Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

ŞEVVAL AYI

İçinde bulunduğumuz Şevval ayı bizim için bayram ayıdır. Çünkü Ramazan orucu ile üstündeki örtüyü kaldırmaya ve hissetmeye çalıştığımız fıtratımıza dönüş ve fıtratımıza uygun yaşayışın başladığı günleri temsil ediyor. Ramazan Bayramı’nın Efendimiz (SAV)’in ifadesiyle adı “ıydi’l fıtr” yani “fıtrat bayramı”dır; “iyd” bayram demektir, “fıtr” da fıtrat… İşte bunun sevinciyle yaşadığımız bugünler için, belki de bir manevi ödül töreni gibi olması sebebiyle, Efendimiz (sav) “Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, yılın bütününde oruç tutmuş gibi olur.” buyurmuşlardır. (Müslim/Sıyâm-204, Tirmizî/Savm-53, Ebû Dâvûd/Savm-59)
Üç aylar ve Ramazan ayı, dünya sonrası yaşantımız olan ahirete gideceğimiz nefs halimizi ve kalbimizi arındırma (nefs terbiyesi) için çok özel bir zaman dilimiydi. Bu aylarda açılan özel ikram kapısı sanki Şevval ayında da devam ediyor gibi… Hadisimizden anlıyoruz ki; fıtratımıza ait hakikat ve marifete ulaşma fırsatı devam ediyor olmalı ki Şevval ayındaki tutacağımız altı gün oruç, bizi bir yıl boyunca oruçluymuş haline taşıyacak, daimi oruç idrakıyla yaşayabileceğiz Biiznillah. “Yılın tümünü oruçlu geçirmiş gibi” olmayı bir sevap kazanma yarışı gibi görmemeliyiz; ona ahirete götüreceğimiz kazanılmış değişimimiz için bir ikram, bir lütuf olarak bakmalıyız.
Oruç; kıymetini, etkisini ve hakikatini ancak Allah’ın bildiği bir kulluk hali olduğundandır ki Efendimiz (sav) bir hadisi kudside şöyle buyurmuştur: “Allah’u Teala ademoğlunun bir iyiliğine on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık verir, ancak oruç hariç. (Çünkü) Allah Teâlâ buyurur ki; oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm.” Rabbimiz Allah “Oruç benim içindir, mükâfatını ancak ben veririm” derken diğer kulluk/ibadet hallerimizin “Allah’tan başkası” için olabilmesine müsaade ettiğini ima etmediğine göre, bu ifadeyi tefekkür etmeli, buradaki ikrama talip olmalıyız.
Hatırlarsanız Ramazan ayındaki yazılarımızda; “Oruç ibadeti “EhadüsSamed olan, yani gerçek VAR olan, müstakilen VAR ve Muhtar olan, dışı sınırı olmayan, dışı-sınırı, öncesi-sonrası olmadığı için de Zatının ihtiyaç diye bir kavramı olmayan Rabbimiz Allah’ı tanıyabilmek, anlayabilmek, kavrayabilmek üzere Muhammedi Muvahhidlere lütfedilmiş çok özel bir ikramdır, bir metottur.” demiştik. Aslında oruç Samediyet nurlarını açığa çıkarabilmemiz ve bu idrakle yaşayabilmemiz için lütfedilmiştir. Bize hadislerle öğretilen diğer faydaları da elbette vardır; ancak o faydaları orucun bu asıl hedefini örtüp perdelememelidir. Oruç Billahi imanlı olanlara, müttakilere açık, inanmayanlara kapalı bir ibadettir. Bu elbette şeklen değil! Oruç sadece şeklen uygulanan bir ritüel, belirli bir zaman aralığında aç kalmak, bazı helal şeylerden bile uzak durmak zannedilirse, bu işi herkes yapabilir. Ancak öyle değildir. Oruç “Allah Ehad’dir, Samed’dir; gerçek VAR’dır, Zatının Dışı Olmayan TEKtir” inanışında olanların, bu idrakla yaşayan veya yaşama gayretinde olanların yani muttakilerin hakikatiyle tanışabileceği bir kulluk halidir. Peki, bu idrakta olmayanlar oruç tutmasın mı? Elbette hayır! Kimin hangi halinden Rabbimiz Allah’ın ne zaman ve ne sebeple razı olacağını bilmediğimiz için kimsenin kulluğuna karışamayız; karışılmaz! Konuştuklarımız hep kendimiz için… Dememiz odur ki, orucun hakikatini ortaya çıkaran işte bu idraktır ve ona uygun yaşama gayretidir.
Tasavvufta “nefis terbiyesi” dediğimiz şeyin nefsimizi şerrinden kurtarma yolu ve süreci olduğunu artık duyduk, biliyoruz elhamdülillah. Allahım, lütfen bu bildiğimizi indinden bir yardım ve kolaylıkla yaşamayı bizlere zaferle sonuçlanacak şekilde lütfediver (âmin). Nefs terbiyesi süreci göreceli olarak zordur… Göreceli olarak! Zorlu olma sebeplerinden biri de kurtulmamız gereken halin dışarıda elle tutulan bir hal olmayıp, bizzat bizimle ilgili olmasıdır. Örneğin alkol dinimizce biz inananlara önerilmemiş, men edilmiştir. Bu bir inanan için nettir. Alkol almamakla biz Rabbimizin emrine uyduğumuzu biliriz. Oysa hangi his, duygu düşünce, hangi konuşmalar ve hangi davranışlarımızda nefsimizi şer yolda kullandığımızı hemen görmek, fark etmek bu kadar net değildir; bu yüzden nefsi şerrinden kurtarmak, yani nefse zulmetmekten kurtulmak biraz gayret ester. Nefse zulüm hali öyledir ki, o hissiyatla yaşamayı biz “bizi biz yapan” şeyler olarak tanımlamışız, sonra da onlara sahip çıkararak yaşamaktayız. Hepimiz duymuşuzdur, “Ben boğa burcuyum, inatçı ve kinciyim” diyen ifadeleri… Oysa bu yaklaşımın bir nefse zulüm olduğunu, yaptığımız bu etiketleme sonucu aslında korunmamız gereken halimiz olan yanlışta inadı ve kinciliği sahiplendiğimizi görememekteyiz. Günlük normal yaşantıda bunun gibi yüzlerce, binlerce sahipleniş sebebiyle hiç farkına bile varmadan nefsimize zulmeder, onu şer yolda kullanır, onunla imkânlarını kullanarak ilahlık hissiyatına bürünür de batıl yolda yaşarız…
Oruç ibadetini diğer ibadetlerden ayıran önemli farklardan birisi de, belirli bir zaman diliminde helal olan davranışlardan bile uzak kalmaktır. Oruçlu olmadığımızda, günün her saati yapabileceğimiz, yaşayabileceğimiz helal şeylerden oruçla birlikte uzak durmaya başlarız ve bedenimizde bir dinginlik başlar. Yukarıda verdiğimiz alkol örneği bir haramdı! Biz alkol, yalan, iftira, dedikodu, hırsızlık, fuhşiyat gibi tüm fiziksel haramlardan zaten uzak olmakla emrolunduk; bu bize genel geçer bir öneridir! Oruçta böyle yasaklardan değil normalde helal olan şeylerden uzak duruyoruz ve bunu yaptıkça Rabbimiz bize, idrakımıza, enfüsümüze ikramda bulunuyor. Yediklerimiz ve içtiklerimizin enerjisiyle hareketlenen bedenimizin bize arkadaş olarak verilmiş ama bizden farklı bir kul olduğunu anlıyor ve onun üzerinde bir güç ve tasarruf sahibi olmadığımızı görüyoruz. Müstakil bir varlığımızın ve gücümüzün olmadığını, dolayıyla müstakil ve muhtar bir hüküm sahibi de olmadığımızı idrak ediyor, böylece içinde olduğumuz ilahlık hissiyatından kurtulma gayretiyle Rabbimiz Allah’a salât ve oruçla yöneliyoruz. Ve bir ikram olarak Rabbimiz bizde Samediyet nurlarını açığa çıkarıyor…
Peki, bu kadar sık bahsettiğimiz Samediyet Nuru nedir? Allah Samed’dir; yani Ehad olan Zatının “Dışı Olmayan TEK”liği ve “kendisinde bir boşluğun bulunmayışı” sebebiyle bir ihtiyacı söz konusu olmayandır. (Dündar, Y. Kader Konusunu Anlayabilmek İçin Bir Tefekkür Paylaşımı) Rabbimizin lütfuyla ortaya çıkan Samediyet nurlarıyla biz “Kendimize Göre Var” sandığımız halimizin ihtiyaçları zannettiklerimizden sıyrılırız. Salat ve oruçla biz nefse zulmetmekten, nefsimizin şerrini besleyecek veri tabanından, bu yöndeki hislerimizden kurtulduğumuz gibi dilenmişse helal olan idraklardan da daha ileri olan idrak hallerine ulaştırılırız.
Ramazan ayında bu ileri idraka ulaştıracak zikri çokça ve hissederek yapmaya başlamıştık elhamdülillah; Eşhedü en la ilahe illallahul Ehadüs Samedülleziy lem yelid ve lem yuled ve lem yekün lehu küfüven ehad.
O idrakın duasını da…
“Allahümme inni es’elüke bi enneke entellahül EhadüsSamedülleziy lem yelid ve lem yüled ve lem yeküm lehü küfüven ehad (âmin).”
“Allahım, kesinlikle senin AhadüsSamed Allah oluşun, doğma ve doğurma gibi (dışı var olan yarattıklarına ait) kavramlardan münezzeh oluşun ve kendisine bir küfüv (başka bir müstakil varlık) olmayışın ile senden istiyorum (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER