Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murat Arısoy

Referandum sorusuna geciken yanıtlar – Kocatepe Gazetesi

Murat Arısoy 6 Ağustos 2010 Cuma 03:00:00
  TÜKODER Afyonkarahisar Şube Başkanı Hatice Gök, 24 Temmuz Basın Bayramı nedeniyle yayınladığı mesajda yerel basına birkaç soru sormuş ve “Sizden gelecek yanıtlara göre oy kullanacağım” demişti.
Gök’ün sorularına karşılık geldi mi bilmiyorum, ama o sorulara kendi adıma yanıt vermek istedim.
Haklar ve güvenceler
Birinci sorudan başlayalım:
“16 kez değişikliğe uğrayan, sistematiği ve bütünlüğü bozulan 1982 Anayasası’nda yapılacak bu değişiklik; halkın, insan olmanın gereği demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına alacak mı?”
Anayasa paketinde “hak ve özgürlükler” yönünden muazzam değişikliklerin olduğunu söylemek zor. Kadınlara pozitif ayrım yapılacağı belirtiliyor, ancak bu pozitif ayrımcılığın hangi durumlarda ve nasıl işleyeceğini kestirmemiz pek mümkün değil. Örneğin “Siyasi partilerde milletvekili adayının yüzde 50’si kadın olmak zorundadır” gibi bir düzenleme görünmüyor.
Cinsel istismara uğrayanların devlet tarafından korunacağına ilişkin madde de var, fakat bu da zaten devletin asli görevi.
Sendika… Ama hangisi?
Bir başka nokta da şu: Memurlara “toplu sözleşme” getiriliyor. İlk aşamada demokrasi ve özgürlük gibi gelmesine rağmen, toplu iş sözleşmesinin işçilerdekine benzer mi olacağı, yoksa toplu görüşme usulünün devam mı edeceği belirtilmemiş. Ama anlaşmazlık durumunda hakem kurulu olarak anlaşılan bir kuruma müracaat edilecek. Kurul’un kararı kesin olacak. Yani işçilerin toplu iş sözleşmesi ile memurların toplu iş sözleşmesi arasında bir fark var. Tabii bir de “yandaş” sendika eleştirilerini de aklımızda bulundurmamız gerek. İddia odur ki, bazı memurlar, bazı memur sendikalara üye olmadan işlemlerini yaptıramıyormuş. Toplu görüşmelerde yetkili sendikanın belirleneceği 15 Mayıs 2010’da “daha çok üyemiz görünsün” diye düşünen bazı sendikaların da memurlara tatlı-sert bir baskı yaptığına ilişkin söylentiler de mevcut.
İstişare yapılmadı
Hatice Gök’ün ikinci sorusu:
“Yerelleşme eğilimi doğrultusunda; bu değişiklik paketini hazırlayan ve/veya hazırlatan, yasama erkini oluşturan vekillerimiz, bir STK temsilcisi olarak bizden görüş sormadılar sizden sordular mı?”
Bu soruya çok net yanıt vereyim: Hayır. Ne paket hazırlanırken ne de paket hazırlandıktan sonra genel olarak gazeteciler böyle bir suale muhatap olmadılar. Belki İstanbul “taraf”larında, bir “sabah” “zaman”ı, durum farklı biçimde tezahür etmiştir, bilgim yok.
Yargı bağımsız mı oluyor?
Hatice Gök, sormaya devam ediyor:
“Bu Anayasa değişiklik paketinde, yargının tam bağımsızlığı düzenlenmiş midir? Yargının tam bağımsızlığı sağlanmadan, sansürün kalktığından ve basın özgürlüğünden söz etmek mümkün müdür?”
Yargı o kadar bağımsız oluyor ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, bütün yargı birimlerinde söz sahibi hâle geliyor. Hatta bir partinin kapatılma davasını açma yetkisini de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan alıp Meclis’te kurulacak komisyona devrediyor. Meclis’te grubu bulunan partilerden oluşan komisyonun çoğunluğu “dava açılmasın” derse, dava açılmıyor. Demokrasi, belli-başlı partilerin diğer partilere tehdit ve gözdağı aracı olarak kullanılıyor. Bu maddeyle “ileride dediğimiz yapmazsan, dava açılmasına onay veririm” tehlikesi doğabilir.
Basın emekçilerine
Anayasa Mahkemesi yolu
Sıradaki soru şöyle:
“Bu referandum sonrasında halen yargılanan basın emekçileri, adil yargılanma haklarını kullanabilecekler mi? Basın özgürlüğü ve dokunulmazlığı başta olmak üzere kaybedilen sosyal ve ekonomik haklarınız geri verilecek mi? Asillere ve basın özgürlüğüne dokunulurken, sınırlı ve geçici yetkili vekillerin dokunulmazlığı kaldırılacak mı?”
Bu sorunun bir kısmına “evet” diyorum. Basın emekçileri, adil yargılanma talebiyle değil ama insan hakları ihlali gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecek. Böylece şu an özellikle Silivri’de yatan, gazetecilik görevi dışında hiçbir “suçu” ispat edilememiş, aynı zamanda isnat da edilememiş muhabirler, yazarlar, genel yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri “Yargılanma sürecimizde insan hakları ihlali var” diyebilecekler. Tabii Kuddusi Okkır gibi bir sona doğru gitmezlerse…
Hak-hukuk meselesi, patronlarla ilgili
Basın emekçilerine ekonomik ve sosyal hakların verilmesiyle Anayasa paketinin doğrudan bir bağlantısı olması gerektiğini düşünmüyorum. O mesele, basın kuruluşlarının sahiplerinin vicdanları ile ilgili bir durum. Hangi yasayı çıkarırsanız çıkarın, hangi yaptırımı uygularsanız uygulayın, bir basın kuruluşu sahibi hak-hukuk gözetmeyecekse gözetmiyor. Ya yasanın açığını buluyor, ya da personeline baskı uygulayıp “Sen bana muhtaçsın” politikası güdüyor. Sözüm tabii ki kul hakkı yiyenlere. Hak yemekten çekinen, personelin üstüne titreyen, bir abi titizliğinde, personelinin hakkını personelinden fazla savunan, ancak sayıları az olan patronlara yöneltecek bir eleştirim yok. Allah, onların nasibini daha da gür eylesin.
Vekillere dokunulmuyor
Vekil dokunulmazlıklarına gelince: O da vicdanla ilgili. Vekillerin kürsüde söylediklerinden dolayı ceza almamasını normal görebiliriz. Ama bir vekilin hakkında “dosyalar” varsa mutlaka dokunulmazlıklar kaldırılmalı… Gerçi bu, günümüzde temenniden öteye gitmez. Bir hatırlamak gerek: Hatay’da ortaya çıkan “Ali Dibo” haberlerinde kimin adı geçmişti…
Son soru, düzenlemelerin, çoktan seçmeli sınavlar gibi şıklarla yapılmasının doğrulu üzerinde yoğunlaşmış. Soruda, düzenlemelerin “evet” ya da “hayır” gibi tek cevaplarının olamayacağı ifade edilmiş. Bu konuda diyecek bir söz yok.
Mehter Marşı’yla gelip İzmir Marşı’ya gitmek
Önce TRT, ardından da TGRT ekranlarından takip ettiğim, hoş bir yarışma vardı: Evet-Hayır… Erkan Yolaç’ın sunduğu bu yarışmaya katılanlar “evet” ya da “hayır” kelimelerini kullanmamaya özen gösterir, o iki kelimeyi kullandıklarında yarışmayı kaybederlerdi. Yarışmacılar, Mehter Marşı’yla gelip İzmir Marşı’ya giderlerdi. Referandum sürecinde AK Parti, Erkan Yolaç’a “Bizimle evet der misin” içeriğinde bir teklif sunmuş. Yolaç, bu teklifi “evet” derse ne kadar para alacağını bile sormadan “hayır” diye yanıtlamış. Yani Yolaç, yıllardır “kullanmayın” dediği o kelimeden birini kullanmış.Galiba biz de sandıklara Mehter Marşı’ya gelip sandıktan İzmir Marşı’yla ayrılacağız. Kafamızı da emme-basma tulumba gibi sallamayacağız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER