynak sahâbe-i kirâm efendilerimizdir.
Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimizi, hayatta iken ve peygamberlik vazifesini yaparken gören veya konuşan büyük, küçük her Müslüman’a, imanını ölünceye kadar korumak şartı ile “ sahabi “ denir. Sevgili Peygamberimizin ashabı “ Muhacir “ ve “Ensar “ olmak üzere iki bölüme ayrılır. Muhacirler, Mekkeli Müşriklerin zulmüne uğrayarak, evlerini ve yurtlarını terk ederek Medine’ye göç eden Müslümanlara; Ensar ise bunları bağırlarına basan ve Muhacirlere her türlü yardımda bulunan Medineli sahabilere denir. Yüce kitabımız Kur’an’da Mekkeli ve Medineli bütün sahabiler istisnasız Allah’ın övgüsüne mazhar olmuşlardır.
Tevbe Suresi 100. Ayette ashab hakkında şöyle buyrulur:
“(İslam’da) birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar (yok mu?) Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Allah ) bunlar için – kendileri, içinde ebedi kalıcı olmak üzere – altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu ne büyük bir saadettir.”(Tevbe 100)
Yine Fetih suresi 29. Ayette de : “ Muhammed (sav) Allah’ın resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların ( yani ashabın ) hepsi, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Fakat kendi aralarında oldukça merhametlidirler…” buyrulmaktadır.
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’in açık hükmü ile sahabi, İslam’da daima birinci dereceyi kazanmış Müslümanlardır. Sahabe olmayan hiçbir “Büyük Veli – Evliya“ dahi onlarla mukayese edilemez.
Sevgili Peygamberimizin ashabının faziletleri konusunda çok sayıda hadisleri vardır:
“Ashabımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız, Allah-ü Teâlâ’nın sevgisine kavuşursunuz. “
“Ashabımın hiçbirine dil uzatmayınız. Onların şanlarına yakışmayan bir şey söylemeyiniz! Nefsim elinde olan Allah’ü Teâlâ’ya yemin ederim ki, sizin biriniz Uhud dağı kadar altın sadaka verse, ashabımın birinin bir müd ( 875 gram ) arpası kadar sevap alamaz “
“Ashabıma dil uzatmak da Allah’tan korkunuz! Benden sonra onları kötü niyetlerinize hedef tutmayınız! Nefsinize uyup kin bağlamayınız! Onları sevenler, beni sevdikleri için severler. Onları sevmeyenler beni sevmedikleri için sevmezler. Onlara el ile, dil ile eziyet edenler, gücendirenler, Allah’ü Teâla’ya eziyet etmiş olurlar …”
“Zamanlar, asırlar ahalisinin en hayırlısı, en iyisi benim asrımın ahalisidir. (Yani sahabe-i kiram’dır ) Ondan sonra ikinci asrın, ondan üçüncü asrın müminleridir. ( Tabiin ve tabaut-tabiindir.)
Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyruluyor:
“Ne mutlu beni görüp iman edenlere ve ne mutlu beni görenleri görenlere ve yine ne mutlu beni görenlerin görenini görenlere! Bunların hepsi, ne iyi ve ne bahtiyar kimselerdir. Bunların nihayet gidecekleri yer, en iyi yerdir. “ Peygamberimizi görenler sahabe’lerdir, onları görenler Tabi’inlerdir. Tabiini görenler de “ Teba’ı tâbîn “ dir. İmam-ı Âzam Ebû Hanife ve İmam-ı Malik Tabiinden, İmam-ı Şafi ile İmam-ı Ahmed, Teba’ı tâbi’indendirler. Allah (cc) hepsinden razı olsun.
Bu ayetler ve hadisler bize göstermektedir ki, ashabın hepsini sevmek ve saymak mecburiyetindeyiz. İbn Hazm diyor ki, Eshâb-ı kiram’ın cümlesi ehl-i cennettir. Çünkü Allah’ü Teâla bunlar için mealen “ En büyük dereceler vereceğim “ buyurdu. Sure-i Hadid’de “Onların hepsine hüsnâyı, ya’ni Cenneti va’d ettik “, sure-i Enbiya’da mealen “ Onları ezelde, hiçbir şeyi yaratmadan evvel, Cennetlik eyledim. Cehennem onlardan uzaktır” buyuruyor. Bu ayet-i kerimelerden anlaşılıyor ki, Eshâb-ı kirâmın hepsi ehl-i cennettir. Hiç birisi Cehennem ateşine yaklaşmayacaktır. Çünkü Cennetle müjdelenmişlerdir.
Kur’an’ı anlayabilmek için Rasulullah efendimizin mübarek ashabının sünnetine, anlayışına, yorumuna, uygulamalarına başvurmak zorundayız. Çünkü Rasulullah efendimizin muhterem ashabı bizzat Allah tarafından övülmüştür. Abdullah Bin Ömer efendimiz de -Allah onlardan razı olsun- der ki:
“Her kim birilerine uymak isterse Muhammed (as)-ın ashabına uymaya baksın. Çünkü onlar bu ümmetin en hayırlıları idi. Kalpleri en iyi, ilimleri en derin, buna karşılık kendilerini gereksiz külfete sokmaktan en uzak kimselerdi. Rabbimizin peygamberinin sohbetine seçtiği bir topluluktu onlar. Kâbe’nin Rabbi olan Allah hakkı için onlar dosdoğru bir hidâyet üzere yürüyorlardı.”
Kur’an’ı anlama, yorumlama ve pratik hayatta yaşama nokta¬sında sahabenin sünneti, sahabenin anlayışı ve uygulamaları da bizim için başvurulacak örnektir. Çünkü sahâbe-i kirâm efendilerimiz peygamberle birlik düşünülmesi gereken bir gerçektir. Biz biliyoruz ki sahâbesiz bir peygamber düşünülemez. Zira bu din tek başına yaşanılacak bir din değildir. Sünnetullah gereği Allah bu dini ferde göndermemiştir. Bu Hz. Âdem’den bu yana hep böyle olagelmiştir. Peygamber vasıtasıyla topluma gönderilen din, toplumun içinden odak nokta olarak seçilen peygamber tarafından topluma ulaştırılmış, peygamberle beraber o toplum tarafından anlaşılmış ve yaşanmıştır. Allah’ın Resulü din olarak kendisine gönderilen mesajı fert olarak kendisine yansıyan yönüyle aynen uygulamış ve aynen ashabına da uygulatmıştır. Böylece sürekli Allah kontrolünde bir beşer olarak peygamberin uyguladığı ve uygulattığı dinin, sahâbe neslinde kıyamete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir biçimde tezâhür ettiğini, yaşanır, yapılabilir hale geldiğini görüyoruz.
Öyleyse sahâbe dinde bizim için en büyük örnektir. Zira sahâbe dönemi sorularına binaen, problemlerine binaen vahiy gelen bir topluluktur. Kur’an onların arasında indi ve tamamlandı. Din onların hayatında tekemmül etti. Dinin anlaşılması, âyetlerin anlaşılması ve din adına ortaya çıkan ihtilâfların çözüme ulaştırılması o dönemin sosyal hayatının bilinmesini gerektirir. Bu bilinmeden âyetin tamamen anlaşılması mümkün değildir. Çünkü o âyet kim hakkında geldi? Ne yaptı da geldi? Sonunda ne oldu? Bunlar bilinmeden âyetin anlaşılması mümkün değildir. İşte sahâbenin bizim hayatımızdaki, bizim dinimizdeki önemi burada ortaya çıkmaktadır. Zira sahâbe rey ve ic-ihadın temel unsuru olan lügatin esasını, vâzıını, Arap âdetlerini, Kur’-n’ın indiği dönemdeki yahudi ve hıristiyanların sosyal durumlarını, nü-ûl sebeplerini çok iyi biliyordu. Onun içindir ki sahâbenin âlimlerinden Abdullah İbni Mes’ud efendimiz der ki:
“Vallahi Kur’an’da inen herhangi bir âyetin nerede, ne zaman, kimin hakkında ve hangi konuda indiğini ben biliyorum.”
Eğer varsa içinizde ben bunu ondan daha iyi bilirim diyen bir babayiğit o zaman ona bir sözüm yoktur. O halde sahâbe din konusunda, dinin anlaşılması, Kur’an’ın anlaşılması konusunda kendilerine müracaat edilmesi gerek ikinci kaynaktır. İhtilâf konularında da sahâ-benin sünnetine müracaat etmek zorundayız.
Sonra tâbiîn, tebe-i tâbiîn döneminden günümüze gelinceye kadar Kur’an konusunda söz söyleme yetkisinde olan tüm selef âlimlerimizin anlayışlarına müracaat ederek Kur’an’ı anlamaya çalışacağız.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER