Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

“Atatürk’ün çizdiği yolun takipçisiyim”

Gazeteciler Mehmet Emin Güzbey,

Gazeteciler Mehmet Emin Güzbey, Sezer Küçükkurt, Ertuğrul Sevim ve Ömer Mazi’nin konuğu olan İYİ Parti Milletvekili Aday Adayı Mustafa Enis Arabacı’ya herkesin merak ettiği o soru soruldu, Arabacı’nın Afyon’u şok eden adalık süreci nasıl başladı?

 

SİYASETTE FARK YARATACAĞIMA İNANIYORUM

Kocatepe, Türkeli, Odak ve Ana haber gazetelerinde aynı anda yayınlanan Seçime Doğu röportajlarının üçüncü konuğu olan Mustafa Enis Arabacı Afyon’un deneyimli gazetecilerinin konuğu oldu. Hakkında merak edilen soruları cevapladı seçimle ilgi çalışmalarını anlattı.

 

Ertuğrul Sevim: Afyonkarahisar’da büyük bir şok etkisi yarattınız. Siz başarılı bir doktor, başarılı bir iş insanısınız. Neleri eksik gördünüz de aday oldunuz?

Mustafa Enis Arabacı: Elbette siyasete girerken bir fikrimiz, bir dünya görüşümüz ve kırmızı çizgilerimiz var.  Ben siyasette sadece görüneyim, bende olayım diye bir düşüncem yok. Ona ihtiyacımda yok. Benim siyasete girmemdeki en önemlisi bir fedakarlık yapmam gerektiğini düşündüğüm için. Mevcut hükümet geçmiş dönemlerde çok iyi işler yapıldığı gibi çok yanlışlarda yapılmaya başlandı. Son yıllarda ülkenin iyi yönetilemediği belkide bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden sonra devletin bazı kurumlarındaki değişiklikler çokta iyi sonuçlar doğurmadığı gibi fikrim var. Böyle bir kararı alırken İYİ Parti kadro ve düşünce olarak bana çok uyan bir parti. Burada Cumhuriyet değerlerinin takibini yapması, milliyetçilik, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, teröre karşı duruşu, ekonomik düşünceler, bununla beraber Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonunun takip edilmesi benim için en makul parti olması anlamına geliyordu. Toplumun bütün kesimlerini kapsayacak ve aslında bilerek, ayrıştırarak, tanımlayarak bütün sinir uçlarımızı ile oynanıyor. Böyle siyaset, böyle yönetim şeklinin ve siyasetin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Bizim birleşmemiz, bütünleşmemiz gerekiyor. Bu noktada sorumluluk sahibi partinin de İYİ Parti ve Genel Başkanımız Meral Akşener olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden çok büyük bir iç rahatlığı ile İYİ Partiye katıldım.

 

Mehmet Emin Güzbey: Ne zaman aklınıza geldi siyasete girmek?

Mustafa Enis Arabacı: Siyaset aslında benim hayatımda çocukluğumdan beri vardı. Siyasetle ilgili kafa yorarım, okurum, yazdığım dönemler oldu. Hep böyle bir arka planda siyasete girme duygusu vardı. Bu güne kadar zamanı gelmemiş demek.

 

Daha Önceki Partiler bana tam uymuyordu

Mehmet Emin Güzbey: Cesaret mi yoktu?

Mustafa Enis Arabacı: Cesaret ile ilgili değil. Hatta bazı şartların olgunlaşması gerekiyor. Bundan önceki partiler bana tam olarak uymuyordu belki de. Ama İYİ Parti benim kafamdaki ve kalbimdeki siyaset çizgisine tam oturan bir yanı var. Burada kendimi daha iyi hissedeceğim ve bir fark yaratacağımı düşündüğüm için siyasete girdim. Ülkede bazı şeyler düzgün gitseydi belki de siyasete hiç girmezdim. Ama böyle bir dönemde sorumluluktan kaçma zamanı değildi.

 

Ben demokratik bir karar aldım

Mehmet Emin Güzbey: Bir risk değil mi sizin konumunuzdaki iş adamının siyasete girmesi yatırımlarınız var. Hastaneleriniz var. Termal yatırımınız var çok büyük bir risk değil mi?

Ömer Mazi: Hatta yürek mi yemiş? Güçlü bir hükümete karşı bu kadar yatırımı olan bir kişinin siyasette ne işi var? Korkmuyor mu diyorlar?

Mustafa Enis Arabacı: Aslında bu sorunun içerisinde birçok cevap var. Bir korku toplumu olmaya başladık. Aslında bizim milli iradenin yansıması ya da her insanın seçme ve seçilme hakkı, çekinmeden aday olunabilmesi herkesin en demokratik hakkı. İnsanlar çekinmeden başına bir şey geleceğini düşünmeden yaparlar. Tabi ki sizin söylediklerinizi ciddi olarak benimde düşündüğüm şeylerdi. Fakat değerlendiriyorsunuz ve onun ardından da kalbinizden ve içinizden gelen sesi dinliyorsunuz. Bu hesapla kitapla yapılabilecek bir şey değildir. Maalesef önce Türkiye’nin bu algısını da kırmamız gerekiyor. Şimdi sahada dolaşmaya başladığımda bizim bu şehirde hissettiğimiz ya da ülkenin genelinde hissettiğiniz şeyin kırsalda çok daha fazla hissediyorlar. Partizanlık çok daha yürümüş durumda. O partizanlıktan dolayı da bazıları çok fazla kontrolü ele almış, bazıları da çok korkmuş durumdadır. Bu ülkeyi tekrar bir sevgi ve saygı iklimine kavuşturmamız, normal ayarlarına getirmemiz lazım. Ben açıkçası böyle düşünüyorum. Herkesin siyasete çekinmeden girebilmesi lazım. Şimdi diyorlar ki: “Siz bu süreçte yatırımlarınızı yaptınız.” Hakikaten AK Parti’nin dönem dönem yatırımcıları teşvik eden davranışları oldu. Bizimde dönem dönem siyasetle iletişimimiz oldu. Demirel’in bir sözü vardı: “Benzin vardı da ben mi içtim?” Başka bir iktidar yoktu ki; 21 yıldan beri biz başka bir iktidar görmedik. Kaldı ki her iktidar zamanında ülkenin birçok yerinde yatırımlar oldu. Bizim yatırımlarımızda bu iktidar zamanında oldu. Bu sadece bize değil ülkenin her yerinde aynı. Bu süreçte bütün işadamları AK Parti iktidarında iş yaptılar ve ben bunun doğal olması gerektiğini düşünüyorum. Hatta bu ortamdan AK Parti’deki arkadaşlarında rahatsız olabileceklerini düşünüyorum ve bunun Türkiye’de siyasetin fikirlerin akışkanlığını sağlamamız lazım. Çok tepeden inme yaklaşımlarla iyi gitmiyoruz. Kuvvetler ayrılığının da gerçekleşmesi lazım. Ben kendi özelimde şunu söyleyeyim demokratik bir karar aldım. Demokrasiye güvenerek bir karar aldım ve bununla ilgilide içim rahattır.

 

Sezer Küçükkurt: İçinizden gelen sesi dinlediniz, gerçekten bu cesareti gösterdiniz. Peki, başka bir ses olmadı size buna teşvik eden?

Mustafa Enis Arabacı: Böyle bir karar alırken ilk ailenizle konuşuyorsunuz. Bende çok kapalı tutmaya çalıştım. Duyan arkadaşlar oldu ama kapalı tutmaya çalıştım. Tabi ki İYİ Parti İl Başkanımız Muhammet Mısırlıoğlu’nun ısrarlı bir çalışması oldu. Onun dışında Genel Merkezle diyaloglarımız oldu. Tabi ki kendi çevremden de hem karşı çıkanlar hem de kesin destekleyenler oldu. Sonunda böyle bir ortam oluştu.

Sezer Küçükkurt: Karşı çıkanlar mı yoksa destekleyenler mi çoktu:

Mustafa Enis Arabacı: Karşı çıkanlar daha çoktu. Bu öyle bir şey ki içinize düşen bir kıvılcım gibi o kıvılcım düştükten sonra büyüyerek devam ediyor ve kendini durduramıyorsun.

 

Ömer Mazi: Afyonkarahisar’da uzun süredir hem Bakanlık hem de Milletvekillik yapan Veysel Eroğlu, sizin gibi Şuhut’lu. Kendisi ile yakın dostluğunuzda var. Şimdi rakip olacaksınız?

Mustafa Enis Arabacı: Bu konuda belki de benim bilgilendirmem yada konuşmam gerekirdi. Belki de bende yüz yüze geldiğimizde anlatırım diye bunu beynimde tam oluşturamadım. Ama Veysel Bey bizim büyüğümüzdür. Gerçekten Afyonkarahisar’a ve Türkiye’ye çok güzel hizmetleri oldu. Bunu hepimiz kabul etmemiz lazım. Yani bu bir bayrak yarışıdır.

 

Mehmet Emin Güzbey: Bayrak yarışı derken Veysel Bey bayrağı artık size mi teslim etti:

Mustafa Enis Arabacı: Hayır… Öyle bir şey yok.  Muhtemelen Sayın Bakanımız belki de aday olacaktır. Onu bilmiyorum. Sonuçta siyaset bir yere kadar insan sürekli karşı karşıya gelebilir. Yüz yüze bakabilir. Ben bu kararı alırken bu tür şeylerin olabileceğini düşündüm. Zaten normal insanlar aynı ömür döneminde birçok kararlar almak durumunda hep bir şeyleri beklememiz gerekmiyor. Ya da bir takım tabloların oluşmasının beklemesi gerekmiyor. Yalnız Veysel Bey hakikaten Afyonkarahisar için bir markadır onu da kabul etmek lazımdır.

 

Siyasette fark yaratacağıma inanıyorum

Mehmet Emin Güzbey: Siz kendinizi Afyonkarahisar siyasette bir marka olacak şekilde görüyor musunuz? Baktığımız zaman gerçekten hangi zorluklardan geçerek bu noktaya geldiğinizi buradaki 4 gazeteci iyi biliyoruz. Marka haline gelebilmek ne olursa olsun kolay değil. Aynı ideal, aynı azim, aynı kararlılık, aynı inat siyaset içinde var mı?

Mustafa Enis Arabacı: Ben öncelikle şunu söyleyeyim fark yaratabileceğimi düşünüyorum. Birçok pencereden fark yaratabileceğimi düşünüyorum. Birincisi siyasetin vazifesi ile ilgili hakikaten siyasette çekişmeleri bırakmak gerekir. Eleştiri üzerine, algı üzerine siyaset yapmamak gerekiyor. Yani bir şekilde hedefler konmalı bu toplumun mutluluğu için hedefler konmalı ve gelişmesi için hedefler konmalı. Ben gerçekten hızlı analiz yaparım. Karar vermede ve harekete geçirmede çok ciddi deneyimlerim oluştu. Kaynak olmadan verimli gelişmeleri sağlayamazsınız. Ama ben son dönemde kaynakların da çok doğru yerlere kanalize olmadığını düşünüyorum. Daha az kaynaklarla çok daha şeyler yapılabilir. Ben siyasette bu anlamda bir defa ezberlerin dışında doğru bildiğim şeyleri söyleyerek ve yaparak hiç kimseyi de ötekileştirmeden herkese sevgiyle, muhabbetle yaklaşarak bir siyaset yapmak düşüncesindeyim. Bu bizi markalaştırır mı? Zaman gösterecek. Tabi parti olarak iktidara gelirsek ki, o şuanda gözükmeye başladı. Bu daha kolay olur. Daha kuvvetli bir şekilde yansıtabilirim. Yapmak istediklerimi.

 

Ertuğrul Sevim: Sizin kurumlardan Münür Pehlivanoğlu ve Kemal Demirkırkan aday adayı oldu daha önce belediye başkan adayı ve milletvekili adayı oldu. AK Parti’nin sağlık politikalarının ve hekimlere karşı bazı tutumlarından doktorların pek memnun olmadığı söyleniyor. Gerçekten AK Parti’nin sağlıktaki politikalarını başarılı buluyor musunuz?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Ben hekim adayların bu konuyla ilgili aday olduklarını düşünmüyorum. İnsanların kendi projeksiyonları var kendi hayatlarıyla ilgili. Ve siyasete girme fikirleri var. AK Parti’den de adaylar var. Dolayısıyla bu daha bireysel bir tercih, fakat son dönemde neredeyse Afyon’dan hiç hekim milletvekili olmadı. Aslında hekimlerinde siyasette daha ağırlığı olmasında da fayda var diye düşünüyorum. Sağlık politikalarıyla ilgili ben günlerce ve saatlerce anlatabilirim. Özet yapmaya çalışayım bu anlamda, sağlık da dönüşüm politikası diye ilk AK Parti iktidarında başlayan, Recep Akdağ’ın bakanlığı döneminde başlayan, SGK ve devlet hastanelerinin birleştirilmesiyle özel hastanelerin açılmasıyla özellikle bu çok konuşulmuyor 2008’de Genel Sağlık Sigortası, GSS’nin kapsama alanını da genişleterek yapılan önemli bir şey oldu. Aslında bu yapılan şeylerin çoğu sosyal devlet ilkesiyle çok uyumluydu. Sosyal devlet nedir, vatandaşın hem siyasal ve düşünsel haklarını, hem demokratik haklarını hem de eğitim, sağlık ve barınma gibi haklarının güvence altına alan bir devlet. Fakat yılar içinde bu şeyde ciddi bir zayıflama oldu.

 

Mesela 2011-2012’de sağlığa ayrılan pay, %6’lardaydı ve Türkiye’de ki sağlık hizmetlerinden dünya çapında iyi ülkeler arasında ki sağlık hizmetlerinden memnuniyette ilk 5’e girmiştik. En az ücretle, en yüksek memnuniyet sağlanmıştı. Bu gerçekten bir başarıydı. Ama bu başarı devam ettirilemedi. Yıldan yıla, yıldan yıla değişti. Çünkü dönemin gereklerine göre aksiyonlar alınamadı. Aslında şuanda geldiğimiz nokta da şu var. Bir hekimlerin sıkıntılarına geleceğim ama şuan da geldiğimiz nokta da hakikaten randevu sıkıntıları, hekim dağılımlarında büyük problemler büyük şehirlerde hekim yığılmaları, yani bu sosyal devletin gerekleri ve bazı kurgunun gereklerinden uzaklaşıldı. Özellikle son iki, üç yılda aslında pandemi döneminde yine her şeye rağmen çok iyi götürdü, fakat bunu gerçekten hekimler ve sağlık çalışanlarının sırtından götürdük. Yoğum bakım sayılarımızın yeterli olmasından, cihazların yeterli olmasından bunda özel sektöründe çok ciddi bir payı oldu ama şimdi şöyle bir şey olması lazım bence, önce çalışan mesela hemşire arkadaşlar, teknisyen arkadaşlar, sekreter arkadaşlar hepsi dahil ve hekimler. Bunlar kendilerinin değerlerinin bilindiğini, gereğinin yapıldığını sadece maaş vermekle falan olmaz ve zihinsel olarak bir idealizm oluşturmak lazım. Siz idealizm mi oluşturmadıktan sonra herkes artık o boşluklardan başka yerlere kayar, daha az hasta bakmak isteyebilir, mutsuz olur o mutsuzluk karşıda ki hastaya yansıya bilir. Burada aslında olayın farklı bir boyutunu, insanı boyutunu hem hekimler açısından hem hastaların beklentisi açısından insani boyutunu yani sert sözlerle, cezalarla yapılmaz bu. Ve hala ne  sağlık yasasıyla ilgili, ne sağlıkta şiddetle ilgili doyurucu bir sonuç alınamadı. Bence bunun temel sebeplerinden birisi, tek uçlu bir durumdayız. Bakanlar dahi bir şey de tam sonuç alamıyorlar yani bakanlarla meclisin arasında ki kopukluğunda, yani bu yeni yönetim sayın genel başkanımız diyor ya, bu ucube yönetimin değişmesi lazım, bunu kim gelse bu yönetim tarzı içinde yönetemez. Diyor ya aslında bence bu parlamenter sisteme geçiş dahi bunun bir parçası olabilir ama temelde toplum da ki idealizmi hakarete geçirecek bir şey lazım. Çünkü hekimlik uygulamaları hakikaten severek yapmazsanız iyi sonuçlar doğurmayabilir. Ve bu yüzden insanlar hep yurt dışına gidiyorlar. Bizim hakikaten tekrar bir sevgi toplumu ya da güven ortamı ve bir barışma ortamı yaratmamız gerekiyor. Maalesef bu siyasette şuan da kimsenin aklına gelmiyor, herkes siyaseti alışılmış jargonlarla, alışılmış sözlerle götürüyor. Ben bu konularda inşallah beynimde ki şeyleri bozulmadan devam ettirebilirim diye düşünüyorum.

OECD ülkeleri arasında sondan 3.’üncüyüz

SEZER KÜÇÜKKURT: Bu anlattıklarınızı AK Partili yetkililerle, AK Parti hükümetiyle paylaştınız mı, size soran oldu mu, paylaşma imkanı doğdu mu?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Bunların hepsini çoğu ortamda konuşuyoruz. Ben Özel Hastaneler Derneğinde Yöneticiyim, Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nin Sağlık Meclisi Üyesiyim ve mesela son birkaç yıl içerisinde biz zirveler düzenliyoruz. Zirvelerde mesela sağlığın finansmanı ve organizasyon üzerine ben iki üç tane sunum yaptım burada bütün sağlık bakanımız da dahi katılan ve dinleyenler oldu. Onun dışında mesela bir tamamlayıcı sağlık sigortası projesi vardı, ben sağlığın Türkiye’de ki iki duayeniyle beraber onun yöneticiliğini yaptım hatta öncülüğünü yaptım. Bu şeyde üst düzey yönetimlerden, yani Cumhurbaşkanlığından, SGK’dan, Sağlık Bakanlığından, Sigortalar Birliğinden, Sigortacılık Emeklilik Düzenleme Kurumundan, Sigorta Şirketlerinden insanlar vardı, iki, iki buçuk yıl tamamlayıcı sağlık sigortasının nasıl bir buçuk milyondan, yirmi milyona çıkartabiliriz. Türkiye OECD Ülkeleri arasında kişi başı sağlık harcamasında inanın sondan üçüncü, otuz sekizinci. Buna rağmen sağlık hizmetleri çok iyi yürüyor yine de. Çok daha iyi olması lazım ama bu tabloya siz sondan üçüncüsünüz, 38 ülkede, bu tabloya rağmen iyi yürüyor o anlamda söylüyorum. Oradan baktığımızda sağlık hizmetlerine finansmanın biraz daha arttırılması lazım. Ama bu halde bile iyi yürüyen bir şey var, bunun aslında sebebi yine o çok eleştirilen hekim arkadaşlar ve diğeri sağlık çalışanı arkadaşlar. Bunun daha iyi organize olması halinde ayını şeylerle bile daha iyi yürüyebilir.

 

SEZER KÜÇÜKKURT: Finansman derken biraz açabilir miyiz, yani hekimlerin aldığı ücret mi?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Şimdi şöyle söyleyeyim, bir ülkenin mesela Türkiye’nin sağlık harcamaları bir SGK’nın ödediği harcamalardır. SGK bütün kurumlara ve ilaçlar için eczanelere ve bütün üniversite hastanelerine, kamu hastanelerine, özel hastanelere ve diğer protez firmalarına ödeme yapar. Bunlarla beraber genel bütçeden kamu hastanelerine ve üniversite hastanelerine genel bütçeden destekler çıkar. Sağlık Bakanlığının ayrıca yatırım bütçesi vardır oradan çıkar. İlaçlarla ilgili şeyler çıkar, bunlar kamunun harcamalarıdır. Birde özel sektörün harcamaları vardır. Özel sigortalar aracılığıyla, ya da cepten ödemeler aracılığıyla harcamaları vardır. Kişi başı harcama bütün hepsinin toplanıp nüfusa bölünmesiyledir.  Burada çok radikal bir şey var. Mesela burada bunun hem yükseltilmesi lazım, hem de daha iyi organize olması lazım. Şuan da bütün dünya ülkeleri, özellikle gelişmiş ülkeler gelecek yıllarca ilgili sağlıkla ilgili projeksiyonlar yapıyorlar. 10 yıl sonra nasıl olacak, 20 yıl sonra nasıl olacak, 50 yıl sonra nasıl olacak insanlar yaşlandığında biz bu sağlık hizmetlerini nasıl çözeceğiz. Ben geçen Amsterdam’da bir toplantıya gitmiştim, 8 – 9 milyonluk Hollanda’nın sağlığa ayırdığı pay, bizim şuan da ayırdığımız payın 7 katıydı. Neredeyse kişi başı yirmi kat falan bizden daha fazla ayırıyorlardı. Dolayısıyla, aslında gidilecek yol da var, yapılabilecek çok şey de var.

 

SEZER KÜÇÜKKURT: Ülkelerin önceliklerine göre değişmez mi, Hollanda’yla Türkiye arasında?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Tabi ki ben öncelikle ilgili bir şey demiyorum. Siz bir puan yükseltseniz, onu da iyi yönetseniz hiçbir şeye gerek yok. Ben sağlığa daha fazla pay ayrılsın da demiyorum. Ben bu fotoğrafı koyuyorum ortaya. Sonuçta sağlığın finansmanı derken buradan gitmek lazım ama bunun daha sağlıklı bir şekilde organize olması lazım. Biraz önceki tamamlayıcı sağlık sigortası sizin sorunuz üzerine ben birçok ortam da, birçok eleştiriyi yapıyorum, yaptım. Birçok da iş birliği yaptım. Hakikaten çok kafa yorduk. Biz iki, iki buçuk yıl bu tamamlayıcı sağlık sigortasının artırılmasının şöyle bir faydası olacaktı kamunun yükünü de azaltmış olacaktık. Çalışanlar ya da işte işverenlerinde karşılayacağı bir tamamlayıcı sigortanın devletin de teşvikleriyle. Hala raporlar oluşuyor,  bazı değişiklikler oluyor ama sonuçta bunları hep söylüyoruz söylemekten de imtina etmemek lazım, Türkiye o kadar da söylemenin cesaret istediği bir ülke değil. Yani sonuçta her sektör kendi meramını gider anlatır. Bunun bence cesaretle alakası yok. Bende anlattım. Ama anlattım da yapılmadı falan diye de girmiyorum. Ben yeni şeyler söyleyebilirim diye giriyorum siyasete.

 

Mehmet Emin Güzbey: Doktor bey şimdi anlattıklarınız, tamam ama şimdi birde gerçek var Amerika’da, Avrupa’da sağlıkla ilgili bir sıkıntı olduğu zaman insanlar kendi ceplerinden yüksek bedeller ödüyorlar. Türkiye’de hemen hemen her şey neredeyse devlet tarafından karşılanıyor ve bedava. Yani Türkiye bu kadar az pay harcamasına rağmen dünya da beklide tek Türkiye’de her şey bedava. Bu anlattıklarınızla bir tezat oluşturmuyor mu?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Hayır, ben şunu söylüyorum bakın sosyal devlet ilkesi dedim. Sosyal devlet ilkesi en iyisi, ben vatandaşın cebinden harcamasını daha da azaltılması gerektiğini düşünüyorum. Yani vatandaşın sağlıkla ilgili çok kaygı duymaması gerektiğini düşünüyorum kesinlikle. Ve Amerika bizim neredeyse kişi başı harcama da çok fazla radikal harcamasına rağmen birçok insan hastanelere gidemiyor. Bizim gerçekten sağlık sistemimiz son 5-6 yılın içinde gerekleri yapılsaydı bu dönemde ki sıkıntıları da yaşamazdık. Son dönemde sıkıntılar yaşasak da birçok yere göre daha iyi.

 

Mehmet Emin Güzbey: Son 6 yılda problem var diyorsunuz?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Yanlış anlaşılmak istemem çünkü haksızlık olur. Şuan da sistemimizi ihtiyacı daha iyi organize olmak, o duyguyu verecek bir yapılanma yani çalışanlara şevk verecek, onları tekrar idealizme sürükleyecek, bazı işleri idealizm olmadan yapamazsınız. Bizim tekrar insanımıza bir ortam yaratmamız lazım. Tekrar çıkış için, bir ortam yaratmamız lazım.

 

Mehmet Emin Güzbey: Bunu İYİ Parti mi yapacak?

MUSTAFA ENİS ARABACI:  Ben yapacağına inanıyorum. Bunun kaygısını duyan ve makul sınırlar içerisinde en çok kaygısını duyan partinin İYİ Parti olduğunu düşünüyorum.

Ömer Mazi: Hükümet bu dönem sağlık ve eğitim sektörünü özel sektöre yol açarak, onların çoğalmasını yani yapacağını özel sektörü teşvik ederek büyümeye yöneldi. Fakat daha sonra biraz çark döndü şehir dışı diyebileceğimiz yerlere şehir hastaneleri yaparak, yolcu garantili hava limanları gibi, geçiş garantili köprüler yollar gibi hasta garantili şehir hastaneleri kuruyor. Bu doğru bir yöntem midir?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Sonuçta şehir hastaneleri devasa yatırımlar. Yani yatırım yapılmalıydı. Yöntem olarak iki çeşit var. Mesela, bir dönem Kayseri ve Erzurum’da hastaneler yapıldı. Birisinde şehir hastanesi olarak, diğerinde devlet hastanesi olarak yapıldı. Ya da bizim Afyon Devlet hastanesi aslında şehir hastanesinin mantığının başladığı dönemde yapıldı. Farz edin Isparta’da şehir hastanesi olarak yapıldı. Fark şu birisinde kamu ihalesi sistemiyle yapılıyor, birisinde yap işlet devlet şeklinde yapılıyor. Yani birisini hemen ihalesini yapıyor ve kamu ödüyor, diğerinde ise bunu taksitler halinde yıllara yayarak bir şekilde ödüyor. Bunda ki eleştiri aslında yıllara yayarak ödemenin maliyetleri çok yükselttiğini ve kamu kaynaklarının çok fazla boşa gittiği durumudur. Aslında bunlar hasta garantili falan değil orada haksızlık yapmamak lazım, bence şehir hastaneleri ya da devlet hastaneleri iyi idare edildikten sonra hiçbir problem yok. Problem şu mesela büyük şehirler de çok devasa hastaneler yapılacağına, daha kolay ulaşımı olacak, daha ölçekli hastaneler yapılmalıydı ki vatandaş kolay yaşayabilsinler. Bence en büyük problem bu, birde bunun kaynak yaratmak modeli aslında Türkiye’yi biraz zorladı.

 

Din ve Türklük istismar ediliyor

Ertuğrul Sevim: Psikoloji üzerine eğitim aldınız. Türkiye’de şu çok tartışılıyor. Son yıllarda antidepresanın arttığı, toplumun psikolojisinin bozulduğu ile ilgili. Gözlemlediğinizde hastaneye gelen size gelen hastalarda gerçekten veya diğer verilere baktığımızda Türkiye’de ve dünyada insanların psikolojisi nasıl durum?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Çok Türkiye bazlı düşünmemek lazım. Bu 20 yıldan beri antidepresan kullanımı arttı. Ve ben son dönem hekimlik yapmaya fırsatım olmuyor ama bu bütün dünya da böyle. Fakat bir şey var hayatın yıllar içinde temposu arttı. Şimdi birebir ilişkiler azaldı, sosyal medya insanların çok fazla zamanını almaya başladı.  Bireysellik arttı bununla beraber çok fazla artık eskiden savaşları görmezdik o IŞID katliamlarla ölümü çok sıradanlaştırıldı. Ben ilk izlediğimde inanmadım mesela. Tabi iletişim bu kadar artınca tabloda vahim bir hal aldı. Yani düşünsenize son deprem felaketinde bütün millet onu belki ayrı bir soruda konuşuruz ama ne kadar uğraştık yine gelip geçiyor her şey. Eskiden gelip geçmezdi bunlar. Mesela şimdi dostluklar, verilen sözler, o “öyle yapmaz”lar. Yani herkes kendisi ile ilgili de bir karakter planı yapardı ve o karakter planı içinde yaşardı. Çok dikkat ederdi imajı çizilmesin hakkında kötü bir şey söylenilmesin. Şimdi öyle bir noktaya geldik ki herkes her an birisi tarafından biraz ön plana çıkabilir ve birisi her an birileri tarafından karalanabilir. Çok ucuzladı her şey. Belki bunların da toparlanması lazım ve bunlar aslında bireyselliğin iyice yoğunlaştığı ve aslında burada şunu da söyleyeyim din ismi istismarının da rolü oluyor. Her şey fazla istismar edilince değersizleştiriliyor maalesef. Herkesi diniyle ibadetiyle de bir serbest bırakmak lazım ya da onun üzerinden basınç üretmemek lazım. Çünkü bizi var eden işte Türklüğümüz Müslümanlığımız vesaire yani bunları çok fazla kategorize ederek çok fazla bölüntülere ayırarak da zarar görüyoruz. Bunların hepsi insanların depresyona iten bir şey.

 

MEHMET EMİN GÜZBEY: Şimdi siz başarılı bir iş adamısınız. Risk olan yerde de çok da fazla o riske girmeyen bir yapınız var. Yıllardan beri tanıyorum ben sizi sağlamcısınız aslında. Siyasete hiç kimsenin beklemediği bir anda girdiniz Afyon’u şok ettiniz. Özellikle de AK Partilileri. Sizi İl Başkanından Ankara’da samimi olduğunuzu ifade edilen bir genel başkan yardımcısından veya herhangi bir yetkililerden sıra garantisi verildi mi? Birinci sıra olarak mı görüyorsunuz kendinizi?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Hayır. Ben garanti konuşmadım öyle bir şey yapmam. Şimdi bu diğer arkadaşlara haksızlık olur. Biz geçtiğimiz günlerde oturduk 9-10 arkadaş sohbet ettik. Hiç kimseyle ilgili şimdiye kadar hiçbir olumsuz bir söz ifade etmedim ben, çünkü hakikaten kim olursa olsun birlikte hareket etmek gerektiğini, bunun bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Burada bu konuda daha fazla da bir şey söylemek yanlış olur.

 

Ronaldo’yu kimse yedekte oturtmaz

MEHMET EMİN GÜZBEY: Ben sizin İYİ Partiye katılmanızla ilgili bir Ronaldo ifadesi kullandım. Şimdi eğer bir parti gerçekten bütün toplum içerisinde “Şöyle geldi” diye böyle gıpta ile bakıyorsa ve diğer partiler şok oluyorsa katıldığınız parti büyük bir moral kazanıyorsa, bir Ronaldo iseniz ve elbette Ronaldo’yu da o teknik direktör yedek kulübesinde tutmaz. Forvete koyacaktır. Siz orta sahada mısınız? Forvette misiniz?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Orta saha oyun kurarım mesela, forvette gol atar ikisi de değerli aslında. Ben oyunda kurarım gol de atarım galiba. Defansta kalmayacağım.

 

ÖMER MAZİ: Peki size AK Parti’den hiç teklif geldi mi? Gelse ne yapardınız?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Ben bunu daha önce de söyledim. Bu programda söyledim. Sonuçta bir partiye gireceğiniz de o partinin size hitap etmesi gerekiyor tam olarak. Yani İYİ Parti ile AK Parti’yi karşılaştırdığımızda İYİ Parti bana çok çok daha fazla hitap ediyor.

ÖMER MAZİ: Peki bu süreç aşağı yukarı bir 3-5 aylık hatta daha uzun bir süreden önce teklif edilmiş. Sizin baya düşündüğünüz bir dönemdi. Son kararınızı nerede verdiniz? Deprem bölgesine gitmiştiniz.

MUSTAFA ENİS ARABACI: Ben depremi başka şekilde konuşmak istemiyorum ama ben de hakikaten her yeni konuşmada biraz daha kendimi açmaya hazır hale geliyorum. Ketumluğu bırakmam gerektiğini düşünüyorum. Şimdi deprem bölgesine ilk gün gitmeye çalıştık yollar kapalı olduğu için gidemedik. Sonra ikinci gün akşamına doğru gittik. Hatay’a gitmiştim ve orada hakikaten acı bir tablo vardı ve gerçekten bizim o güvendiğimiz devletin yani afet planı reaksiyonları hızlı reaksiyonları hiç yakıştıramadım bir şekilde yoktu. Anlatabiliyor muyum? Tabii çok büyük bir felaket, ama böyle de olmamalıydı. Bir şekilde hani Kızılay’ın çadır satması da dahil olmak üzere, bizim bazı düzenlerimiz, dengelerimiz bozulmuş. Bunun başka partiyle falan alakası yok. Bizim tekrar ayarlarımızın tekrar yapılması lazım. Yani doğru insanların doğru yerlere gelmesi, doğru ideallerin olması, işin içine paranın rantın bu kadar girmemesi ve Türkiye açısından yani dünya liderliği ya da işte hepimiz istiyoruz ama böyle bir şey, böyle bir yapılanmayla olamaz. Ben orada çok etkilendim ve orada kararımı verdim. Kendi kendime artık dedim bekleme. Benim tek başıma yapabileceğim şeyler sınırlıdır ama bu da etkiledi yani öyle söyleyebilirim.

 

MEHMET EMİN GÜZBEY: Şu gerçeği de görmek lazım oradaki sorunlar bitmedi ama 11 ili etkileyen Türkiye’nin 7’de bir bölgede bu kadar kısa sürede kim olursa olsun belli bir noktada da üste çıkamazdı?

MUSTAFA ENİS ARABACI: Bir de şunu söyleyeyim. Gerçekten herkes durumu olan olmayan, evinden oyuncağını veren, çocuktan tut da yaşlı kadınlara kadar. Herkes ne yapabilirse yaptı. Çok büyük bir milletiz hakikaten çok hani Necip bir milletiz çok güçlü bir milletiz. Aslında bu tarafımızı bizim harekete geçiren bir siyaset gerekiyor. Nasıl tırlarla, konvoylarla koca bir organizasyona girebiliyoruz. Bunun arasında tabi buna duygu olarak girememiş yerler vardır. Bizim bütünleşmeye ihtiyacımız var ve partizanlıktan kurtulmaya ihtiyacımız var. Parti devletine doğru giden sürecin durdurulmasına ihtiyaç var ve bütün değerlerimizi yaşamaya ve bütün değerlerimizi paylaşmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Kesinlikle şaşkınlık oluşturacak düzeyde bir dayanışma vardı.

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti