Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SİSTEM KORKU VE ÜMİT ÜZERİNEDİR. AMA KORKULAR VE ÜMİTLER DEĞİŞİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 19 Ağustos 2017 Cumartesi 10:02:46
 

-10-
Önceki paylaşımlarımızda sadrda İslam Nuru ve kalpte İman Nuru’nun aktif hale gelişini gördük.
Sonra devreye fuadın daha aktif çalışması girer. Fuadın daha aktif çalışması şudur ki; gelinen bu hal, fuada “sıran geldi, haydi daha aktif çalış” der. Aslında organizasyonun üyeleri hepsi sürekli faaliyettedir ama sakladıkları esas bilgiler, onların aktif olmalarını gerektirecek durumu bekliyordur. O bilgiler aktif olmalarını gerektirecek sinyali bekler. İşte, kalb ve sadrın anlattığımız çalışmalarıyla fuad motive edilmiş olur. Böylece, fuadı tesirinde tutan Marifet Nuru fuada tesirini artırır.
“Basiret” kalpte fuad sayesinde başlar

Demek ki; sadra tesir eden İslam Nuru, kalbe tesir eden İman Nuru ve fuada tesir eden ise Marifet Nuru. Demek ki; analiz sentez yapan ve kalbin görmesini sağlayan, yani kalbin göreni olan fuada tesir eden Marifet Nuru’dur. Bu noktaya gelince marifet nuru fuada etkisini artırır.
Fuad, analiz ve sentezlerinde marifet nurunun sağladığı açılımlarla kafa gözüne; “aslında gören sen değilsin, gören beyin. Sen nasıl görmek için beyinden yararlanıyorsun, şimdi de gel kalbden yararlan” der, ona yol açar. Daha önce kalb kördü, bu yüzden kafa gözü görmek için kalpten yararlanamazdı. Ama fuad; marifet nurunun tesiriyle çalışmaya başlayıp da beyne ve göze; “görmek için artık kalpten de yararlanabilirsin” sinyallerini sağladığında, işte o zaman kalp âmâ olmaktan kurtulur. Ve aslında “Basiret” dediğimiz bu görme, kalpte fuad sayesinde böylece başlamış olur.
Daha sonra, kişi bildikleriyle amelde ısrar ve sabra devam ederse (ki etmelidir ve eder de.) işte o zaman Allah ona bilmediklerini öğretir. Zaten saydığımız bu olaylar, kişi bu tabiatta olduğu için cereyan ediyordur. Yolun herhangi bir yerinde işi bırakıp; “tüh, biz fuadla boşuna çalışmışız” diyecek bir yapı değil. Zaten bu tabiatta olduğu için bu akışla gider. Biz sadece bir prosedürü anlatma sadedindeyiz, bu yüzden “kişi bildiğiyle amelde ısrar ve sabra devam ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir” diyoruz.
Sabır bir şeye katlanmak değil,
Allah’ın hükmünü beklemektir

Bu ikisi önemlidir; ısrar ve sabır. Israr ve sabır… Israr bildiğinle amel etmek, amel etmeye devam etmektir. Peki, sabır? Bir kere katlanmak demek değil. Sabır; Allah’ın hükmünü beklemek demektir. Biz normal yaşantı içerisinde sabr kelimesini kullanırken, bir şeylere dayanmak, katlanmak, birilerinin yükünü çekmek gibi kullanırız, Muhammedî sabır öyle değildir. Kur’an’a göre sabır; Allah’ın hükmünü beklemek demektir, Allah’ın hükmünü beklerken geçen süreye sabır denir.
Başlarken dedik ki; İman Nuru kalbi tesiri altına alır, sadr ise İslam Nuru’yla başarı elde etmeye çalışır. Yani kalbe bilgi gelir, tesbitlenir ve amel üretilir; yani bilgiler amele dönüşür. Neden? Çünkü bu mekanizma çalışıyor; kişi bildiğiyle amel ediyor, bildiğiyle amel ettiği için Allah bilmediklerini ona öğretiyor. Bakın, fuad sayesinde görmeye başladı, artık müşahede noktasına geldi. Dolayısıyla onun bildiği artık sadece duyduğu değil gördüğü olmaya başlar; şimdi de bu noktadaki bildikleriyle amel etmeye başlar. Prensip yine aynı: Bildiğiyle amel, bildiğinle amel.
İşte böyle yapmakla, yani bildiğiyle amelde ısrar ve sabra devam etmekle o Lüb’ü motive etmiş olur. “Lüb” zaten faaliyette, ama esas işine, etkisini yüksek düzeyde göstermeye sıra gelmiştir. Bu işte hedefi “12”den vuracak olan Lüb’tür, işte şimdi onun sırası gelmiştir. Bu nedenle Lüb daha aktif çalışmaya başlar. Peki, Lüb’e tesir eden nedir? Lüb’ü tesirinde tutan Tevhid Nuru’dur. Kul bu hale gelince, Tevhid Nuru Lüb’ü motive eder ve Lübün fuada, kalbe, sadra tesiriyle öyle olur ki; bu durumda Tevhid Nuru sadrın tamamını kaplar. Bu hal Tevhid Nuru’nun özelliğidir.
Müminin kalbindeki iman nurunu hafife almayın
Efendimiz (SAV) buyuruyor ki: “El kanattır, iki ayak postacıdır, iki göz yardımcıdır, kulaklar toplayıcıdır, ciğer rahmettir, dalak gülüştür, akciğer nefestir, kalb ise hükümdardır. Hük��mdar iyi olursa askerler iyi olur, hükümdar bozuk olursa askerler de bozuk olur.” Kalbin bozuk olması, hükümdar olan kalbin bozuk olması ne demektir? Kalbin bozuk olması; Yaradan’ından gafil olması, O’na karşı âmâ ve cahil olması demektir. Kalb; Yaradan’ından gafil, Allah’a karşı âmâ ve bilgi olarak da cahilse bozuktur; hükümdar bozuk demektir. Bu durumda şu hadisi de görelim, bakın bize neyi anlatıyor: “Dili bilgili, kalbi cahil münafıktan Allah’a sığınırız.”
Aslolan iman nuru olduğu için, kalbteki iman nurunun kuvvetli olması ve devamlılığı diğer nurların tetikleyicisidir. İslam nuru, iman nuru, marifet nuru ve tevhid nuru diye farklı nurlardan bahsediyoruz gibi olsak da, aslında tek bir nur vardır; bu da kalbteki iman nurudur. İman Nuru fuadda çalışırken; oluşan işlevden ve bu nurun tesiriyle çıkan oradaki bilgilerden dolayı nurun ismi ve özelliği değişiyor, Marifet Nuru oluyor. Yine aynı nur Lüb’de çalıştığı zaman; Lüb ortamında, Lüb hakikatinde o nur değişir, Tevhid Nuru olur. Ama hepsi aslında tek nurdur ve esas nur, kalbe ilk gelen nur İman Nuru’dur.
Konuları ele alırken neden aralara hadisleri koyuyoruz? Çünkü konuları ilgili hadislerle böyle ilişkilendirdiğimizde, daha önce duyduğumuz hadisler olmasına rağmen, o hadisler hayatımız için çok anlamlı hale gelmeye başlayacaktır.
Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; “müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o Allah’ın nuru ile nazar eder.” O nurdan, yani iman nurundan bahsettik. O nur Allah’ın nuru. Hadiste dikkatimizi çeken bir ifade daha var: Müminin ferasetinden sakınınız. Dikkat edin lütfen, müslümanın ferasetinden değil. Akıllının ya da bilgilinin ferasetinden de değil. Müminin ferasetinden sakının. Kul’u tamamen bu özelliğiyle tarif ediyor: Mümin. Müminin yani kalbinde iman nuru çalışanın ferasetinden sakının, yani onun kalbindeki iman nurundan sakının. Onu hafife almayın. Çünkü o nur, onun beşeriyetinde bulunan bir şey değil. Allah onun sadrını İslam’a genişletmek istediği için, o nur oraya onun beşeriyeti dışında, Rabbinden doğrudan bir nur olarak geldi; Sebe Sûresi 50. Ayeti hatırlayınız; “eğer doğru yolu bulursam bu Rabbimin bana vahyettiği şey iledir”. İşte bu yüzden o ona doğrudan bir nurdur. İşte “o nur”dan sakının. O nuru taşıyan kişiye mümin denir. Mümin iman nuru taşıyan kişidir. Öyleyse o nuru taşıyandan sakının; çünkü o, Allah’ın nuru ile nazar eder.
Nurların tesirleri korku ve
ümit üzerine bina edilmiştir

Evet, esas itibarıyla aynı olan, ama sebep oldukları idrak seviyeleri itibarıyla farklı isimlerle anılan İslam Nuru, İman Nuru, Marifet Nuru ve Tevhid Nuru tesirlerini nasıl gösterir? Dikkat edin lütfen, bu çok önemli. İnsan bu noktaları iyi yakalar, hayatında da onları iyi analiz ederse kendisini Hakk yolda çok güzel yönetebilir. İşte bu nurların tesirleri; yani İslam Nuru’nun sadr’a tesiri, İman Nuru’nun kalb’e tesiri, Marifet Nuru’nun fuad’a tesiri, Tevhid Nuru’nun lüb’e tesiri tek bir şey üzerine bina edilmiştir; korku ve ümit, havf ve reca. Havf ve recayı çok duyarsınız; korku ve ümit diye. İşte korku ve ümit birlikte, hayatınızda ikisi birlikte olsun. Bakış açılarınızda, fikir, düşünce ve hayallerinizde, hayatınızda ve nihayet her şeyinizde korku ve ümit eşit olsun. Kur’an ve hadislerdeki ismiyle söylersek, havf ve reca eşit olsun.
Sadr, kalb, fuad ve lüb’ün her birinin kendisine ait korku ve ümitleri vardır. Onların hedeflerine ve kulu getirecekleri idraklere uygun farklı korku ve ümitler oluşur. Çünkü hedef sadrda başkadır, kalbde başkadır, fuadda başkadır, lübde başkadır. Dolayısıyla ulaşıldığı zaman, o hedeflere ulaşılınca onların kulda oluşan idrakleri de farklıdır. İşte o idraklar için nasıl bir korku ve ümit lazımsa ona o yaşatılır. Evet, bu nurların çalışma mekanizması, temel tesir tarzı korku ve ümit üzerinedir, ama bu korku ve ümitler hedeflerine göre değişir, yani korkulan ve ümit edilen şeyler değişir.
Şimdi Nur Sûresi 35. ayetle konuyu biraz değiştirip tekrar nurlar ve onlara ait korku ve ümitleri açıklamaya devam edeceğiz.
Nur Sûresi 35, daha önce çok duyduğunuz bir ayet, ama şimdi tam onun yeri geldi. Öyle bir noktada olduğumuz için bu ayeti vereceğiz, ayete yalnızca değinip geçeceğiz. Ancak daha sonra siz, konumuzla çok ilgili olduğu için ayetin tefsirini İmamı Gazâli Hazretleri’nin Mişkât’ül Envâr; Nurlar Feneri adlı kitabından okuyabilirsiniz, öneririm. İnce, bir solukta okuyacağınız bir kitaptır. Bir solukta okuyup bitireceğiniz, ama “o solukları” bir ömür devam ettireceğiniz bir eserdir. Anlamak için yeniden başvuracağınız ve hep bir solukta okuyacağınız bir kitaptır. Biz ayetin mealini vereceğiz, siz lütfen ayetle ilgili açılımları, manaları İmamı Gazâli Hazretleri’nin Nurlar Feneri kitabından okuyunuz.
Nur Sûresi 35: “Allah Semaların ve Arz’ın nurudur. O’nun Nuru’nun meseli temsili, örneği içinde lamba-çırağ bulunan bir kandillik gibidir.” Ayet tamamen misaller üzerine kurulmuş bir anlatımdır, İmamı Gazâli Hazretleri bu misalleri kitabında hakikatlerin ışığı altında açıyor.
“O’nun Nuru’nun bir örneğini vermek gerekirse” diyerek bu ayet bize sesleniyor: “Allah, Semaların ve Arz’ın nurudur. Onun nurunun meseli içinde lamba-çırağ bulunan bir kandillik gibidir. O lamba çırağ da bir “cam-sırça” içindedir.” Bazı mealler bu “cam-sırça” ifadesini “kalb” olarak paranteze almışlar, onun kalbi anlattığını düşünmüşler. “O sırça-cam sanki inciden bir kevkeb gezegen, yıldız gibidir ki, şarkî ve garbî olmayan bir ağaçtan, yani zeytinden yakılıp tutuşturulur. Onun yağı neredeyse kendisine bir nar dokunmasa da ziya verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi kendi nuruna hidayet eder. Allah insanlar için misaller veriyor. Allah her şeyi Aliym’dir.”
Siz ayetle ilgili detaylı bilgiye, konusu yalnızca bu ayet olan Mişkat’ül Envar’dan bakabilirsiniz.
Ayetteki “zeytin” ifadesine de dikkat edin. Tîn Sûresi’nden biliyoruz, zeytin yemin edilen bir bitki, zeytine yemin var. Bu ayeti, bahsettiğimiz iman nurunun bize ayetle de bildirildiğini ve önemini vurgulamak için verdik. Devam edeceğiz inşaAllah.

 

İNŞİRAH -10-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER