Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KURTULUŞ YOLU’NA DEVAM – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 13 Ocak 2017 Cuma 12:48:22
 

Kurtuluş Yolu’ndaki yedinci madde:
7. Talib kendisine “Billâhi algıda mıyım, dûniHİ algıya mı düştüm?” diye devamlı bir test uygulamalıdır. DûniHİ algıya düşüşlerine kuvvetle buğz etmeli ve derhal Billâhi algıya, Billahi hayaline dönmelidir. Billâhi algı hayaline bürünüp sonra da düştüğü dûniHİ hâle levm etmeli, tövbe ve dua etmelidir.
“Levm, Tövbe, Dua” üçlü bir mekanizmadır, bu mekanizmayı çalıştırmalıdır.
Yöntem olarak anlattığımız bunlar, aslında normal hayatta başka kelimelerle ifade ettiğimiz ve yaptığımız şeylerdir. Bir konuda başarılı olmak istiyorsan bunları zaten uyguluyorsun, bunları fark etmeden yapıyorsun. Basit bir örnek verelim. Bir öğrenci sınıfın birincisi olmak istiyorsa yolu nedir? Önce, sınıfın birincisi olamadığı için çok ciddi rahatsız olacak. Birinciyim veya değilim ne fark eder rehavetiyle bu olmaz. Rahatsızlık en önemli şarttır. Yanlış da anlaşılmasın, mutlaka her çocuk birinci olsun demiyorum, bir örnek veriyorum. Önce çok rahatsız olacak, ben neden birinci olamıyorum, birinci olmalıyım diyecek. Demek ki biz, bu rahatsızlığı dûniHİ algı alanında değil de Billâhi algı içerisinde duyacak ve yaşayacağız. DûniHİ rahatsızlık yaşamak çok yanlış bir iştir, boşa gider. Ancak, Billâhi kapsamında da olsa sadece rahatsız olmak, yani sadece LEVM etmek hedefe ulaşmaya yetmez. Bir şey daha yapılmalı: Karar almalısın. Bu yolda kararın adı TÖVBE’dir. Kararlı olmaya karar vermek tövbe etmektir. Sonra da kendine bir de hedef koyacaksın, o da DUA’dır. Birinci olmalıyım diyen kişi böyle deyince o hedefe giden yolların gayretine girer. Demek ki bu yöntemi normal hayatta zaten kullanıyormuşuz. Başarmak için rahatsız olmak, karar vermek ve bir hedef koymak zaten yaptığımız bir iş. Şimdi soruyorum; bunu normal yaşantıda kendiliğinden yaptığımız halde, bu yolda olunca neden yapamayız zannedip korkuyoruz? Bu yolda rahatsız olmak levm etmektir, karar vermek tövbe etmektir, hedef koymak dua etmektir, bundan niye korkuyoruz? Eğer rahatsızlık, karar ve hedefi Allah’la ilişkilendirirsen şunu anlarsın: Levm etmek Allah’a karşı yanlıştayım rahatsızlığıdır. Tövbe senin kendine dönüp “bir daha bunu yapmamalıyım” diye karar vermendir. Dua Billâhi algı hayalinle, o hedeflerinle ilgili olarak Allah’tan nusret, ikram ve lütuf talep etmendir. “Allah’ım, bana yardım ediver de şöyle yapayım” diyerek oluşturduğun hedefi dua ile istersin. Allah ve sistemi hakkındaki yanlışına, yani dûniHİ algı haline hemen levm etmek, tövbe etmek, sonra da dua etmek bir mekanizmadır. Bunu çalıştıran ve alışkanlık edinen kul bir ileri hâli fark eder:
“Billâhi algı”nın bilgisi, hayali ve uygulanan test insanı daima Allah Huzuru’nda tutar. Elbette bu da hayaldir, bir zann’dır, ama Hakk zann’dır. Siz bu anlatılanların gereğini yaşayınca artık daima Allah huzurunda olursunuz. Siz o zannla yaşamaya başlayınca zannedersiniz ki Allah huzuruna yeni geldiniz. Oysa aslında bütün kulları zaten daima O huzurdadır. Öyledir ama bu gerçeği insan başlangıçta hayalen zannla gerçekleştirir ve çok önemli bir makam başlar: İhsan Makamı. Öyleyse bu zann, bu hayal önemlidir. Eğer siz bu hayalle daima Allah huzurunda olmaya başlarsanız Billâhi algıda önemli bir olayın, önemli bir mertebenin başlangıcına geldiniz demektir, artık İhsan Makamı’nı yakalıyorsunuz demektir. İhsan makamı, İhsan hâli ancak böyle başlar.
Muhsin ve ihsan kimdir?
Ayetlerle bir laboratuar çalışması yapmış ve Hz. Musa aleyhisselâm’dan bir kesit görmüştük. Şimdi bir de Yusuf Sûresi ile Yusuf aleyhisselam’dan göreceğiz. Yusuf Suresi farklı bir özellik taşır, o özelliği Rabbimiz bize öğretir: Üçüncü âyette; “Kıssaların en güzelini sana kıssa ediyoruz.” der. Yedinci âyette de şöyle buyurur: “And olsun ki Yusuf ve kardeşleri hakkında sual edip isteyenler için âyetler vardır.”
O günün şartlarında, daha çok Efendimiz (SAV)’i kendilerince köşeye sıkıştırmak amacıyla yahudiler ve müşrikler sorular oluştururlardı. Günümüzde Billâhi anlamda çözülmesini istediği soruları olanlar için bu bir müjdedir: Billahi anlamda çözülmesini istediği soruları olanlar (şüpheleri değil de soruları olanlar), bu kapsamdaki her sualin cevabını Yusuf Sûresi’nde bulurlar.
Sûre zâhiren Yusuf ve kardeşlerini anlatır. Hz. Yusuf aleyhisselâm ve kardeşlerinden Hz. Bünyamin aleyhisselâm bir annedendir, diğerleri başka annedendirler. Bize ders olacak kesitlerle onlar anlatılır. Konumuz açısından baktığımızda olaylar tamamen “Billâhi algı ve dûniHİ algı” özelliklerini sergilemektedir. DûniHİ algı ve zann’larının oyunlarını, kumpaslarını, heva ve heveslerini “diğer kardeşleri” üzerinden anlatılıyor görürüz. Billâhi algıyı Hz. Yusuf aleyhisselâm ve (anladığımız kadarıyla kardeşi olan) Hz. Bünyamin aleyhisselâm üzerinden açıklanıyor buluruz:
“(Yusuf) ergenlik çağına erişince ona bir hüküm ve ilim verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.” (Yusuf-22)
Meâlde “muhsin” kelimesini özellikle orijinali ile kullandık. Bu kelimeyle Kur’ân’da çok karşılaştığımız için bir onarımda bulunmak istiyorum: Meâllerde genellikle “muhsin” yerine “güzel davranan, iyi iş yapan” gibi ifadeler buluyoruz; “Güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız” gibi. Peki, o yazılan mânâ Muhammedî midir? O meâlde yazılana göre yanlış inanışlı bir kişi de kendince güzel davranıp mükâfat bekleyebilir. Muhsinin, ihsan sahibinin mânâsı başkadır. Muhsin hayatı Billâhi algıda olandır. Billâhi algıda olup neye bakarsa önce Allah’ı, sonra Allah’ın o sûrette ne yarattığını gören muhsindir. Şimdi soruyorum; bu tanıma göre baktığınızda, âyette geçen “ihsan sahibi”ne meâlen “güzel davranan” diyebilir misiniz?
Ayetten edindiğimiz önemli sonuç şudur: Eğer Billâhi algıyı sürekli kılarsan, kalbdeki fuada sürekli onu pompalar da bu hayali oluşturursan Allah huzurunda olursun; bu idrakta olursun, yani ihsan sahibi olmaya başlarsın.
İhlâs ne demek?
Yusuf-22’den ihsan sahipleri ile ilgili olarak öğreniyoruz ki; Allah, ihsan sahiplerini hemen mükâfatlandırır. Eğer bu Hakk hayalle yaşamaya devam ederseniz, mükâfatlandırılırsınız. Bu ilk ikramdır. Başka mükâfatlar da gelecek.
Yusuf aleyhisselâmla ilgili şu hissettirme de dikkatimizi çekmelidir:
“Yusuf ileride ihsan sahibi bir muhsin olacaktı, onu bu yüzden mükâfatlandırdık” denilmiyor. O zaten muhsin! Öyle doğmuş ve Billâhi algıda yaşıyor. Ama farkında değil. Biz dûniHİ algıda yaşadığımızın nasıl farkında değilsek, o da Billâhi algıyla yaşadığının farkında değil. Hz. İsa aleyhisselâm örneğini ders yaptığımız âyetleri hatırlayın: Billâhi algıda yaşıyor, kendiliğinden ihsan sahibi. Yusuf aleyhisselâmın da doğuştan Billâhi algıda bir muhsin olduğunu anlıyoruz, mânânın birisi budur. Yani algısı bizden farklı. Bir de “Biz Yusuf’u mükâfatlandırdık” denmiyor: “Biz muhsinleri mükâfatlandırırız” buyruluyor. Bu bizim için de bir müjdedir. Eğer biz bu tanımladığımız şekliyle ihsan makamını önemsersek, “bunlar benim işim değil” demezsek, bu mükâfatların kapısı bize de açılır. Dikkat edin, zaten âyet bize “Bunlar muhsinlerin işi” diyor; yani muhsin olmaya talipseniz “bunlar sizin işiniz” diyor.
“…Böylece biz ondan kötülüğü ve fahşa’yı uzak tutarız. Çünkü o ihlâslı kullarımızdandı.” (Yusuf-24)
Yusuf aleyhisselâmın başına gelen olayların içinden nasıl kurtarıldığını görüyoruz: İhlâslı kullardan olduğu için mükâfatlandı, korundu. Önceki âyette ihsan sahibi ile tanıştık, burada ihlaslı kul ile karşılaştık. İhlâs’ın mânâsına da bir kaç cümleyle bakalım:
“…Böylece biz ondan kötülüğü ve fahşa’yı uzak tutarız. Çünkü o ihlaslı kullarımızdandı.” (Yusuf-24)
Yusuf aleyhisselâmın başına gelen olayların içinden nasıl kurtarıldığını görüyoruz: İhlaslı kullardan olduğu için mükâfatlandı, korundu. Önceki âyette ihsan sahibi ile, burada ihlaslı kul ile karşılaştık. İhlas’ın mânâsına da bir kaç cümleyle bakalım:
Öncelikle bilelim ki İhlâs “samimiyet” demek değildir. Bu yaklaşım tamamen yanlıştır. Muhammedî olmayan birisi bir işi yaparken samimi olamaz mı? “Şu işi ihlâslı yap” denildiğinde samimi yapmak anlaşılırsa bu doğru olmaz. Bu konudaki şu iki ipucunu değerlendirelim. Bir: Önce yapılan tanımın Muhammedî olup olmadığına bakacağız. Görüyoruz ki değil. Çünkü başkası da bunu yapar, kendince daha samimi de yapar. İki: Bu tariften bir amel çıkıyor mu? Dikkat edin, Allah’ın söylediğinden amel çıkar. Oysa o tanımdan bir amel çıkmıyor. Senden bir işi samimi yapmanı isteyene de ki; bana samimi nasıl yapılırı bir tarif et de yapayım. Herkes “samimiyim” diyor. Bir bakın çevrenize, “samimi değilim” diyen birisi var mı, yani “ayranım ekşi” diyen var mı? Bu yanlış tarif yüzünden herkes kendisini ihlâslı zannediyor. “İhlâs samimi olmaktır” tanımı yanlış olduğu için herkes samimi, ihlâslı. Değil! İhlâslı kişi “hâlis” kişidir, yani yaptığı işe “dûniHİ” bir şey karışmaz. Hep Billâhi… Hiç dûniHİ yok! Yusuf aleyhisselâm Billâhi anlamda muhsin, ihsan sahibi. O kadar Billâhi anlamda ki duygu ve düşüncelerine, arzu ve heveslerine, hâl hareket ve davranışlarına dûniHİ algı ve zann’ları girmiyor; işte HALİS KUL!
“Halis zeytinyağı” denince biliyoruz ki içine başka yağ karışmamıştır. Halis müslüman da içine küfür karışmamış olandır, samimi olan değil! Samimiyet ifadesinden bir amel çıkmaz. Tarifi doğru yapıldığında ihlâstan bir amel çıkarırsın; mesela şimdi “DûniHİ algı ve zann’larından uzak yaşayacağım” dersin. Yusuf aleyhisselâm için “O ihlâslıydı” denirken işte bu anlatılıyor. Böyle ihlâslı kulların korunup kurtarılacağı, kötülük ve fahşa’dan uzak tutulacağı müjdeleniyor. Geldiğimiz noktada âyetlerden öğrenmiş olduk ki: Bu idrakla yola devam edersek sırf hayaliyle bile gayret ettiğimizde mükâfatlar vardır. Çünkü bu söylediklerimizle kişi şu âyet kapsamına girer:
“…O halde nereye dönerseniz vechullah oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir.” (Bakara-115)
Billâhi anlamda yaşamaya, o idrakta tutunmaya kendisini zorlayan tâlip başlangıçta zorlamayla da olsa nereye dönerse Vechullah’ı görür. Allah’ın dışı olmadığı için bu ona normal gelir. Vechullah’ı görmek şöyle başlar: Önce Allah’ın emrini görür. Ne varsa önce der ki “bunu Allah emretmiştir, bunun sahibi Allah’tır”. Önce emrini görürsen sonra vech genişler, vechin vechi genişler… Yeter ki bir yerinden tut onu, yeter ki bir yerinden veche gir. Tâlib bu noktaya geldiğinde artık ne yöne dönerse, nereye bakarsa böyledir. Kesret âleminde, en zâhiri mânâda insanın bir yere dönmesinden, “mekânsızlık hâli” neyse oraya kadar, bilir ki dûniHİ bir vech yoktur, herşey Billâhi’dir.
Sabırla ve devamla zikrullah
Ayet “Vâsiun Aliym” esması ile tamamlanıyor: “Muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir.” VÂSİ dûniHİ bir vech yok demektir. Allah Vâsi’dir, bu esması her yeri kaplamıştır. Vâsi kaplayandır, boşluk yoktur. Her yeri kaplamışlık dışı, dûnu olmamaktır. Ve Allah Vasiun Aliym’dir. Kur’ân “Vâsiun Aliym” derken bize bu konuyla ilgili bir şeyi öğretiyor: Allah Aliym’dir, bilir; her yeri kaplamış olarak bilir, çünkü Vâsiun Aliym… Allah’ın bilmesi dışındaki bir şeyi, dışındaki bir bilgiyi bilmesi değildir; bildiği kendi ilmidir. Kendisi dışında bir şeyi biliyor değildir. Öyle bir şey YOK. Ayet bize onun yani duniHİ’nin yokluğunu öğretiyor; muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir.
Öyleyse: Billâhi algının hayalini çok önemsemeli ve kendimizi Billâhi algı halinde tutmak için büyük bir gayretle zorlamalıyız. Kendimizi o hayalde yaşatmak için çok zorlamamız gerekiyor. Onu çok önemsediğinizde ve bu gayreti gösterdiğinizde yaşantı ve rüyalarınızda o hayalinizle ilgili onu kuvvetlendiren çok farklı destekler göreceksiniz Biiznillah…
9. Ancak, dûniHİ algı ile varlığına vehmedilen “müstakil ve muhtar güç” hayalinden kurtulmak için “Ve Lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İlla Billâh” zikrullahı ile dûniHİ güç iddialarını ret etmek ve silmek gerekir.
Yöntemlerimizden birisi de artık bir zikrullah cümlesi: Ve la Havle ve La Kuvvete İlla Billâh… Bunlara “zikir” çalışmaları denir ama doğrusu zikrullahtır, zikrullah çalışmalarıdır. Başka öğretilerin de zikirleri var, Muhammedî yolda onun adı Zikrullah’tır. Allah’ı anmak, bilmek, unutmamak! EN ÖNEMLİ ZİKR Allah’ı unutmamaktır.
Başlangıçta düşüncelerimizde, fikirlerimizde, hayatımızın neresinde filiz veriyorsa “dûniHİ olan bir güç varmış” algısını fark edip siliyoruz. İşimiz algıyla! Gün içerisinde biriyle konuşuyorken baktınız ki, ona dûniHİ bir güç öneriyorsunuz, yani onu Allah’tan uzaklaştırıyorsunuz, bir an dalınca kendinizi böyle bir konuşmanın içinde buldunuz, hemen “Lâ havle ve Lâ kuvvete illa Billâh” ile onu siliyoruz.
Bunları silmek için şimdiden çok gayret ediyoruz, çünkü testi kırılmadan önce kendimize onun dersini vermek lazım. Kırılınca iş ayrıdır. Siz kırılmadan bunu yapın ki onun yolu “Ve Lâ havle ve Lâ kuvvete illa Billâh”tır.
İşimiz yalnızca algı! Böyle olunca, Billâhi bir iz oluşturmak için dûniHİ algıda neler varsa sileceğiz. DûniHİ algıdaki tüm güçlere “Lâ havle ve Lâ kuvvete” deyip “İlla Billâh” ile Billâhi hayalimize döneceğiz. Bunu çok önemseyerek daima yapacağız.
Sonra da o iddiayı, yani “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıyla ilâhlık makamında yaşamayı “Lâ ilâhe İllallah” ve “Lâ ilâhe illâ HU” zikrullahı ile reddedeceğiz.
Sabırla ve devamlı! Sonuca bakmadan devamlı zikrullah.
Böyle uyumak, böyle uyanmak… Aklımıza gelince hemen bunlara devam etmek.
Tâlibsek devamlı bu hayaller ve bu zikrullah ile yaşayacağız.
“Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billah” ile tüm dûniHİ güçleri sildik. “Lâ ilâhe illa HU” ile dûniHİ varlık ve ilâhlık iddiasını reddettik…
Yarın, “Kurtuluş” yöntemleri listemizin son maddesini ve uygulamalarda nelere dikkat edeceğimizi paylaşacağız inşaAllah. Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti