Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Sezer Küçükkurt

Kutsal topraklar

Haçlı Seferleri, 1095-1270 arasında Vatikan’ın planlaması ve kışkırtması üzerine Avrupalı Katolik Hıristiyanların, Müslümanların elinde bulunan ve “kutsal topraklar” denilen Anadolu ve Orta Doğu topraklarını işgal girişimidir. Asıl hedefleri ticaret yollarını ele geçirmekti. İşgale karşı direnen, Türkler olmuştu.
Birinci Haçlı seferi sonucunda Haçlılar, Kudüs Krallığı gibi Orta Doğu’nun çeşitli kentlerinde irili ufaklı Haçlı Devletleri kurdular.
1187 yılında Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılardan geri aldı. 13. yüzyılın sonlarında Haçlıların Orta Doğu’daki varlığı sona erdi. Sonraki Haçlı Seferlerinin karşısında ise 14. yüzyıldan itibaren yine Türkler vardı. Çanakkale Savaşımız da bir Haçlı Seferi idi. Sakarya’da, Kocatepe’de ve Dumlupınar’da kazanılan zaferlerimiz de Haçlılara karşı kazanılan zaferlerdi.
Dün 100’üncü yıldönümünü idrak ettiğimiz Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk Ordusu’nun kazandığı zafer ile Viyana önlerinden itibaren başlayan “Türk gerileyişi” nihayet Polatlı önlerinde durdurulabilmişti.
Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” emrini verdiği, Kurtuluş Savaşı için dönüm noktası olan Sakarya Meydan Muharebesi’nin üzerinden 100 yıl geçti.
22 gün süren yoğun çatışmaların ardından zaferle sonuçlanan Sakarya Meydan Muharebesi, “Türk’ün zaferi” olarak tarihe geçti.
Anadolu’nun düşman işgalinde olduğu İstiklal Harbi sürecinde, Türk ordusu Eskişehir Muharebesi sonrası 100 kilometrelik sahayı terk ederek Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi.
Bu çekilmenin ardından bölgeye Yunan güçlerinin gelmesi, halk arasında umutsuzluğa, Meclis’te ise sert tartışmalara yol açtı.
Durumun önlenebilmesi için harekete geçen Meclis, Türk milletinin kaderini belirleyecek savaşta Mustafa Kemal Atatürk’ü 5 Ağustos 1921’de “Türk Orduları Başkomutanı” olarak görevlendirdi.
Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak amacıyla, kanunla kendisine verilen yetkiyi kullanan Mustafa Kemal Paşa, tüm halkı fedakarlığa çağırarak, “Tekalif-i Milliye Emirlerini” çıkardı.
Böylece, kaynakların önemli bir kısmının Sakarya Cephesi’ne aktarılmasını sağlayan Atatürk, 12 Ağustos 1921’de Batı Cephesi’ne giderek, düşmanın muhtemel hareketlerine yönelik stratejileri de belirledi.
13 Ağustos’ta ileri saldırıya başlayan Yunan kuvvetleri, 23 Ağustos’tan itibaren ağırlık merkezi Sakarya mevzisinin güney kanadı olmak üzere taarruza geçti.
Yaklaşık 100 kilometrelik cephede başlayan, büyük çarpışmaların yaşandığı savaş, tarihin önemli meydan muharebeleri arasında yer aldı.
Düşmanın üstün kuvvet ve silahlarla yaptığı taarruzlar, Sakarya mevzisinde zaman zaman çekilmelere yol açtı.
Bu süreçte, kuşatmayı karşılamak için manevralar yapan Türk ordusu büyük kayıplar verdi.
Yunan ordusunun, Türk savunma hatlarını zaman zaman kırdığı böyle bir ortamda Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos’ta çizgiye bağlı cephe sistemini değiştiren o tarihi emrini verdi: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz.”
Başkomutanın bu emrini alan Türk ordusu ile Yunan ordusu arasında takip eden günlerde çarpışmalar bütün şiddetiyle sürdü.
Emrin ardından geri çekilmek zorunda kalan birçok birlik, ilk tutunabildiği yerde durmaya, yeniden çarpışmaya başladı. Türk ordusunun birçok neferi bu süreçte mevzisini savunma çabası içinde son nefesini verdi.
Canla, başla savaşan Türk kuvvetlerini, 23-30 Ağustos’taki yoğun saldırılarına rağmen kuşatamayan Yunan birlikleri, bu sefer şansını Haymana istikametinden denemeye çalıştı.
Bu taarruzda da başarılı olamayınca, bulunduğu hatları savunarak buralarda kalmaya çalışan Yunan kuvvetleri, Türk ordusunun 10 Eylül’de başlattığı genel karşı taarruz ile ağır bir hezimete uğradı.
22 gün 22 gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi, 13 Eylül 1921’de, düşmanın Sakarya Nehri’nin doğusunda tamamen yok edilmesiyle sonuçlandı.
Bozgun halinde kaçan Yunan askerleri, Sakarya Nehri’nde boğuldu.
Tarihin akışını değiştiren bu zafer, Türk halkının esarete izin vermeyeceğini bir kez daha dünyaya ilan etti. Ankara’ya az bir mesafe kala, Polatlı önlerinde durdurulan “Haçlı” kuvvetleri Sakarya gerisine püskürtülmüştü.
Bu tarihten 1 yıl sonra 30 Ağustos 1922’de Kocatepe’den başlayan Türk Dirilişi, Yunan’a son darbenin vurulduğu Dumlupınar’da Büyük Zafer’le sonuçlanacaktı.
Bu büyük başarı üzerine 19 Eylül 1921 günü TBMM tarafından, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verildi.
Türk ordusunun, Yunan ordusunu hezimete uğrattığı Sakarya Meydan Muharebesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanacağının en büyük müjdecisi oldu.
Türk ordusu 5 bine yakın şehit vermişti. Ama sonunda da büyük bir zafer kazanılmıştı. Sakarya Meydan Muharebesi bir savunma zaferi olmakla birlikte Yunan ordusunun saldırı gücü büyük ölçüde kırılmıştı.
Uşak, Afyon, Eskişehir, Kütahya, Ankara, Bilecik illeri sınırları içerisinde kalan “kutsal topraklar” bugünlerimizi borçlu olduğumuz, o büyük zaferleri bizlere armağan eden, “hayasızca akın”ı “iman dolu göğüslerinde durduran” binlerce şehidimizin ebedi istirahatgahıdır aynı zamanda.
***
Emekli general Suat İlhan’ın tespitleri bu noktada önem arz etmektedir:
“Atatürk devriminden yani 1920’den önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25.5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12.7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür.
İslam dünyası ise 1920’de 1.8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.” diyor Suat İlhan Paşa…
İşte, 1921’de Sakarya’da, 1922’de Dumlupınar’da kazanılan Türk Zaferleri ile Haçlı Seferleri bozguna uğratılmıştır.
Avrupalılar, Amerikalılar, Atatürk adını duyunca, bu yüzden ifrit kesiliyor, Türk Milleti’ne bu nedenle kin ve nefret besliyorlar. Çünkü, İslâm dünyasını ayağa kaldıran güç, Türk Milleti’nin eşsiz mücadelesi, Atatürk’ün bağımsızlık modelidir!
Cephelerde Türk Milleti’ni aşamayan “Haçlı” zihniyet bugün şansını başka alanlarda zorlamaktadır. Elbette ki sonları yine hüsran olacaktır. Tarih bunun ispatıdır. Ama arada üzülen yine aziz Türk Milleti ve ümmet-i Muhammed olacaktır. Allah şerlerinden muhafaza eylesin.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER