Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SEN TANRI MISIN? -2 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Nisan 2019 Cumartesi 12:56:17
 

İTİRAZ ETMEDEN ÖNCE DÜŞÜNMELİYİZ
“Nokta” ve “kudret” gibi kavramlar, tasavvufla ilgilenenler için önemli kavramlardandır ama onları nasıl tefekkür edecek ve düşüneceğiz? Nokta, kudret, noktanın kudreti çok önemli ama somutlaştırmadıkça onlar hiçbir zaman bize ait bilgi haline gelmez, şu çerçevede kalır ki bu imanın en alt basamağıdır ve tasavvufta prensiptir: Diyelim ki tasavvufla meşgulsünüz, yani Kelime-i Tevhid’in manasını anladığınız, kavradığınız ve gereğini yaşamaya çalıştığınız bir öğretiye girdiniz. Üstadınız bir konudan bahsetti ama hemen anlayıp kabul edebileceğiniz bir şey değil, bildiklerinize çok ters. O zaman yaklaşımınız şu olmalıdır: Ben bunu anlayamadım, idrak edemedim ama kabul etmiş olarak rafta tutayım, itiraz etmeyeyim. İtiraz edersem sonucu yakıcı, zarar verici olur. Böyle yaklaşmalıyız, çünkü yola güvenle girdik. Güvenmiyorsan tasavvuf yoluna girme! Bir yola girdikten sonra yolun ortasında farklı şekilde eleştiri olmaz! Anlayamamış kavrayamamış olabilirsiniz, o durumda diyeceksiniz ki; ben bunu kavrayamıyorum ama çalışmalarım ilerleyince, idrakim açılınca anlarım inşaAllah. Böyle bir duayla onu kabul edip, kaldırıp rafa koyun. Ama tutar da “böyle şey olur mu?” dersek bu ize zarar verir. İtiraz etmeyen, “ileride anlarım” duasıyla kabul eden yaklaşım imanın en alt basamağıdır. Özellikle kader konusunu henüz kavrayamamış olanların mutlaka yapması gereken budur. “Rasûlullah böyle demiş ve ben onu anlayamıyorum ama bu kesinlikle böyledir, inşaAllah ileride anlarım” demeli ve mutlaka onu anlayabilmek için gayret etmeliyiz. Size soyut gelen kader kavramını somutlaştırıncaya kadar ne gerekiyorsa yapmalısınız, ne gerekiyorsa! Nokta, kudret, noktanın kudreti gibi kavramlar da böyledir. Tefekkür ederken sizin için soyut olan bu tabirleri daha soyut bir şeyle tefekkür ederseniz başaramazsınız. Çözülmemiş bir şeyle bir başka çözülmemişi ilişkilendirerek onu daha belirgin, daha somut, daha net hale getiremezsiniz.
“KENDİNİ HİSSETME DUYGUSU”NU ANLAYALIM
Şimdi sizinle biraz “Kendini Hissetme Duygusu”nu tefekkür edelim. Kendini Hissetme Duygusu, bir varlığın Kendini Hissetmesi yani bilmesi, bütün bu paylaştıklarımızdan sonra size daha somut hale geldi. Kendini Hissetme Duygusunun çok önemli bir vasfı Samed olmasıdır, o Samed vasıflı bir duygudur; Samed’dir. Ama Samed vasıflı olan Kendini Hissetme Duygusu, o kendini bilme hali, o enerji, o nur, o duygu cüze (noktaya, kula, birime) geldiğinde, verildiğinde sınırlanır. O cüzün şartlarıyla, özellikleriyle sınırlanır ve cüzün sınırlayıcı davranışı yüzünden kendisini cüzün özellikleriyle sanar. Bu kısmı çok iyi anlayalım ve öyle ilerleyelim. Kendini Hissetme Duygusu her şeyde var… Mesela şu koltukta bile var. Onun olmadığı bir yer yok! Her yeri kaplayan bir şeydir Kendini Hissetme Duygusu. Onun bulunmadığı bir yer, bir şey yok. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in zamanından bir olayı hatırlayalım: Efendimiz hutbesini bir kütüğün üstüne çıkıp oradan veriyor. Elinden iş gelen bir zat bir gün üç basamaklı bir şey yapıp getirince bu sefer Efendimiz hutbesini ona çıkarak irad ediyor. Ama hutbe sırasında bir inilti duyuluyor, bakıyorlar ki kütük inliyor. Efendimiz inip onu okşuyor ve inilti kesiliyor. Üzülüyor kütük; böyle bir görevle meşgulken kenara konulmasına üzülüyor… Görüyorsunuz, kütük kendini hissediyor. Buraya küçücük bir olay ekleyeyim. Bu hadisi, halen hayatta olan birisi camide dinliyor ve çok etkileniyor; “Vay be, bir kütük, bir takoz kadar bile olamadık, o takoz kadar kavrayamadık şu işi” diyor. Ve o etki ile dinle daha bir meşgul olmaya başlıyor. Bir gün bir arkadaşı diyor ki; sen bu işlerle çok meşgulsün, muhterem bir zat var, gel seni ona götüreyim. Götürüyor. Zatın yanında salât ikame edildikten sonra çıkarken elini öpüp öyle çıkmak istiyor. Elini öpmek için yaklaştığında o zat ona “ne haber takoz” diyor. Bu anıyı yaşayan birisi anlattı. O kişi bulunduğu yerde “takoz” lakabıyla anılıyormuş şu anda. Evet, bir kütük de kendini hissediyor, Kendini Hissetme Duygusu her şeyde var. Ancak, Kendini Hissetme Duygusu neye verilmişse onun şartlarıyla sınırlanıyor. Kendini Hissetme Duygusu koltuğa verildiğinde koltuğun şartlarıyla sınırlanıp orada kendini koltuk sanıyor, koltuk gibi davranıyor. ��nsana verilmişse insandaki esma özellikleriyle sınırlanıyor. İnsanın bir özelliği var: İnsan ahsen-i takviymdir, yani onda esmaların hepsi mevcuttur, ondaki esma özelliği esma-i külleha’dır. Esmaların tamamının olduğu yere (insana) gelen Kendini Hissetme Duygusu orada kendini insan sanar. Ancak bu ahsen-i takviym özelliği yüzünden aynı zamanda kendisini ilah sanar. Çok dikkat edin, insanda tüm esmaların bulunması yüzünden gizlice ve bilmeden kendisini Allah sanar. Bunu bu kadar açık olarak başka bir yerde yazılı bulamazsınız.
KENDİNİ HİSSETME DUYGUSU SAMED’DİR,
ONUN CİNSİYETİ YOKTUR
Bu duygunun her şeyde olduğunu anlayınca kişi nasıl düşünür ve yaşar? Kendini Hissetme Duygusu’nun ne olduğunu fark eden, Kendini Hissetme Duygusu’na göre davranan edebli davranmış olur. Bendeki Kendini Hissetme Duygusu’yla koltuktaki Kendini Hissetme Duygusu aynı. Bunu kolay anlayabilmek için şöyle örneklendirelim. Bir buzdolabı, yanında bir çamaşır makinesi, bir de bulaşık makinesi var. Üçünü de aynı elektrik çalıştırıyor, değil mi? Buzdolabının fişini çektiğimizde kendisini hissedemiyor, buzdolabı gibi davranamıyor. Ona elektrik ulaştığında o elektrik orada kendini buzdolabı sanıyor, buzdolabı gibi çalışıyor. Bu elektrik çamaşır makinesinde çamaşır makinesi özelliklerine göre kendini çamaşır makinesi sanıyor, çamaşır makinesi gibi çalışıyor; o özelliklerle sınırlanıp kendisini öyle sanıyor…
Kendini Hissetme Duygusu cüze geldiğinde ilk suiistimal başlar. Cüzün “kendisini hissetmesi” dilenildiğinde cüze yani noktaya Kendini Hissetme Duygusu verilir. O duygu cüze verilince “Nokta ve Kudreti” oluşur. Kudret’in tefekkürüne Kendini Hissetme Duygusu’yla başlarsanız Kudret’i kendiniz için somutlaştırır, Kudret’in ne olduğunu kolay fark edersiniz ve nihayet Kudret’i görmeye başlarsınız. Kendini Hissetme Duygusu’nun (Kudret’in) kaplamadığı yer yoktur çünkü. Her yer Kudret’le kaplıdır ve o Kudret Samed’dir. Kendini Hissetme Duygusu Samed’dir, onun cinsiyeti yoktur. O bir insan terkibine geldiğinde, o terkibin yapısı erkekse Kendini Hissetme Duygusu orada kendisini “erkek” sanar, erkek gibi davranır. O yapı dişiyse Kendini Hissetme Duygusu orada “ben dişiyim” der, o özelliklerle sınırlanır. Ama ahsen-i takvim terkip gereği (yani esmaların tamamının bulunması yüzünden) bir suiistimal başlar, suiistimalin ilki burada başlar. Bu suiistimalden sonra ikinci bir suiistimal daha gelir. Kendini Hissetme Duygusu cüzde, cüzle beraber olduğunda “Kendini Hissetme Duygusu’nu örtmeyen, örtmez özellikte bir suiistimal başlar. Daha sonra örten suiistimal gelir. İki farklı suiistimalden bahsediyoruz. Bu suiistimallerin ne olduğu iyi bilinmeden yolda ilerlenemez, çünkü onlardan kurtulunarak ilerlenir. Her iki suiistimal de şehadetle giderilir. Bu suiistimalleri kaldıran şey şehadettir, müşahededir.
“B” TAKDİM FORMU “BEN” DENİLEN HAL NEDİR?
“Kendini Hissetme Duygusu” cüz tarafından önce “örtmez özellikte” suiistimal edilir. Bu suiistimal Samed vasıflı Kendini Hissetme Duygusu’nun cüzle sınırlanarak Samed’den başka bir görüntü oluşturmasıdır. Samed vasıflı bu duygunun cüzle sınırlayarak Samed’den başka görüntü oluşturması ilk suiistimaldir ve bu yasal suiistimaldir; yani örtücü olmayan, gerekli bir suiistimaldir. “Neden gerekli?” olduğunu göreceğiz. Kendini Hissetme Duygusu bu ilk suiistimale uğradığında, yani cüz tarafından sınırlanarak kendini cüz sandığında karşımıza çıkan şey cüzün kendini bir şey sanıp “BEN” diye kendini takdim ve ifade etmesidir. İşte o “B” formunda bir takdim ve “BEN” deyiştir ve cennet halidir, cennetin en alt halidir. İşte bu hal vehimdir, vehim nurundan yaratılmıştır. Esas yaratılan yapı olan cüzün bu hali, bu yapısı vehim nurundandır ve bu hal “B” Takdim Formu “BEN” denilen haldir, diğer bir deyişle hanif haldir, bu halin vasfı haniftir. Demek ki, Samed vasıflı Kendini Hissetme Duygusu’nu örtmez özellikte suiistimal ile “BEN” diyen yapı “B” Takdim Formu “BEN”dir. Bu “BEN” hanif vasıflıdır, yalnızca durum tespiti yapar. Bunun önemini Rum Suresi 30. ayetten anlıyoruz: “Vechini o Tek Diyn’e hanif olarak doğrult.” Demek ki Din’e yönelebilmek için hanif dediğimiz hale (yalnızca durum tespiti yapan hale) gelmek gerekiyor. Bu kapsamda, salâta başlarken okuduğumuz “Veccehtü Vechiye” ayetleri “B” takdimiyle “BEN” diyen yapının “Kendini Hissetme Duygusu”na yönelmesidir, salâta böyle bir tefekkürle başlamak sünnettir, çok güzeldir.
“Kendini Hissetme Duygusu”nun kula verilişi ile başlayıp devam eden prosedürün tefekkürüne devam edeceğiz inşaAllah.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER