Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

NEFS TERBİYESİ (Billahi Anlamda Hürriyet- DuniHi Anlamda Hürriyet)- 17

Talip olan, yaşantısında büyük bir sessizlikle, kul ile Allah arasında olmasına özen göstererek ve deşifre olmadan hassasiyet göstermelidir. Bu husus daha hassas olmak isteyenler içindir. İnananların öyleleri vardır ki konuları dinleyince taliplik damarları öyle coşar, hassasiyetleri öyle artar ki konuya çok hassas olurlar. İşte bu öneri taliplerin o hassas yanlarına hitap etmek içindir. Daha hassas olmak isteyenler için vereceğimiz örnek cümlelerde, kişi eğer o cümlelerden hassas olmanın mesajını çıkarırsa, kendisine öyle hassas olacağı birçok konu oluşturabilir. Bu yolda hassas olmanın en önemli kuralı şudur: Hassasiyet; 1) büyük bir sessizlikle 2) kul ile Allah arasında olmasına özen göstererek 3) deşifre olmamaya gayret edilerek yürütülmelidir. Hassas olan talib için üç önemli kural: Sessiz… Yaptığın şey kul ve Allah arasında… Ve anlaşılmamaya, bu hassasiyetinden dolayı tanınmamaya, deşifre olmamaya çalış… Bu konuda şimdi bir örnek cümle verelim. Davranışlarını Hakk bulmadığınız insanlar için “bunlar ne biçim insan, aklım almıyor. Bu böyle yapılır mı? Bunu yapan nasıl bir insan? Aklım almıyor bu insanları” gibi cümleler kurmamak gerekiyor. Bu söyleyiş hassas olan birisi için doğru değildir. Peki, hassas kişi için bu doğru değilse ne desin? “Bu davranışlar yanlıştır, onaylamıyorum.” desin. O davranışlara katılmadığını söylesin. Ama “bunlar nasıl insan?” demesin, “davranışlarına katılmıyorum” desin. Zihninden bir yorum yapacaksa onun için konu insan değil fiiller olsun. Basit bir örnekle bakalım. Bir arabaya beğenmeyip de “bu nasıl araba?” derseniz nereyi suçlamış olursunuz? Araba fabrikasını! Bu nasıl araba ne demektir? Bu fabrika bu arabayı nasıl yapmış demektir. O zaman siz “Bunlar nasıl insan hiç aklım almıyor, beğenmiyorum bu insanları. Nasıl insan bunlar?” dediğinizde siz doğrudan bunu Allah’a diyorsunuz. Diyorsun ki “bunları nasıl yapmışsın, hiç hoşuma gitmiyorlar.” Bu söyleyiş hassas kişi için doğru olmaz. Allah’a böyle şey söyler mi hassas kişi? Oysa siz “Bu araba nasıl araba?” değil de arabayı sürenin sürüş biçimini eleştirirseniz o başka. O zaman dersiniz ki bu arabanın sürülüş biçimine katılmıyorum. Bakın şimdi siz bir fiile katılmadınız, o arabayı kullananın kullanışını beğenmediniz. Dolayısıyla, hassas kişi için “bu insanlar nasıl insan?” demek yanlış olur. Çünkü o cümlesiyle kişi Allah’ı hedef almış olur. Ama yanlış fiilleri için “katılmıyorum” derse doğru söylemiş olur. Bunu dediğiniz zaman şöyle bir düşünceyle karşılaşabilirsiniz: İnsanı Allah yarattı da fiillerini Allah yaratmıyor mu? Her şey Allah’tan ve Allah’ın emri olduğuna göre bu cümle oldu mu şimdi? “Bunlar nasıl insan?” dediğinizde Allah’ı hedef alıyorsunuz da “bu davranışlar nasıl?” diye fiilleri söyleyince Allah’ı hedef almıyor musunuz? Size böyle diyebilirler. İnanıyoruz ki fiillerin de emrini Allah veriyor, onları da yaratan Allah. Ama bu cümleyi insanlar arası ilişkilerde kullanmak yanlış olur. Bu hakikat, şimdi söylediğimiz konu için düşünüldüğünde doğru olmaz. Evet, insanları da yaratan fiilleri de yaratan Allah’tır. Bununla ilgili birçok ayet vardır, ancak bu cümle Tevhid cümlesidir, yöneliş cümlesidir ve iman içindir; amel için değildir. Bu farkı iyi görebilmek lazım! Nefs terbiyesi diye bahsettiğimiz konularda kullandığımız bütün cümleler kesret cümleleridir. Dikkat edin, daha konuya başlarken dedik ki iki amel tipi vardır: Kulun dahli olan ameller, kulun dahli olmayan ameller. Bu durumda, kulun dahli olan bir amel olabilir mi? Tevhid cümlesinde, kulun dahli olan bir amel olabilir mi? Bütün ameller Allah’ın emriyledir. Kulun dahli olan bir amel cümlesi orada olmaz. Ama “kullar arası ilişkiler dili” diye bir dil var, yani kesret kuralları dili diye, yaşanabilir hayat normları dili diye bir dil var. İşte o dilde olur. Çünkü o dil amel içindir. Tevhid dili iman içindir, kesret dili amel içindir, oradan amel çıkar. Tevhid dili imanına ulaşabilmek için kesret diliyle oluşturulmuş amelleri yerine getirmek gerekiyor. Dolayısıyla burada olduğu gibi, Kur’an ve hadiste geçen bir konuda iki cümle varsa bu iki cümlenin tek bir manayı anlattığını anlamak gerekiyor. Bütün fiiller de bütün insanlar da, kulların yaratılması da Allah’ın emri değil midir? Evet, emir O’nundur. Doğru ama bu Tevhid cümlesidir. Bir de amel cümlesi söyledik ve bu kesret cümlesidir dedik. Dedik ki “bunlar nasıl insan böyle?” demeyin, zatlarıyla ilgili cümle söylemeyin, fiilleriyle ilgili söyleyin. Bunu böyle söylerken mana ayrıştırması yaptık. Neden? Konu anlaşılabilsin, bir amel çıksın ve iman cümlesine ulaşabilelim diye. Önce her iki cümleyi anlamak ve bu iki cümlenin birbirini yok eden cümleler olmadığını anlamak gerekiyor. Maalesef çoğu kez öyle de anlaşılmıştır, “Onun asıl manası öyle değil, aslı şöyle” gibi yaklaşılmıştır. Öyle değil! İkisi de doğru ama kullanıldığı yere göre, kullanıldığı yerde doğru. Esası ne? Birleştirilmesi! Çünkü amel edebilelim diye manayı ayırmıştık. Anlaşıldıktan sonra iki cümleyi birleştirmek esastır. Birleştirir çakıştırırsanız, çakıştırdığınız mana esas cümledir. Ama bu esas cümleyi bildiğiniz hiçbir dille cümle yapıp da yazamazsınız. Bu manayı yazamazsınız, bu insanların bildiği bir dil ile yazılamaz. Bu yüzden, “bunlar ne biçim insan?” demeyin ama “bu davranışlara katılmıyorum” deyin; olayı ve cümlelerimizi ayırın. Konuyu ya böyle aslıyla esasıyla bilmedikleri için veya maalesef art niyetli oldukları için, çelişki hissettiren veya bu manaları çakıştıramayıp çarpıştıran açıklamalara rastlarsınız. Bu yüzden insanlar o yazıları okuyunca Kur’an’da çelişki var, Kur’an çelişkilerle dolu derler. Bilmiyorlar. Kur’an’ın diliyle cevap verelim: Bilenle bilmeyen bir olur mu? O da bilmiyor…
Bir başka hassasiyet: Talibin dua cümlelerine karşı da hassasiyet göstermesi gerekir. Müslümanların dua cümlelerini özellikle üç grupta inceleyebiliriz: 1) Tembih niteliğinde cümleler. 2) Temenni niteliğinde cümleler. 3) Doğrudan muhatabına yönelik cümleler. Dikkat ederseniz, tembih ve temenni niteliğinde olan cümlelerde bir aracı kullanılır. Oysa doğrudan duada, üçüncü cümle tipinde kul duasını aracısız yapar, Allah’a söyler. Hangisini tercih edersiniz? Peki, dua ederken neden birinci ve ikinci cümle tipini tercih ediyoruz? Hassas olanlar buna dikkat eder; tembih cümlesi de temenni cümlesi de kullanmazlar. Tembih cümlesi Allah’ı tembihlemektir. “Şöyle yapsa iyi olur” gibi Allah’a temennide bulunan cümleleri de kullanmamalıdır. Duamızı doğrudan Allah’a söylemeliyiz, “Rabbim, şöyle yapıver…” gibi.
Bakara Sûresi 186: “Kullarım sana Beni sorduğunda (söyle onlara); Ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ederim.”
Furkan Sûresi 77: “(Rasulüm) De ki: Yalvarmanız (duanız) olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”
Bu iki ayette Rabbimiz dua ederken bana söyleyin diyor: “Dua edeceğin zaman aracı kullanma, yakınım! Bir aracı gerekmiyor. İcabet ederim, bana söyle. Ben, doğrudan Bana yalvarmalardan razıyım. Doğrudan Bana yalvarıyor, Benimle muhatap olmaya çalışıyor olmasalar neye yararlar?” Bakara-186, Furkan-77 diyor ki Allah’a aracısız yönelin, Allah’a muhatap olarak dua edin.
Üç tip dua var; tembih, temenni, doğrudan sesleniş. Tembih, “Allah’a söyleyin şöyle yapsın” tarzı dua cümleleridir, hızlıca yapılan bu dualara çok rastlarız. “Hastalara şifa versin, dertlilere deva versin…” gibi tembih cümleleri aslında “Söyleyin Allah’a versin” demektir. Hem de kuvvetli seslerle: Hastalara şifa, borçlara eda, dertlere deva versin… Bu Allah’a bir tembihtir! Bir de temenni duaları var ki bunlar “Allah’ın yapmasını umuyorum manası” içeren cümlelerdir; “Hastalara şifa, borçlulara eda, dertlere deva verir inşaAllah.” Bu cümleler de doğrudan Allah’a söylenmeyen temenni cümleleridir. Tembihte kişi “versin, yapsın, getirsin, götürsün” diyerek bir aracıya söyler gibi dua ediyor. Öyle bir aracı yok, dolayısıyla havaya söylüyor. Duyan birisi gitsin Allah’a söylesin, desin ki şu kişi böyle yapsın diyor, böyle dua olur mu? Eğer hassassanız bu mümkün mü? Belki temenni cümleleriyle dua, bazı durumlarda dil alışkanlığıyla da söylenebilir, biraz mazur görülebilir. Hastalara şifa, borçlulara eda, dertlilere deva verir inşaAllah. Ama gene Allah’a değil birine söylüyoruz, “Allah böyle yapar inşaAllah” diyerek temenni ediyoruz. Bir aracı var. Lütfen, ellerinizi açın ve dua edin, böyle dua ederken kendiliğinden Allah’ı muhatap alırsınız, tembih ve temenni cümlesi kurmazsınız. İşte bunu demek istiyorum. Dua ederken ellerinizi mutlaka açmanız gerekiyor demek istemiyorum, insandaki zaten var olan hali söylemek istiyorum. Ellerinizi açtığınız zaman “hastalara şifa versin” diyebilir misiniz? Olmuyor. “Borçlulara eda versin” havaya gidiyor. Ama az önce söylüyordunuz. Veya “hastalara şifa, borçlulara eda, dertlilere deva verir inşaAllah” diye temenni yapabilir misiniz? O da olmuyor. Elimizi açtığımızda Allahım dedik, muhatabı olduk. Ayet bize onu diyor: “Rasulüm söyle onlara, Allahım deyip bana dönmezlerse ne değerleri var? Onları değerli yapan “Allahım” demeleri, “Allahümme ENTE Rabbi! Rabbim SENSİN ya Rabbi” demeleri… “Allahım” dediğinizde duanın şekli değişir, sesiniz bile yalvarmaya girer. Oysa tembihte bir emir var; şifa versin, başarı versin, korusun, razı olsun… Böyle dua olur mu? Ne tembih ne de temenni değil, doğrudan sesleniş güzel bir dua şeklidir… “Allahım, lütfen koruyuver, Allahım, bizleri koruyuver. Bizleri muaf eyleyiver, bizlere merhamet ediver.” Bakın, bunlar doğrudan Allah’la muhatap olduğumuz cümleler. İşte hassas kardeşimizin dualarda bu hassasiyete özen göstermesi gerekiyor.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER