Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

MİRAC ÖNCESİ MEKKE

Miraç öncesine kısaca bir göz atacak olursak; Mekke’de müşriklerin bütün baskı ve zulümlerine rağmen İslamiyet yayılmaya başlamıştı. Hz Hamza’dan sonra Hz. Ömer de Müslüman olmuştu. Müşriklerin telaş ve endişeleri hat safhaya varmıştı.
Hz Ömer Müslüman olunca, Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı Kiram ile beraber Harem-i Şerif’e geldi. Oradaki müşriklere; “Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattaboğlu Ömer’im… Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa, yerinden kıpırdasın! Kıpırdayanı kılıcımla doğrayıp yere sererim..” deyince Kureyşli müşrikler bir anda toz duman olup oradan uzaklaştılar. Sevgili Peygamberimiz ve ashabı saf tutup, yüksek sesle tekbir aldılar. Ashab-ı Kiram’ın “Allahü ekber, Allahü ekber“ sedaları ile Mekke semaları çınladı. İlk defa açıktan açığa Harem-i Şerif’te namaz kılınmıştı.
Müşrikler, İslam’ın kalplere nüfuzunu ve yayılmasını önlemek için durmadan çabalıyorlardı. Müslümanlara her türlü işkence ve zulüm yapılıyor, fakat yapılan bu zulüm ve işkenceler Müslümanları yollarından döndürmüyordu. Müslümanlar daha da kenetleniyor; Allah ve Resulünün yolunda canlarını fedadan çekinmiyorlardı. Müşrikler, Habeşistan’a göç eden Müslümanları gerisin geri teslim almak amacıyla Habeş Kıralı Necaşi’ye bir heyet göndermişti. Müslümanları geri vermek bir tarafa Habeş Kralı Necaşi de Müslüman olmuştu. Giden elçilerin eli boş döndüğünü ve Necaşi’nin de Müslüman olduğunu öğrenen müşrikler hepten deliye dönmüşlerdi. Bunun acısını çıkarmak amacıyla ve Müslümanların kökünü kurutmak amacıyla toplanıp şu kararları aldılar: “Her nerede olursa olsun, her nerede görülürse görülsün, Muhammed aleyhisselam öldürülecektir…! Müşrikler bunun için ant içtiler.
Müşrikler, Peygamber Efendimizin ve Ashabının, Ebu Talib’in mahallesinde toplandıklarını görünce, tekrar bir araya geldiler. Sonra şu kararı aldılar:
“Muhammed aleyhisselam öldürülmek üzere Kureyşlilere teslim edilinceye kadar; Haşim Oğullarından kız alınmayacak, Onlara kız verilmeyecek! Onlarla hiçbir alışverişte bulunulmayacak. Onlarla bir araya gelinip, konuşulmayacak, görüşülmeyecek, evlerine mahallelerine girilmeyecek! Onlardan gelecek barışma isteği asla kabul edilmeyecek, hiç bir zaman onlara acınmayacaktı Mansur bin İkrime adındaki müşrikin bir kâğıda yazdığı bu kâğıdı mühürlediler. Herkesin görüp uyması için Kaba-i Muazzama’nın duvarına astılar
Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebu cehl ve Ebu Leheb, tüccarların yanına varıp; “Ey tüccarlar! Muhammedin ashabına karşı fiyatları çok yükseltiniz. Öyle ki, pahalı olmasından dolayı kimse bir şey alamasın! Bundan dolayı mallarınız satılmayıp, elinizde kalırsa hepinizi biz almaya hazırız” derlerdi. Onlar da mallarına yüksek fiat söyler, Müslümanlar alamadan geri dönerlerdi.
Bu durum karşısında sevgili Peygamberimiz, hazreti Hatice validemiz, Ebu Bekir-i Sıddık (r.) ve diğer ashap mallarını bu yolda harcayıp; çocukların açlıktan göklere çıkan feryatlarını dindirmeye çalıştılar. Elde avuçta olanlar bitince, otları, ağaç yapraklarını yiyerek rızıklarını temine çalıştılar. Çocukların ağlamalarını kesmek için kurumuş deri parçalarını ıslatıp ateşte pişirip çocuklara yedirdiler. Başta Peygamber Efendimiz olmak üzere ashap açlıktan karınlarına taş bağladılar. Anneler bir deri bir kemik kalmışlardı. Müşriklerden birisi acıyıp ta bir şeyler getirse onu tutar hakaret eder döverlerdi.
Allah’ü Teâlâ bir gün Peygamber Efendimize vahy ile “Kâbe’de asılı bulunan sahifeye bir ağaç kurdunu musallat ettiğini kendi ismi hariç güvenin kâğıdın her tarafını yediğini bildirdi.” Peygamberimiz bu durumu müşriklere söyleyince, müşrikler derhal asılı bulunan kâğıdın yanına gittiler, fakat Allah sözcüğünden başka her tarafının güve tarafından yendiğini gördüler. Müşrikler ne diyeceklerini ne yapacakların şaşırdılar ve üç senedir devam eden bu ambargoyu –muhasarayı kaldırdılar.
Hazreti Hatice validemiz dert ve üzüntüler içerisinde geçen bu üç seneden sonra Ramazan ayının başında 65 yaşında vefat ettiler. Aynı sene içerisinde Peygamberimizin amcası Ebu Talip’te öldü. Bundan dolayı bu seneye “ Senet-Ül- Hüzn “ yani hüzün senesi denildi.
MİRAC ÖNCESİNDE TAİFLİLERİN İSLAMA DAVETİ
Müşrikler Sevgili Peygamberimizden birçok mucize gördükleri halde, inatlarından iman etmediler. Üstelik Müslüman olan çocuklarına, kardeşlerine, akrabalarına ve arkadaşlarına arkadaş, akraba demeyip her türlü kötülüğü yaptılar. Onların bu kötülüklerinden bunalan Sevgili Peygamberimiz Mekke’nin yakınlarındaki Taif’e giderek, halkını İslam’a davet ettiler. Yanlarında Zeyd bin Haris vardı. Taiflileri İslam’a davet ettiler, Taifliler İslam’a girmeyi reddetmekle kalmayıp, Peygamber Efendimizle alay ettiler. Çocukları ve gençleri Peygamberimizin geçeceği yolun kenarına dizip üzerine taş yağdırdılar. Zeyd Hazretleri vücudunu peygamberimize siper ederek O’nu korumaya çalıştılar. Buna rağmen Sevgili Peygamberimiz “Ya Rabbi onları affet, çünkü bilmiyorlar!“ diye duada bulundu.
Sevgili Peygamberimiz bu olaydan sonra Mekke’ye döndü, halkı İslam’a davete devam etti. Hicretten bir yıl önce yine böyle hüzünlü bir günde Recep Ayının 27. gününde amcası Ebu Talib’in kızı Ümmi Hani’nin evine geldi. Ümmi Hani: “ Kimdir o “ deyince Resulüllah Efendimiz: “Amcan oğlu Muhammed’im. Kabul edersen, misafir geldim” buyurdu.
Ümmi Hani; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can fedâ olsun. Yalnız, teşrifinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok “ dedi.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem: “Yiyecek, içecek istemem. Hiç biri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir” buyurdu.
Ümmi Hani, Sevgili Peygamberimizi içeri alıp; bir hasır, leğen ve ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli görev sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi ev sahibi için büyük bir yüz karası sayılırdı. Ümmi Hani, peygamberimizin düşmanlarının çok olduğunu bildiğinden elinde kılıçla sabaha kadar evin etrafında dolandı, nöbet tuttu.
Sevgili eşini ve koruyucusu amcası Ebu Talib’i kaybeden ve müşriklerin inatlarında direnip Müslüman olmayışlarından dolayı çok üzüntülü olan Sevgili Peygamberimiz, abdest almış, namaz kılmış ve Allah’a yalvarmaya başlamıştı. Çok yorgundu, aç ve perişan bir vaziyette idi. Bu vaziyette iken hasırın üzerinde uyuyuverdi.
O anda Allahü Teâla Cebrail Aleyhisselama: “Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde yine bana yalvarıyor. Benden başka bir şey düşünmüyor. Git Habibimi getir! Cennetimi, cehennemimi göster. O’na ve O’nu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. O’na inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O’nu incitenlere hazırladığımız azapları görsün. O’nu ben teselli edecek ve kalbinin yaralarını ben saracağım” buyurdu.
Cenâb-ı Hak, eşini, amcasını kaybeden, müşriklerin her türlü eza ve cefasına katlanan Sevgili Peygamberimizi bu sıkıntılardan kurtarmak ve O’nu mükâfatlandırmak istedi ve Sevgili Peygamberimizi miraçla kendi cemalini göstermekle ve kendisiyle konuşmakla mükâfatlandırdı. Ayrıca Cenâb-ı Allah Peygamberinin hem madden hem de manen yücelmesini istemiştir. Nitekim Meryem suresi 57. ayette: “Onu üstün bir makama yükselttik” denilmektedir.
Önce Mescidi Aksa Sonra Göklere Ulaşma
Cebrail Aleyhisselam, Resulüllah’ın yanına gelip önce Kabe’ye sonra da bir anda Mescid-i Aksa’ya, oradan da yedi kat göklere çıktılar. Şimdi bundan sonrasını Sevgili Peygamberimizin ağzından dinleyelim:
Enes b. Malik (r.) Peygamberimizden anlatıyor:
“ Resulüllah (s) Efendimizin gece yolculuğunda, Kâbe’de uyuduğu bir sırada kendisine bu hususta vahiy inmeden önce üç melek geliyor. Onlardan biri, “Hangisidir O? ” diye soruyor. İkincisi, “ O, onların en hayırlısıdır! “ diye cevap veriyor. Üçüncüsü ise, “ Hayırlı olanı yakalayın “ diyor. O gece Peygamber (s.) melekleri görmüyor. Diğer bir gece yine melekler geliyorlar. Peygamber’in (s.) ise kalbi ( onları ) görüyor, gözleri uyuyor.
Çünkü O’nun kalbi uyumaz. Zaten peygamberler hep öyledirler. Gözleri uyur, ama kalpleri uyumaz. Melekler ikinci gece O’nunla hiç konuşmadan kendisini alıp Zemzem Kuyusu’nun yanına götürüyorlar. Onlardan Cibril, ilgilenerek Peygamber (s.) Efendimizin göğsünü yarıyor, içini boşaltıp kendi eliyle zemzem dökerek yıkayıp iyice temizliyor. Sonra altından bir leğen ve içinde altından bir tas getiriyor ki, bu kaplarda iman ve hikmet bulunuyordu. Onu Peygamberim (s.), boyun damarlarına ulaşıncaya kadar ( kalbine ) boşaltıyor. Göğsünü kapattıktan sonra O’nu alıp Dünya Seması’na yükseltiyor. Göğün kapılarından biri açılıyor. Gök Ehli: “ Kimdir o?” diye sesleniyorlar. “ Ben Cebrail’im “ diyor. “ Yanındaki kim? “ diye soruyorlar. O da: “ Muhammed’dir “ diyor. Gök Ehli: “ O, peygamber olarak gönderildi mi? “ diye soruyorlar. Cibril de: “Evet “ diyor. Gök Ehli: “O’na merhaba ve hoş geldi diyoruz.” Söyleyerek birbirlerini müjdeliyorlar. Çünkü göklerin (melekler), Allah’ın Muhammed (s.) ile yeryüzünde neyi irade ettiğini, kendilerine bildirmedikçe bilemezler.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti