Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SECDE, RÜKÛ VE ABDEST – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Ocak 2018 Çarşamba 13:50:16
 

– 81 –
Bugün secde, salât ve abdeste değineceğiz ama önce şu hadis ile ilgili bir parantez açalım: “Ben yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım.” Bu hadiste geçen kalbi et parçası, yürek sanarsanız doğru olmaz. O Allah’ı içine hapseden idraktır. O hiçbir yere sığmıyor, mü’min kulunun kalbine sığıyor. Tanrıların birbirlerine olan sevgisi gibi; sen kalbimdesin… Bunlar tanrıların sevgi imajlarıdır! “Allah’ın kalbe sığması” eğer öyle düşünülürse yanlış olur. Hadiste bahsedilen kalb tamamen insanın Veri Tabanı’dır, birimin yani kulun Esma’ül Hüsna kompozisyonudur. Eğer bir kişi “B” halini sürdürülebilir yaşantısı ve hayat tarzı haline getirebilirse onun esma’ül hüsna kompozisyonu isim ve sıfatlarla bezenir; böylece Allah’a ait esmalar, sıfatlar onun kalbinde yani onu oluşturan kalıta, onun veri tabanında gözükür hale gelir. Bu müthiş bir şeydir! Böyle bakıldığında, “B” halinde yaşanan fiillerin tecellisi, isimlerin tecellisi, sıfatların tecellisi hallerinin kalple, yani kalıpla ilgili pozisyonlar olduğu fark edilir.
YOKLUK SECDESİ…
ESAS SECDE BİRİNCİ SECDEDİR
Secdeye bir sor ile başlayalım: Secdede niye eğiliyoruz, secdede neden bir eğilme var? Aslında paylaşımlarımızdaki akışımız içerisinde secdeyi daha önce değişik yazılarımızda ele almıştık. Birinci secde YOKLUK SECDESİ’dir. Ona neden yokluk secdesi denilmiş? İkinci secde yokluk secdesi değil, mesela! İki secde arasındaki fark ne? Bu sorunun net cevabına hiçbir şekilde rastlamamışsınızdır, yazılı olarak! Neden? Bilinmediğinden değil! Her dönemin geldiği anlayışın ortaya koyduğu bakış ve yaşantıda hep yeni anlaşılabilecek bir boyut olduğu için! Şu an bin yıl öncekinden daha farklı anlaşılabilecek bir boyut var, önümüzde kaç yıl varsa, ileri yıllarda daha iyi, daha farklı anlaşılabilecek bir boyut olacağı için o sorunun yazılı cevabına pek rastlanmaz. Hep daha iyi, daha farklı anlaşılabilecek bir boyut var ama bu secdenin şeklini değiştirmiyor. Sadece onun değişen koşullarda anlaşılmasını sağlıyor. Secde anlaşılınca, anlaşılması sağlanınca ne olur? Anlayan kişi MUTMAİN olur! “Secdede niye eğiliyoruz, neden bir eğilme var? Birinci secdeye neden yokluk secdesi denilmiş? İkinci secde neden yokluk secdesi değil, iki secde arasındaki fark ne?” gibi soruların sebebi mutmain olmak isteğidir, kişi secdeden mutmain olmak istiyor. Yoksa secde aynı secde, secde değişmez! Bin yıl önce de aynı secde yapılıyordu, şimdi de aynı secde yapılıyor. Ama diyorsunuz ki ben nasıl daha mutmain olarak secde yapabilirim?
Özellikle birinci secde çok açıklanıp ortaya konulmuş bir şey değil. Yalnızca “yokluk secdesidir” denip geçilir. Ve onu o şekilde yaşamış olanlar, ikinci secdeye öyle bir arzu ve istekle giderler ki ikinci secde oluşur. Aslında, ikinci secde birinci secdenin taklididir, ESAS SECDE birinci secdedir. “YOKLUK”la secdenin şeklinin ilişkisini, fiziksel olarak o şeklin tanrılar âlemiyle ilgili bir yanı ile anlamaya çalışalım. Tanrılar arasında birisi diğerine gücünü kanıtlamak istediğinde onu yere çöktürür, bir tanrı diğer tanrıyı çöktürerek “ben senden üstün tanrıyım” der. Diğeri korkuyla yere çöküp “tanrılığını kabul ettim, bana zarar verme” der. Billahi anlamda ise, kişi önünde bir tanrı olmaksızın “Veccehtü Vechiye” manasıyla secde yapmakla temsili olarak kendindeki tanrıyı yok etmiş olur, şeklen. Ve Rabbine der ki; ben o tanrıyı yere yatırdım, gücünü yok ettim, o iddiayı ezdim, artık güç ilan edemez, çünkü o yok! Bu idrakla, birinci secde yokluk secdesi haline gelir.
TEFEKKÜRLE BERABER SECDENİN
UZUN HALİ GÜZELDİR
Secdede oluşan şekil fiziksel olarak şöyle de önemlidir. Siz o tefekkür içerisindeyken secdeye gittiğinizde, secde sırasında kan beynin öyle noktalarına gider ki; o noktalar Allah’ı tanıyabilmeyi ve o tanıyışı hayat tarzına dönüştürebilmenizi kolaylaştıracak hücreleri canlandırır. Allah’ı anlayabilmenizi ve o anladığınızı yaşayabilmenizi sağlayacak hücrelerin canlanması sizde bir enerji yayımına sebep olur. Hatta bu enerji öyle hale gelir ki, sizden farklı renklerde dışarı çıkmaya başlar. O enerjiye o rengi kazandırabilmede secdedeki kan hareketinden de yararlanırsınız. Dolayısıyla, tefekkürle beraber secdenin uzun hali güzeldir. Hatta salât dışında secdede dua etmek çok g��zeldir. Eğer bu Seher Vakti’ne rastlarsa daha da güzeldir. Çünkü o zaman önemli bir ayetin kapsamına girer kişi. ALLAH’IN SEÇTİĞİ, ÖVDÜĞÜ BİR ZÜMRE var: Seher vakti tövbe edenler, secde edenler: “Onlar seher vakti secde ederler, tövbe ederler.” Ayetlerdeki bu iki öneriyi birleştirip tövbeyi secdede yaparak bu ayet kapsamına girebiliriz. Ama salâtın secdesine değil! Bunu güneş doğmadan, hele de seher vakti yaparak, yokluğunuzla ilgili öyle bir enerji üretirsiniz ki.  Secde pozisyonunuz nedeniyle, o enerjinin hücrelerden üretilmesini sağlayacak kanı oralara gönderirsiniz, secdenin bir diğer boyutu da budur. Böylece duyacağınız “B” kapsamındaki hazla ilgili mekanizmayı da çalıştırmış olursunuz.
RÜKÛ SECDENİN RANDEVUSUDUR
Yaşadığınız güzellikle ilgili duyduğunuz o hazzı tekrar yaşayabilmek için de İKİNCİ SECDE’ye gidiyorsunuz. Secdeden önce rükû vardır ve aslında secde rükû ile de çok ilişkilidir. Ve Rükû yalnızca müslümanlara verilmiş bir ikramdır. Secdeden önce rükûya giderek orada yokluk secdesi için bir nevi randevu istersiniz, rükû ile! Bazı ayet ve hadislerde “onlar birlikte rükûdadırlar” diye bir tavsif yapılır: Rükûdadırlar; yani secde için randevu isteğindedirler. Secde hali için bir tamlık gerekiyor ama o tamlıkta da değilsin, işte rükûda o izni alırsınız. Rükûda onların noksanları kabul edilir. Rükû, secdeye gidebilmek için noksanlarımızın telafi edildiğini o an için bize müjdeler. Şöyle: Salâtta her hareketimizde “Allahuekber”le şekil değiştirmemize rağmen sadece rükûdan kalkarken “Semiallahu limen hamideh” der, o pozisyondan öyle çıkarız. Onun dışında hep “Allahuekber” deriz. Ehlullah diyor ki, rükûdan kalkarken duyduğunuz “semiallahu limen hamideh” seslenişi, size “hamdın işitildi” denilmesidir. Senin ağzından sana “haydi secdeye git, iznini aldın” denir. Böyle önemli bir haldir rükû. Böylece o an secdeye gidebilecek yetkiyi almış olursunuz. Salâttaki şekiller, mesela secde, o niyetle, o yetkiyle yapıldığında önemlidir. Bunu anlattığımız bir gün, zeki bir tanrı demişti ki; secdeyle uğraşmaya ne gerek var, amuda kalkarız, beyne daha çok kan gider! Çok önemli bir şeyi görmemize vesile oldu: Secde için rükû gerekiyordu! Rükû’da izin almamışsanız amuda kalkıp yarasa gibi durmanız bir mana ifade etmiyor. Mekanizmanın çalışması için izin şart ve o izin rükû ile!
RUHUN ZEDELENMESİNİ İSTEMİYORSAN
ONU ABDESTLE ÖRTERSİN
Salât için bir izin daha alıyoruz: Abdestle! Abdest hareketleri de niyetlenmekle abdest enerjisini oluşturuyor. Aksi halde hiç hamamdan çıkmayan daha abdestli olması gerekir. Adamın görevi hamamda, suyun içerisinde, o şimdi daha mı enerji dolu? Hayır! Abdestte niyetlenmenizle beraber bir mekanizma var, bir izin mekanizması başlıyor. Öyle bir izin mekanizması ki o aynı zamanda bir örtü. Bu yüzden, abdest işini çok önemsemek gerekiyor. Nasıl bu bedenimizi örtmek için elbise kullanıyoruz, bedenin bir elbisesi var, ruh bedeninizin de bir elbisesi var. Madde beden maddi elbiseyle örtülüyor, enerji beden olan ruhun elbisesi de nurdan. Onun elbisesi enerjiden olmalıdır. Ruhun zedelenmesin istiyorsan, örtmelisin! Onu abdestle örtersin; enerjiyi enerjiyle örtersin. Bu yüzden abdest önemlidir, ruhunu önemsiyorsan, onun zarar görmesini istemiyorsan, onu birisinin zedelemesini istemiyorsan ona bir kılıf geçirmen gerekiyor. Nasıl üstümüze bu kılıfları geçiriyoruz, örtünüyoruz, ruhunuza da öyle bir örtü geçirmeniz gerekiyor, eğer talipseniz! O örtü abdesttir. Abdest suya girmek değildir. Aksi halde, Tibet’e gidip sudan çıkmayan çok mu korunmuş oluyor? Hiç alakası yok! Siz abdeste niyetlenmekle Allah’ın Rahim isminden yararlanıyor, Rabbinizden bir izin istiyorsunuz. Diğeri Rahman ismi gereği bir iş! Rahman isminden yararlanmak için o izne, o niyete gerek yok! Çünkü Rahman isminde adalet var, bir şeyin tam karşılığını verir. Rahman ismi yüzünden tüm yaratılanlar Rahman süzgecinden, yani Rahman’ın adalet süzgecinden geçmiştir. Rahman’ın adalet süzgeci merhamettir. Bu merhamet, bizim birbirimize acıyarak yaklaşmamızın merhameti değildir. Rahman’ın adaleti merhamettir. Yani karşılığını vermesi, Rahman’da zulm olmaması merhamettir. Bir insan için nasıl bir kulluk dilenmişse, o kulluğun karşılığı olan bedeni, yapıyı, hayatı Rahman verir, O tam karşılığını verir. Ama Rahim ismi, Rahim kanunu öyle mi? Rahim isminin bir manası üretendir, evrende üreten Rahim’dir. Bu anlamı yanında Rahim ismi bir de sırf nimettir, sırf hediyedir. Öyle bir nimet ve hediyedir ki hediye verilecek kişiye “bunu almayı hak ediyor mu?” diye bakılmaz. Ama Rahman’da bakılır! Çünkü Rahman var olanın karşılığını verir. Oysa bu yönüyle Rahim ismi sadece iman edene çalışan bir mekanizmadır, Rahim ismindeki nimetin akışını iman çalıştırır, iman nuru çalıştırır. O yüzden salâtta birinci secdeye giderken rükûda aldığımız kabul, Rahim isminin bize bir hediyesidir. Çünkü insanın hiçbir şeyi o tamlığı sağlayacak bir halde, bir kompozisyonda değildir. Bu nedenle bir müminin “ben nasıl yokluk secdesi yaparım ki?” demesi yanlış olur. İhlâs ile yaklaştığınız zaman, noksanınız neyse, o noksan salâtta özellikle secdede Biiznillah telafi ediliyor. Bu yüzden,  eğer şöyle yaparsa salât mümin için miractır denilmemiş. Efendimiz (SAV); “salât mü’minin miracıdır” buyuruyor, müminseniz salât miractır. Çünkü orada müminin noksanları telafi ediliyor ve secde için izin veriliyor. Bu abdestte de öyledir. Abdeste niyetlendiğiniz o an Rahim ismi çalıştığı için siz izin alıyorsunuz, hâlbuki Tibet’e gidip yıkanan kişi Rahman isminden yararlanıyor; suya ne kadar girmişse o kadar ıslanır. O da karşılığını alır, kirinden temizlenir. Bu Rahman ismi gereğidir, burada yaptığının karşılığı verilir. Ama Rahim’de verilen, ikram edilen sizin yaptığınızın karşılığı değildir. Çünkü o herhangi bir şey yaparak kazanabileceğiniz bir iş değildir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER