Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MÜNAFIKLARIN PEYGAMBERİMİZİ KÜÇÜK DÜŞÜRME FAALİYETLERİ

Muharrem Günay 31 Aralık 2015 Perşembe 14:53:14
 

Münâfıklar, Peygamber Efendimizin yüce şahsiyetini mü’min ve Müslümanlar nazarında küçük düşürmek için olmadık yollara başvurmuşlar, karşılarına çıkan her fırsatı değerlendirme cihetine gitmişlerdir. Bu hususta birçok hadise cereyan etmiştir.Mirba’ bin Kayziyy’in küstahlığı buna bir misâl gösterilebilir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Uhud’a ordusuyla giderken bu azılı münâfık onu bostanından geçirmek istememiş ve “Yâ Muhammed! Şayet, sen bir Peygambersen, bostanımı çiğneyip geçmek sana helâl olmaz” demiş ve sonra da yerden bir avuç toprak alarak ilâve etmişti: “Vallahi, bu toprağın, başkalarını rahatsız etmeyeceğini bilseydim, onu sana atardım!”
Azılı münâfıkın bu küstâhça hareketine sabredemeyen birkaç Müslüman onu öldürmek istedilerse de, Peygamber Efendimiz, “Bırakınız onu! O, bir kördür. Kalbi kör, kalb gözü kördür.” Demişti.
Peygamber Efendimizin bu müdahelesinden önce, bu azılı münafık, Said bin Zeyd’den de bir darbe yer. Münâfıkların bu çeşit faaliyetlerine verilebilecek bir misal de Tebük Harbi esnasında cereyan eder.
Bir konaklama anında Peygamber Efendimizin devesi kaybolur. Bütün aramalara rağmen bulunmaz. Münâfıklar derhal harekete geçerek, “Eğer, Muhammed gerçekten bir Peygamber olsaydı, devesinin nerede olduğunu bilirdi” derler.    
Bu sözlerini duyan Efendimiz, “Evet, vallahi, ben ancak Allah’ın bana bildirdiğini bilebilirim. Şimdi devenin nerede olduğunu bana gösterdi. Deve filanca vadide, yuları bir ağaca takılı vaziyettedir. Gidip arayın!” buyurur.
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin dediği vadide ve târif ettiği şekilde deve bulunur. (İstiâb, 1/288)    
Peygamberimiz (s.a.v.) zamanındaki münâfıklar zümresinin göze çarpan belli başlı diğer muzır faaliyetlerinden biri de, en kritik anlarda, Müslümanları terk etmeleridir. Böylece onları sayıca zayıf ve güçsüz durumda bırakmak, morallerine de menfi yönde tesir etmek emelini güdüyorlardı. Bunun apaçık bir örneği, Uhud Harbi esnasında İslâm ordusunu terk etmeleridir. Baş münâfık Abdullah bin Übey’in reisliğinde İslâm ordusunu terk eden bu münâfıklar üç yüz kadar idiler. Yani İslâm ordusunun üçte biri. Münâfıklar bu hareketleriyle, düşmana karşı Müslümanların sayılarını azalttıkları gibi, mücahidlerin moralleri üzerinde de tesir etmişlerdir. Bu hareketleri üzerine Müslümanlardan bazılarında harbe karşı bir gevşeme hâsıl olmuştu. Hatta geri dönmeye bile niyetlenmişlerdi. Ancak, Resûl-i Ekrem Efendimizin dirayeti ve Cenâb-ı Hakkın da inayetinin eseri olarak bu kararlarından sonradan vazgeçmişlerdi. (Tefsir-i Taberî, 4/73)
Aynı şekilde, Hendek Harbinin en kritik anında bu münafıklar, “Bize izin ver, evlerimize gidelim. Çünkü evlerimiz müdafaasızdır” diyerek Peygamberimiz (s.a.v.)’e müracaât etmişlerdi.
O sırada Sa’d bin Muaz Hazretleri Peygamber Efendimizin huzuruna gelerek, “Yâ Resûlallah! Bunlara izin verme! Vallahi biz ne zaman bir musibete uğrasak, sıkışık bir durumla karşı karşıya kalsak onlar, hep böyle yaparlar?” diye konuşmuştu.
Bu ifâdelerden de anlaşılacağı gibi, münafıklar en kritik anlarda Resûlullahı ve Müslümanları zor durumda bırakmak için İslâm ordusunu terk etme yoluna gitmişlerdir.
Tebük Seferinde de aynı şeyi yapmışlardır. Sefer için hazırlıklar yapıldığı sırada, onlardan bir cemaât, “Bu sıcakta sakın cihada çıkmayın” diye konuşarak Müslümanların morallerini bozmaya çalıştıkları gibi Peygamber Efendimize de müracaat ederek sefere katılmamak için izin istediler. Seksen kadarına izin verildi. Kur’ân-ı Kerim onların bu durumlarından şöyle bahseder:    
“Resûlullaha karşı gelerek seferden geri kalanlar, evlerinde oturdukları için sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek ise onların hoşlarına gitmedi de, ‘Bu sıcakta cihâda çıkmayın’ dediler. Sen, ‘Cehennem ateşi daha sıcaktır’ de. Keşke anlayabilselerdi!”    
Bırak biraz gülsünler; sonra çok ağlayacaklar. Bu onların kendi kazandıklarının cezâsıdır.” (Tevbe 9: 81-82)
Yine aynı seferde Abdullah bin Übey, münafıklar ve Yahudî müttefikleriyle birlikte İslâm ordusuna katılıp Seniyyetü’l-Veda Tepesine kadar gelip orada karargâh kurduğu halde, sonradan İslâm ordusuyla gitmekten vazgeçti ve beraberindekilerle Medine’ye döndü. Kendisine tâbi olan münâfıklar ve Yahudi müttefikleriyle döndüğü yetmiyormuş gibi, mücahidlerin de cihad aşkını aklınca gevşetmek için şöyle konuşuyordu: “Muhammed güç durumda, şiddetli sıcaklarda ve çok uzak diyarlarda Beni Asfarlarla (Bizanslılar) savaşacak! Herhalde o, Benî Asfarlarla çarpışmayı oyuncak sanıyor!
“Vallahi, onun Ashabını, bir sabah, ikişer ikişer iplere bağlanmış olarak görür gibiyim sanki!”
Bütün bu yıkıcı, Müslümanları birbirine düşürücü, onların arasına fesat tohumu atıcı, Müslümanları ve Resûl-i Ekremi küçümseyici muzır davranışlara rağmen Peygamber Efendimiz bunlara, müşrik ve Yahudilere karşı takındığı tavırdan farklı bir muamele, bir siyaset takip etmiştir. Çoğu zaman Abdullah bin Übey’i toplantılara çağırmış ve onunla istişâre etmiştir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER