Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MİRAC HEM BEDENSEL HEMDE RUHSAL BİR YOLCULUKTUR

Bazı kimselerin bu olayı imkânsızmış gibi görmeleri çok gariptir. İnsanın sınırlı -hem de çok sınırlı- güçleri ile aya, yıldızlara ulaşmayı başardığı, binlerce kilometre uzaktaki sesi ve görüntüyü anında naklettiği, sesten daha hızlı araçlarla madde naklettiği bir zamanda, Allah’ın sonsuz ve sınırsız gücü ve kudreti ile Rasûlü’ne (s.) kısa bir zaman içinde bu yolculuğu yaptırabileceğini inkâr etmek çok saçmadır.
Her şeyin ötesinde, bir şeyin mümkün olup olmadığı konusundaki soru sadece sınırlı güçlere sahip olan insan hakkında geçerli olur. Fakat her şeye kadir olan Allah söz konusu olduğunda bu tür sorular sorulamaz. Sadece Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmayan bir kimse bu olaya itiraz edip inkâr edebilir.
Miracı inkâr etmek, müşrikler tarafından bile “Muhammedül Emin “ olarak bilinen Allah Rasûlune inanmamak, O’na yalancı demek olur ki bu da insanı dinden çıkarır.
Prof. Dr. Esad Coşan Efendi (Allah O’ndan razı olsun) yapmış olduğu bir sohbetinde İsra ve Miraç konusunda şöyle diyor:
Sonra İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri’nin çok güzel bir tefsiri var, Rûhül-Beyan isimli; keşke okuyabilse kardeşlerimiz. Çok büyük âlimlerimiz çok güzel eserler yazmışlar; ruhları şâd olsun, makamları a’lâ olsun… Kutbül-aktâb İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri diyor ki: “Ayet-i kerimede “kulunu götüren” diye buyruluyor. Kul ruh ve cesetten müteşekkildir. Ruh ve cesetle gittiğine bu kelimenin kullanılması dahi şahittir.” diyor. Daha başka şahitler de mevcut..
Evet, birisi İsrâ Sûresi’nin “Sübhànellezî esrâ” diye başlayan ayeti, kesin Mi’rac mucizesinin tasdikçisi… Bir de onyedinci cüzde Necm Sûresi var. Necm, yıldız demek Arapçada… Bu kelimeyle başladığı için Necm Sûresi adı verilmiş. Orda da buyruluyor ki:
(Ven-necmi izâ hevâ. Mâ dalle sàhibüküm vemâ gavâ. Vemâ yentıku anil-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhà. Allemehû şedîdül-kuvâ. Zû merretin festevâ. Ve hüve bil-üfükıl-a’lâ. Sümme denâ fetedellâ. Fekâne kàbe kavseyni ev ednâ. Feevhâ ilâ abdihî mâ evhâ.) [Battığı zaman yıldıza and olsun ki, arkadaşınız (Muhammed SAS) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrâil AS) öğretti. Sonra o en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu.
Sonra (Muhammed SAS’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. İki yay arası kadar, hattâ daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyettiği neyse vahyetti.]
(Mâ kezebel-füâdü mâ raâ. Efetümârûnehû alâ mâ yerâ. Velekad raâhü nezleten uhrâ. İnde sidretül-müntehâ. İndehâ cennetül-me’vâ. İz yağşes-sidrete mâ yağşâ. Mâ zâğal-basaru vemâ tağà. Lekad raâhü min âyâti rabbihil-kübrâ.)
[Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
And olsun ki, onu diğer bir defa da Sidretül-Müntehâ’nın yanında gördü. Cennetül-Me’vâ’da onun yanındadır. O gördüğü zaman Sidre’yi bürümekte olan bürüyordu. Peygamberin gözü gördüğünden kaymadı ve sınırı aşmadı da… And olsun ki o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını görmüştür.]
Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamber Efendimiz’in Mi’racda karşılaştığı olayları ve olaylar karşısında o peygamberâne edebiyle, nasıl güzel bir anlayışla olayları idrak ettiğini, tefekkür ettiğini, müşahede ettiğini Necm Sûresi’nin bu ayet-i kerimeleriyle anlatıyor.
Tabii Mi’rac’da yedi kat semâyı geçti, peygamberlerle görüştü. Sonra Me’vâ Cenneti’nin yanındaki Sidretül-Müntehâ’ya kadar Cebrâil AS, Peygamber SAS’i getirdi. Oraya kadar beraber geldiler. İzahat verdi, işte şu şöyledir, bu böyledir diye bilgi veriyordu. Sidretül-Müntehâ’ya gelince durdu.
Dedi:
“–Niye durdun?”
“–Eğer bir parmak daha ilerlersem yanarım. Sidretül-Müntehâ’dan ileriye gitmeğe benim tâkatim, tahammülüm müsâit değil yâ Rasûlallah!” dedi.
O orda boynu bükük kaldı. Refref geldi Peygamber Efendimiz’in önüne, Refref’e bindi Peygamber Efendimiz, Refrefle mânevî seyahata, huzur-u izzete devam etti. Yetmişbin nurdan, yetmişbin zulmetten perdeleri geçti
Ref olup ol şaha yetmişbin hicâb,
Nûr-u tevhid açtı vechinden nikâb.
Yâni sanki böyle yüzü peçeli gibi, yetmişbin perde kalkınca, Allah-u Teàlâ Hazretleri vechinden peçeyi açmış gibi cemâlini Habîb-i Edîbi’ne gösterdi.
Âşikâre gördü Rabbül-izzeti,
Âhirette öyle görür ümmeti. (Süleyman Çelebi)
Âşikâre gördü Peygamber SAS Rabbini… Ahirette de inşaallah biz Mü’minler Allah’ın lütfuyla, keremiyle, ayın on dördünü seyreder gibi öyle göreceğiz. Dileriz Allah-u Teàlâ Hazretleri nasib eylesin… Diliyoruz, istiyoruz, ısrarla, ağlayarak, gözyaşlarıyla, el açıp, “Aman yâ Rabbi!” diye diye istiyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri o devlete, o nimete, o izzete, o rif’ate bizleri de erdirsin.. (Esad Coşan Efendi’nin Sohbetinden, 27. 11. 1997 – Mekke (Akra) M.Esat COŞAN) http://sunumvaaz.com/?Syf=26&Syz=142149
Peygamberimiz de, dolunay halindeki aya bakıp: “Siz Allah’ı bu ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz” buyurmuştur. (Riyaz’üs Salihin 2/1055)

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER