Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

MERHAMET DİLEMELİYİZ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Mart 2017 Perşembe 15:55:54
 

– 61-
Mâide-75: “Meryemoğlu Mesih ancak bir rasûldür. O’ndan önce de rasûller gelip geçti. O’nun anası Sıddıyka’dır. İkisi de yemek yerlerdi. Âyetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonra bak (yine de) nasıl (Hakk’tan) yüz çeviriyorlar.”
Âyet bize bir Rasûl üzerinden ders veriyor. O Rasûlle ilgili farklı özellikler var; babasız dünyaya gelmiş, annesi Allah’a karşı sıddıkıyetinde mertebe kat etmiş. Ve annesi günümüz için baktığımızda Kur’ân’da ismi geçen tek kadın, Hazreti Meryem Kur’ân’da kadınlara “örnek alacaksanız” diye örnek gösterilen kadın.
Kul ihtiyaç sahibidir, isteyendir ve
ona verilenler emanettir

Hz. Îsâ aleyhisselâm döneminde dînî tebliğler normal dünya hayatının gösterdiklerinin ötesinde cümlelerdir. Hz. Mûsa aleyhisselâm kavminin dinle ilgili bilgileri dünya hayatı kuralları çerçevesinde iken, Hz. İsa aleyhisselâmın din öğretileri dünya hayatı kurallarının ötesindedir. Mecaz demek istemiyorum, bu mânâyı mecaz da karşılamıyor. Çünkü mecazda esas cümlenin önemi yoktur. Eğer Kur’ân âyetlerine mecaz derseniz, insanlar öyle mecazlar çıkarırlar ki mecaz kelimesi aslı örter. O zaman âyetteki esas cümleleri önemsemezsiniz ve zâhirî manadan perdelenirsiniz. Kur’ân’daki zâhirî cümlelerin belgesi Efendimiz (SAV)’dir. “Âyetler mecazdır” diyenlerin hem kendileri bir beşerdir hem söylediklerinin belgesi yoktur. Ama insanlar belgesi olmayanı daha çok önemser, bu da ayrı bir tuzaktır. Âyetlerin diğer mânâlarında yanlış yapmamak için zâhirî manasına sıkı sarılmak lazım, yanılmaktan sizi o korur. Koruyucuyu kenara atarsanız uydurduğunuz mecazla ortada kalırsınız, Allah muhafaza etsin.
Döneminin mucize sayılan önemli vasıflarına Allah’ın ona verdiği ve normal insanlarda görülmeyen vasıflar eklenince, söylediklerinin de dünya kurallarının ötesinde olması Hz. Îsâ aleyhisselâm Efendimiz’i ulvileştirdi. İşin esasını anlayacakları sâlih amel de olmayınca imanlarının yanlış mânâlarıyla çabucak saparak, diğer din sahiplerinden farklı gözükmek heyecanıyla Rasûllerini farklı göstermek için ilahlığını ilan ettiler. İşte ayet bütün bunları alt üst eden cümleyi söyler: İkisi de yemek yerlerdi. Dikkat edin, dışları var; ikisi de kul. Kul ihtiyaç sahibidir, isteyendir ve ona ne vermişsek emanettir. “İkisi de yemek yerlerdi” tanımlaması bütün bunları temsil ediyor. Âyet diyor ki; o ancak bir Rasûldür, ondan önce de Rasûller geldi, yeni değil. Ama o dönemdeki özellikler ve başka şeylerle tuzağa düştünüz. Dikkat edin, ikisi de yemek yerdi. Buradan konumuza giriyoruz, çünkü alacağımız derse gireceğimiz yer burası: Samed değillerdir. Yaratan Ehad ve Samed’dir. O’nun dışı kavramı yoktur. Ancak Ehad ve Samed olan yaratabilir. Oysa onlar yemek yerlerdi, yani Samed değillerdir, ihtiyaç sahibidirler, yani dışları vardır, dışında olanlara muhtaçtırlar, yani yardıma muhtaçtırlar. Âyet bütün bu anlayacaklarımızı Hz. Îsâ aleyhisselâm üzerinden bize bir cümleyle öğretiyor: Dünya böyle dese bile, milyarlar ona böyle inansa bile onlar yemek yerlerdi!
Oruç ve Samediyet
Dikkat edin, oruç ibadetinin en önemli yanı yemek yememektir. Oruç ibadetiyle insan elbette Samed olmaz. Hiç bir kul Allah’ın bu vasıflarıyla vasıflanamaz, Ehad ve Samed’le ahlaklanamaz. Bir kulun ahlaklanabileceği en önemli ve ona faydalı vasıf Rahmân ve Rahıym’dir, o yüzden Besmele’de bunlar geçer. Fâtiha kitapçığının başlangıcında paylaştık, eğer bize Besmele’de “Ehad ve Samed olan Allah’ın adıyla” deseydi, öyle öğretseydi biz öyle diyecektik ama o vasıflardan yararlanamazdık. Besmele’de başlangıç mânâ “Rahman ve Rahıym olan Allah adıyla.” İleri götürürseniz “Allah Adına” manasına doğruya gidersiniz. Çünkü kul Allah’ın izni ve lutfuyla Rahman ve Rahıym isimleriyle ahlaklanabilir. O zaman Besmele onun hayat tarzı olur, yaşanabilir bir şey haline gelir. Eğer “Ehad ve Samed olan Allah adına” denilseydi bu bilgiden kul yararlanamazdı. Çünkü kul (Hz. İsa’yı bile düşünseniz) yemek yer. Rabbimiz öğretiyor: Onlar yemek yerlerdi.
Oruçta yemek yemeyi bırakmak bir temsildir. Fakat bu temsil bu derece önemlidir. Çünkü o çok önemli bir bilginin temsilidir. Yemek işini bir süre bırakmanın bizim için bir yararı ve önemi de, Samed olmanın ne olduğunu anlayabilme çalışması olmasıdır. Allah’ın Ehad ve Samed oluşu ne demektir, bunu biraz kavrayabilme çalışmasının adı Oruç’tur, o çalışmayı biz yemek yememekle yaparız. Samed oluşunu biraz kavrayabilme çalışması olan yemek yememeyi biraz geniş manada düşünün. Bu çalışmayla kul Allah’ın Samed olduğunu, kendisinin Samed olmadığını anlar. Yani Allah’ın dışı kavramı olmadığını, kendisinin dışı kavramı olduğunu, ihtiyaçlarının olduğunu ve bunları Allah’ın verdiğini anlar. Samediyet’i anladığı için, dışı kavramı olduğunu ve ihtiyacı olduğunu anlaması bile onda Samediyet nurlarını açar.
Oruçla biz bir de önemli bir antrenman yaparız. Nedir o?
Kur’ân’da yarı yarıya fark edilmiş, o fark edilenin de başka mânâlarla çoğaltılıp alt üst edildiği şeylerden birisi de “Allah’a verilmiş söz”dür. “Rabbiniz Ben değil miyim?” dediğinde, “Rabbimiz sensin, bil fiil şâhidiz yâ Rabbi” diyen sözümüz var. İlerleyen yazılarda genişçe göreceğiz, oruç onun güzel bir antrenmanıdır. İnsan esfele sâfiliyn yapıya girdiği zaman hâfızasını kaybetmiş bir pozisyonda Allah’a verdiği sözü unutmuştur. Hatta birçok kişi öyle unutmuştur ki öyle bir söz onun için söz konusu değildir. Ama Rum Sûresi 30’dan öğreniyoruz, insan Allah fıtratı üzerine yaratıldığı için, o söz hatırlaması dilenende açılır. Kesret diliyle söylersek: Hatırlamayı dileyende o söz açılır. O sözün açılması için oruca niyetlenirken deriz ki; “Yâ Rabbi, sana söz verdim, ‘Allâhümme ente rabbiy’ dedim. Ama onu dünya hayatında unuttum. Onu bana aç yâ Rabbi. Kendimi affettirmek için söz veriyorum, akşama kadar yemek yemeyeceğim ve sözümde duracağım. Sözümü tuttuğumu göstermek için böyle bir çalışma yapacağım, lütfen kabul buyur. Ve bu kabulünle (sana verdiğim sözü) unutmuş olduğumu da bağışlayıver, o sözün gereğini bende aç yâ Rabbi.” Oruç bu manayı da taşıdığı için, lütfen acele etmeden niyetinizi yapın, inşâAllah meyvelerini de iftarda yiyin.
İnsan Allah’a göre kayıtlıdır, kısıtlıdır, noksandır
Kul oruca “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyerek başlar, iftarda “Eşhedü en lâ ilâhe illallahul Ehadus Samedülleziy lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad” şahidliğiyle bitirir. Ehad ve Samed’i, Allah’ın o vasıflarını tefekkür fırsatı bulur, Rabbimin lûtfettiği ölçüdeki şehâdetiyle de bitirir. Oruç böyle bir süreçtir.
“Ey insanlar! Siz Allah’a fakirlersiniz. Allah ise Ğaniyyül Hamiyd’dir.” (Fâtır-15)
“Sizin indinizdekiler tükenir, Allah’ın indindeki ise bâkîdir.” (Nahl-96)
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” idrakımızın kuvvetlenmesine destek veren bu iki ayeti birlikte ders yapalım.
Fâtır Suresi, “Ey insanlar, siz Allah’a fakirlersiniz” derken yalnız inananların değil, tüm insanların bir özelliğini söylüyor. İnsanlara; ey insanlar, siz Allah’a fakirlersiniz, Allah Ğaniyyül Hamiyd’dir diyor. “İnsanlar fakirdir”i anlamak üzere kullandığımız “fakir” kelimesine bakıp bir mânâ çıkaralım, alt sınırı o oluştursun. İnsanın ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçları temin imkânı olması gerekenden kısıtlıysa veya yoksa dünya diliyle biz o kişiye fakir deriz. Böyle olduğu için bize bir görev de doğar, onun ihtiyacını karşılayabilecek gücü olanın onu karşılaması gerekir. Bu normal insânî ilişki içindir. Ama âyet “Siz Allah’a fakirlersiniz” diyor, “Birbirinize göre fakirsiniz” demiyor. Eğer âyeti, birbirimize göre fakirmişiz gibi anlar ve meâllendirirsek yanılırız. Bir kul bir kula bakıp fakirliği öyle tarif ederse doğrudur. Ama ayetin bize öğretmek istediği onun ötesindedir, âyet “iyyâKE nesta’iyn”i hakkıyla söyleyebilmemiz için bize ders veriyor: Siz Allah’a fakirlersiniz! Normal hayat için dedik ki fakir dediğimiz kişi kısıtlıdır, noksandır. Normal hayata göre bir ihtiyaç tespit ettik, ona göre bir kısıt ve yokluk tarif ettik. “Allah’a fakirlersiniz” denince ölçü Allah’tır; kul Allah’a karşı fakirdir. Âyette kullar içerisinden seçilen insandır, yani “Allah’a fakirlersiniz” denilen insandır. Öyleyse bir insanı düşünelim: Allah’a göre Kul Zat, Allah’ın izniyle/emriyle kayıtlı, kısıtlı, noksandır. Çıkardığımız bir mana budur: İnsan Allah’a göre kayıtlıdır, kısıtlıdır, noksandır, Biiznillah. Kulun “Zatım” dediği Kul Zat böyledir. “Allah’a fakirlersiniz” âyetinin bir başka manası “Noksan olduğun için Allah verecek” demektir, “Sen noksansın, noksanını Allah verecek.” Bütün insanlar için böyledir, bilsin bilmesin böyledir: Allah’a fakirlersiniz, Allah’ın fakirlerisiniz. Hayattan bir örnek vereyim, çok hayr ehli bir insan düşünün. On kişiye iyi bir şekilde yardım ediyorsa o on kişiyi kendisi için “fakirlerim” diye tarif eder, “Bizim fakirler” der. Bunu bir mertebe olarak söylemez, âyetten yararlanarak söylüyorsa görev olarak söyler. “Onlar bana göre kısıtlı. Allah bana onlara verdiğinden fazla emanet verdi, bu yüzden ben onlara vermekle görevliyim” der. “Allah’a fakirlersiniz” de böyledir: Siz Allah’a göre noksansınız ama Allah sizin vereninizdir, Allah size verecektir, çünkü siz Allah’ın fakirlerisiniz. Ancak, burayı doğru anlayabilmek için diğer ayetlerden öğrendiğimiz bir özelliği getirip buraya koymamız lazım: Allah’ın fakirleri, ihtiyacını Allah’ın karşılayacağı kısıtlı kullar Allah’ın dışında olarak ihtiyaç sahibi değillerdir. Kesinlikle dış kavramı düşünmeyin.
Sizin indinizdekiler tükenir,
Allah’ın indindeki ise bâkîdir

Buradan ayrıca öğreniyoruz ki insana verilenler dünyalıktır. Âyet devamında bir kıyasa götürüyor. “Siz Allah’a fakirlersiniz, Allah ise Ğaniyyül Hamiyd’dir” diyerek bir kıyas yapıyor ve diyor ki; sana verilenler dünyalık çerçevededir, ölünce yanında götüremezsin. Geçmişte kendini rab ilan etmiş olanlar götüreceklerini zannetmişler ama götüremiyorlar. Piramitlerde, mezarlarda çıkan şeyleri görüyoruz. Hep zann, hep sanma! Ne diyoruz? Götüreceğini sandı. Hep sanış… “Götüreceğini sandı” deyip ona gülüyorsunuz ama ya gelecektekiler de sana gülerse? O zaman yanlış zanlardan, sanmalardan kurtulmak lazım. Hayatta sanma/sanış hep var, hayat hep o. Nahl-96 bu mânâyı biraz daha derinleştirerek öğretiyor: Sizin indinizdekiler tükenir, Allah’ın indindeki ise bâkîdir. Yani Kul Zat’a verilenler tükenmeye mahkûmdur. Neden? Çünkü kul Ehad ve Samed değildir, Ehad ve Samed olamaz da. Çünkü dışı vardır. Dışı olan, dışı kavramı olan tükenir, tükenmeye mahkûmdur. Dışı kavramı olandaki ilahlık iddiası da tükenmeye mahkumdur. Dünya hayatında tükenmezse o cehennemde devam eder; azablı tükenme olarak.
Sizin indinizdekiler tükenir, Allah’ın indindeki bâkîdir.
Çünkü Allah Ehad’dır ve Samed’dir; dışı kavramı yoktur. Tükenme’nin “dış”la ilişkisini kurmamız lazım; kulun dışı olduğu için onun indindekiler tükenir. “Allah’ın indindekiler tükenmez” ile “Siz Allah’a fakirlersiniz” öğütlerine birlikte baktığımızda, indindeki tükenirse kul ahirette ne yapacak? Dünyadaki tükendi, ne varsa. Mevki, şan, şöhret, para, mal, mülk, evlat, hepsi tükendi, bedeni dâhil. “Siz Allah’a fakirlersiniz” ayeti diyor ki; tükendiniz ama Allah verecek, Allah size verecek, çünkü sizin ahiret ihtiyacınızı da O bilir. Siz O’nun fakirleri olduğunuz için de O size verecek.
Allah Ğaniyyül Hamiyd’dir. Bunu da bir cümle ile mânâlandıralım: Hamd kendisine ait olan Allah’ın zenginliği sınırlandırılmaktan beridir. Dolayısıyla diyor ki: “Kulum! Şimdi kendini kıyasla ve bu gerçekler çerçevesinde ‘İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn’ de. Ne kadar da ihtiyaç sahibisin ve bunları temin edecek hiç bir vasfın da yok, özellikle ahiretle ilgili”.
Ama bizi hemen ferahlatır: En’am-12: “O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı.” Bu yüzden fakirlerinin ihtiyaçlarını verir. Allah’ın merhamet etmeyi nefsine farz kılması, bize Allah’ın indinde merhamet kelimesinin önemini ve kulların buna ne kadar ihtiyacı olduğunu da öğretir, anlatır. Dolayısıyla, Allah’tan merhamet istemek (merhamet duası) Allah indinde çok makbul bir dua olur. Merhamet öyle kapsamlı bir kelimedir ki: Siz Allah’tan bir şey isterken duanızda tatmin olmak için tarif yaparsınız. Fakat ‘O tarifin bir yeri acaba noksan mı oldu, yanlış mı istedim?’ gibi de tereddütleriniz olur. Çünkü kul olarak işin ilerisini gerisini bilmiyoruz ama şöyle olsun diye dua ediyoruz, tarif yapıyoruz. Bu yüzden kişi ne yapacağını şaşırabilir. Merhamet kelimesi, merhamet duası sizin bilip bilmediğiniz her türlü ihtiyacınızı içerir. Siz Allah’ın fakirlerisiniz ve Allah merhameti kulları için kendine farz kıldı, ihtiyacınızı bilmeniz gerekmez! Bilmemeniz noksanlığınızdan zaten, çünkü insanın indindeki tükenir. Dolayısıyla, “Merhamet” diyerek dua yaptığınızda, yani isteğiniz ancak merhamet olunca, dünya ve ahirette size lazım olan en hayrlı şeyler sizin için nelerse hepsini içerir. Bu yüzden, “Bi Rahmetike ya Erhamer râhımiyn” zikri ve duâsı müslüman için önemlidir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER