Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ŞEYTANI BİLE KAÇIRAN BENLİK

– 29-
Kendimizdeki düniHİ algı belirteçlerini, “ara yerde” kalmışlık göstergelerini tanımaya devam ediyoruz:
Yaşarken zor ve zavallı anlarınızı, işlerin çok iyi gittiği güçlü anlarınızla mukayese edin, araştırın, hatırlayın. Zavallı anlarınızda iyi ve munis bir insan mısınız? Diyelim ki, sizi zavallı hale getirdiler; bir şeyiniz gitti, size birşey oldu, sesiniz kısıldı, zavallı haldesiniz. Bu durumdayken herkese “evet efendim” davranışında mısın? Bir de bir şey öğrenip, bir şey olup, bir şey elde edip güçlendiğinde kendine, bedenine bak. Dikleşti, işaret parmağın kalktı, ukala olmaya başladı. Bunlar Esfele Sâfiliyn’i yakalaman için göstergedir. Çünkü o durdukça kurtuluş yoktur. Gör, fark et, o yapı sende yaşıyor. Dolayısıyla, sendeki gücün hangi güç olduğunu araştır. Eğer sendeki Rahmani Güç ise o korur, merhametlidir, Hakk’ı gözetir. Çünkü Rahmani Güç Allah ahlakındandır. Sendeki Esfele Sâfiliyn ahlaklı güç ise EZER, YOK EDER, İNSANI KULLANIR.
Şunu fark edebilirsiniz; Esfele Sâfiliyn için diğerinin bir şeyi hep alay konusudur, hep insanları “ti”ye alır. Birisinin bir şeyi hep sizin alay konunuzdur. İki arkadaş yan yana gelse birisinin bir şeyini konuşur konuşur gülerler. İşte Esfele Sâfiliyn! O kişinin etini çiğ çiğ yiyor, âyet gereği ölü kardeşinin etini yiyor. Bunları kendimizde sürekli aramamız, yakalamamız gerekiyor.
Dışarıyı izliyorsunuz, camdan bir yere bakıyorsunuz, yolda da birisi yürüyor. Bir anda bir şey oldu, ayağı kaydı, elinden bir şey düştü. O hali izleyen hemen güler. Birisinin zor durumuna, onun bir kusuruna nasıl gülersin ya? Birisi konuşurken dili sürçüyor veya bir kelimeyi şaşırıyor, hemen kahkahayı basıyorsun veya yüzünde müstehzi bir ifade kendiliğinden beliriyor. Oysa kişi haline üzüldü. Bir kardeşinin üzüldüğü, mahcup olduğu şeye sen nasıl gülersin? Bunu Billâhi anlamında olanın aklı alır mı? Şu reflekse bak! Haberin yok, o çalışıyor. Esfele Sâfiliyn boş durmuyor, çalışıyor. Kiminle mücadele ediyorsun, farkına var! O yapı sende canlı! Ölü olan sensin! Bu halleri, bu göstergeleri kendinde daima mücadele ile yakalayacaksın.
Bu zâlim karakter en fazla kimi ezer biliyor musunuz? Sevenlerini! Kim onu seviyorsa ilk önce onu ezer, çünkü ezecek birisini buldu. Ama aynı Esfele Sâfiliyn yapı zâlimlere yaranmaya çalışır, kendisine zulmedenin gözüne girmeye çalışır. Bu yanlarınızı yakalayın.
Karşılıklı şikayetleşmek onun sohbet tarzıdır, işi budur. Saatlerce telefonda şikâyet, bir yerde buluşur konuşurlar şikâyet. Ve bunun adı sohbet!
Bütün bu işler için bilgisi ve gücü yetmezse artırmak için sihir, büyü, fal gibi yanlışlardan medet umar. Allahım muhafaza buyur Rabbim.
Şikayet cümlelerini silin
Bu işlere meyilli oldukları için Esfele Sâfiliyn’ler Din’i böyle algılar, Din’e böyle yaklaşırlar. Biraz dindar birini bulmuşsa sorar; şu işim için en iyi seçenek nedir? Yani şu işimin falına bir bak. Hep bir güç peşinde olduğu için Din’den de böyle yararlanmaya çalışır. O yüzden âyet; “Onlar Allah’ı kandırmaya çalışıyorlar ama Allah onları kandırır” dedi. Ona sorsanız “Allah’ın sisteminden yararlanıyorum” der. Hayır. Sistemden yararlanarak kendi gücüne bir şeyler katmaya çalışıyor. O iş hâlis olmaz! Dikkat edin, sihir, büyü, fal vardır, hatta sonuçları doğru da çıkabilir. Ama yine dikkat edin; sihir, büyü, fal gibi şeylerin hepsinin veri tabanı ve hedefi dûniHİ algıdır. Doğru çıkıyor olsa bile, bu gibi yöntemlerle süper başarı elde ediyor olsalar bile veri tabanı Billâhi değildir, hedefi de dûniHİ algıdır. Sonu da dünya ve ahirette hüsrandır. Onların bilmelerine, doğrularına, başarılarına bakıp Allah’tan perdelenmeyin. Neden bu kadar üzerinde duruyoruz? Seslendiğimiz ara yerdekiler bunlarla uğraştığı için!
Çok derinlere nüfuz etmiş bir diğer gösterge şikâyettir. Bu yüzden, lütfen karar alalım, “şikâyet cümlesi kurmayacağım” diyelim. Çocuğunuz, arkadaşınız, anne babanız, tanıdığınız, sevdiğiniz biriyle konuşurken daima kendimizi test edelim. Şikâyet gibi olan cümle ve kelimelerden hızla vazgeçin, başka bir tarz bulun, söyleyecek başka birşey bulun. Çünkü şikâyet kesinlikle şâkinin dilidir, küfür ehlinin dilidir. Billâhi anlamındaki kul şikâyet dili kullanmaz. Bilir ki o tür cümleler hep Allah’a isyandır. Öyleyse şikâyet cümlelerini silin. O kadar çok köşe yazarı var ki şikayet cümlelerini silse bir satır yazı yazamaz. O kadar konu anlatan var ki şikayeti kaldırsa konuşacak tek cümle kalmaz. Etiketi ne olursa olsun onlar şâkinin dili ve göstergesidir.
Konuşma arzunuzu ve konuşanı kontrol edin, o sırada “BEN” diyen dûniHİ mi, Billâhi mi? DûniHİ olandan vazgeçin, Billâhi algıyla “BEN” demeye çalışın. Yani Allah adına, Allah için, Allah’ın verdiğini kullanarak “BEN” deyin. “Varım ve Müstakilim” algısıyla” BEN” diyeni boş verin, ona ters dönün.
Eş seçerken dikkat
Bu sözümüz de gençlere: Ara yerde kalmak veya kurtulmak için şu önemlidir, eş seçiminde önce kendi çelişkini düzeltmelisin. Henüz fırsatı olanlar için. Birisini şikayet etmeyi bırakın ve eş seçiminde önce kendi çelişkinizi düzeltin. “Evleneceğim ama bu böyle, şu şöyle” demeyi bırakıp önce kendi çelişkinizi kaldırın. Bu çelişki nedir, nasıl düzeltilir, onu göreceğiz. Bu söylediklerim ara yerde olup da kurtulmak isteyen tâlib içindir, seslenişimiz onadır!
İnanan birisi evlenecek, bir kriter arıyor ve buluyor: Evleneceğim kişi dindar olsun ama topluma da uyum sağlasın. Dışarıda böyle bir kural var. O da kendine bu kuralı koyuyor, buna uygun da birini buluyor. Dindar ama topluma uyum sağlamış olanların sayısı çoktur. Bu yüzden kolay bulunur. Bunlar birbirlerini çok çabuk bulurlar. Buldu, evlendiler. Genellikle ne olur biliyor musunuz? Kadının “topluma uyum sağlasın” yanı evlendikten sonra gittikçe artar. Onun o kadar uyum sağlamasını kıskanan erkek eğer ara yerdeyse, o kıskançlıkla gittikçe dindar olur. O kadar uyum sağlayacağını bilmiyordu! Bu kadar toplumsal uyuma dayanamaz, işin içinde dindarlık olduğundan bir kıskançlık geliştirir ve kıskandıkça daha dindar olur. Kıskançlığını anlatabilmek için eşine dini anlatır, “kıskanıyorum” diyemez “hani dindardın, ne oldu?” der. Süreç böyle gelişirse kadın gittikçe topluma uyar, erkek gittikçe dine. Ve başlarkenki eşitlik bozulur, hem de yakın zamanda. O eşitlik zaten yanlışta eşitlikti. Bozuldu, uçurum büyümeye başladı. Bu hikaye hep böyle değildir, elbette tersi örnekler de vardır.
Efendimiz (SAV) bu konuda önemle uyarıyor; “Hayrlı mal edinin.” Sahabe efendilerimiz sürekli O’na bakıyorlar. Olarınki de ayrı bir şans. Risalet Nuru’nun içerisinde bizzat sahibinden, o ağızdan, o dilden, o nurdan öğrenmek nasıl bir şans! Bu yüzden devamlı O’na bakıyorlar. Hatta arının çiçeğe yapışması gibi o kadar yapışıyorlar ki uyarılıyorlar: Rasülü rahat bırakın da dinlensin. İşi nasıl fark etmişler ki yapışıyorlar. İşte Efendimiz (SAV) onlara dünyada edinileceklerin hayrlı olanından bahsedince iyice öğrenmek için telaş edip soruyorlar: Neye dikkat edelim? Efendimiz (SAV): “Cennete gitmenizi kolaylaştıracak kadınlar edinin” buyuruyor. Çok önemli. Henüz o şansı olan için bundan daha önemli bir şey yoktur! Kriter bu! Şöyle malı, şöyle kariyeri değil! Şunum var, bunum var değil! Cennete gitmenizi kolaylaştıracak eş!
Çoğunluga uyalım da, ya çoğunluk yanlışsa…
Biz böyle paylaşınca, ara yerde olup şöyle diyenler elbette olacaktır, yani şu mazeretler ileri sürülecektir: “Çoğunluğa baksanıza, herkes böyle yapıyor.”
Evet, ama o bir aldatmacadır. Ara yerde olup mazeret uyduranlar uyarılır:
“Eğer sen Arz’da bulunanların ekseriyetine itaat edersen, seni Allah yolundan saptırırlar. (Çünkü) onlar ancak zann’a tâbi olurlar ve onlar ancak tahmin üzere konuşup, saçmalarlar.” (En’am-116)
Çünkü: “İnsanların ekseriyeti iman etmez.” (Ra’d-1)
“Muhakkak ki insanların çoğu gerçekten fâsıktır.” (Maide-49)
Tablo bu: İnsanların çoğu iman etmiyor, çoğu da fâsık! Sen de çıkıp “çoğunluk böyle yapıyor” diyorsun, hiç olur mu? Çoğunluk iman olarak yanlıştaysa onların yaptığını kendine nasıl ölçü alırsın? Tâlib öyledir ki tek başına kalır, tek başına… Onların içinden kendisi için ölçü olacak bir kişi bile bulamaz! Doğruya tâlipsen, o tek başına halinle doğruyu yaparken öyle tek başına olmalısın ki senin o doğruyu yapmandan kimse rahatsız olmamalıdır. Yani öyle bir hassasiyetle yaşamalısın. Öyle güzel, öyle saklı bir sevdayla! Allah sevdasıyla…
Hicret edeceğimiz algıya “Billâhi algı” dedik ve bir hedef koyduk: Billâhi algı sürdürülebilir olmalı ve o algı ikana dönüştürülebilmelidir. İşte bunun olabilmesi için dikkat edilmesi gereken iki önemli husus vardır.
Billâhi algının sürdürülebilir olması ve ikana dönüşebilmesinde dikkat etmemiz gereken iki husustan birisi, tâlibin mümkün olduğunca kesintisiz olarak kendisine telkinde bulunmasıdır. Tâlip bu amaçla kendisine daima telkinde bulunacak: “Allah’ın dışı yoktur, ancak Allah! Bütün yaratılanlar İlmullah’ta O’nun dileğinin sûretleridir, İlmullah’ta var gibi görünenlerdir. Güç Allah’ındır, Mülk Allah’ındır, Hüküm Allah’ındır. Dışı yoktur, ancak Allah! Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır.” Bu telkinlerle yaşayan tâlib için Allah’ın dışı olmaz! O zaman, Allah’tan başka Müstakilen VAR ve Muhtar bir varlık düşünmek boştur, bâtıldır.
Bu telkin, yapılacak zikrullah çalışmasının ana mânâsını, temelini, esasını oluşturur.
Bu telkin Kelime-i Tevhid’dir: Lâ ilâhe illallah.
Yukarıdaki telkin “Lâ ilâhe illallah” zikrullahı sırasında zihnimizde olması gereken bilinçtir.
Şimdi Kelime-i Tevhid’i “Allah’tan başka ilâh yoktur” diye mânâlandırabiliriz. Çünkü Allah’ın dışı yok!
Tek cümle ile sonuç:
İlâh’ı tanımladık: Müstakilen VAR ve Muhtar olan! Allah’tan başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmayınca, Allah’ın dışarısı olmayınca başka müstakilen var ve muhtar olan YOKTUR. Sonuç tek cümle olacaksa budur: Allah’ın dışı yoktur, ancak Allah! İşte bu telkin zikrullahtır. Ve kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur:
“Dikkat edin! Kalbler zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d-28)
Sen bu telkini yaparsan, işte bu telkin ile;
· Rabbine yönelenlerden olursun; İnsan-29 âyeti gereği,
· Haniyf olursun; Rum-30 âyeti gereği,
· Allah’a firar etmiş olursun; Zariyat-50 gereği,
· Allah ve Rasûlüne hicret etmiş olursun; Nisa-100 ve Ankebut-26 gereği,
· “Senden sana sığınırım” demiş olursun; Tevbe-118 gereği,
· Evvâbiyn (özüne dönen) olursun; İsra-25 ve Kaf-32 gereği,
· Kalbin münîb (hakikatine dönen) kalb olur; Kaf-33 gereği,
· Kalbi ihbat edenlerden (dûniHİ algı ile irtibatını kesip kalbi mutmain) olmuş olursun; Hac-54 ve Hud-23 gereği,
· Kalb-i Selim (marazdan kurtulmuş kalb sahibi) olursun; Şuara-89 ve Saffat-84 gereği.
Özetlersek, bu telkinle sen;
· Muttaki olursun; Bakara-2 gereği,
· Nefs-i Levvame’ye girmiş olursun; Kıyamet-2 gereği,
· Umulur ki, Rabbim sana Nefs-i Mutmain kapısını açar da O senden razı, sen de O’ndan râzı cennete dâhil olursun; Fecr 27, 28, 29 ve 30. âyetler gereği.
Zikre uyan tâlib için hâl böyleyken, bu telkine karşı âmâ davranıp görmezden gelenin akıbeti âyette böyle tanımlanmıştır:
“Onlara ‘Lâ ilâhe illallah’ (denildiğinde) telkin edildiğinde muhakkak ki onlar müstekbir (Allah dışında müstakilen var ve muhtarım idrakiyle) davrandılar.” (Saffat-35)
Durum Saffat-35 âyetindeki gibi olursa;
“Kim (dûniHİ algı ve zann’larıyla) Rahman zikrinden (Kur’ân’ın öğrettiği Billâhi algı ve ikanı yaşantısından) âmâ (uzak) olursa, ona yanından ayrılmayan bir şeytanı musallat ederiz. Şüphesiz ki şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf; 36, 37)
Şeytanınız sizden üstün değil
Yanlarından ayrılmayan şeytan iki tanedir, ikisini birden düşünmek lazım. Kendisindeki Esfele Sâfiliyn yapı ve cin taifesinden olan şeytan. Asıl kendi Esfele Sâfiliyn yapısı şeytandır. İşte Billâhi algı ve ikanı yaşantısından uzak olanın bu yapısını öyle kuvvetlendiririz ve o yapı onda öyle bir kişilik olur ki, hatta insan o kişiliği öyle yaşar ki ve yaşadığını da öyle doğru zanneder ki fark edemez. Bu tablo kişi ne yaparsa oluşur? Rahman’ın zikrinden âmâ olursa! Bu durumda, Kur’ân’ın “Bu sizin düşmanınızdır, cin taifesindendir, secde edin dedik etmedi” dediği cin taifesinden şeytanlık görevini yüklenmiş bir görevli size verilir ki sizi daima saptırsın. Ancak bilmelisiniz ki görevlendirilmiş o şeytan sizden daha akıllı, sizden daha sinsi, sizden daha kurnaz, sizden daha kâfir değildir. Sizin Esfele Sâfiliyn yapınız ona pabucunu ters giydirir. Çok enteresandır, insanlar Esfele Sâfiliyn yapılarını korumak için o şeytandan Allah’a sığınırlar, adeta “Allahım, benim şeytan yapımı o şeytandan koru” derler. Billâhi algıda olan ise “Eûzü Billâhi” ile her ikisinden birden korunmaya çalışır. Esfele Sâfiliyn’de yaşıyor ve şeytandan da korunmaya çalışıyorsanız hiç gerek yok, çünkü bu hâlinde şeytan senden kaçıyor. Seninle ayrıca uğraşmasına gerek yok, Esfele Sâfiliyn yapın zaten çok kuvvetli bir şeytandır.
Bu yüzden, “Allahım beni kendimden koru, şeytandan da koru” diye sığınmak lazım.
Özellikle “Beni kendimden koru” sığınışını unutmamak gerekiyor.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti