Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Soykırımın Tanığı Doktor Dehşet Manzarasını Anlattı

Çocuk Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Taner Kamacı, Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde katıldığı söyleşide, Gazze’de görev yaptığı sırada şahit olduğu soykırımın izlerini anlattı

Çocuk Cerrahisi Uzmanı Op.

AFSÜ Tıp Fakültesi Hayat, Etik ve İlim Topluluğu’nca düzenlenen “Gazze’de Bir Türk Doktor” konulu söyleşi programında Çocuk Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Taner Kamacı konuştu. AFSÜ Tıp Fakültesi Yeşil Salonu’nda gerçekleştirilen programa; AFSÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Âdem Aslan, AFSÜ Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanı Filiz Özden, akademisyenler, öğrenciler katıldılar.

ÖNCEDEN YAPILAN BİR PLAN MI?

Fiyzoterapist Caner Uyanık’ın Kur’an-ı Kerim tilaveti, AFSÜ Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş’un yazdığı “Ey Filistin” adlı şiirinin Dr. Rıdvan Şener tarafından okunmasının ardından söyleşi programına başlayan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Taner Kamacı, Afyonkarahisar’da 2 yıl görev yaptığını belirtti. Uluslararası bir dernek aracılığıyla Ramazan ayında iki hafta süre ile sağlık hizmeti için Gazze’ye gittiğini belirten Dr. Kamacı, “Mısır üzerinden, Refah Sınır Kapısı’ndan geçerek Gazze’ye gittik. Orada Gazze Avrupa Hastanesi’nde çalıştık. Avrupa ve ABD’den gelen doktor arkadaşlarla beraber 25 kişilik bir ekip olarak gittik. Gazze’deki zulüm ve soykırım neredeyse 9 aya yaklaşıyor. Gazze’nin bir tarafında deniz, bir tarafında İsrail ve bir tarafında da Mısır var. İsrail ve deniz geçilemez ya da girilemez diye bilindiği için tek çıkış kapısı Mısır kapısı olarak Refah Sınır Kapısı. Ama orası da neredeyse denizden ya da İsrail’den farksızdır. Tamamen kapalı ve Gazzelilerin geçişine kapalı. Mısır’da daha Gazze sınırına varmadan sınırda bilindiği üzere 3 metrelik beton bloklardan oluşan örülmüş bir sınır duvarı var. Bu duvarın üzerine tırmanmanız mümkün değil. Zaten her taraf kameralarla gözetleniyor. Dronlar sürekli Gazze’nin üzerinde geziyor. Orayı geçmeniz mümkün değil. Gazze sınırına varmadan belki 100 kilometre kadar içeride daha Mısır’ın içinde aynı sınır duvarından bir tane daha var. Bir tane daha bu duvardan Sisi hükümeti de yaklaşık 100 kilometre içeriye yapmış. Sadece kapısı yoktu. Bir boşluktan giriş yaptık. Sanki daha önceden belki anlaşılmış, belki planlanmış bilmiyorum. Belki de mecbur kalıp Refah Kapısı’nı açarsak tedbir olsun diye tahmin yürütüyorum. Ama sanki Gazze halkının tamamen Mısır’a sürülerek Mısır’ın içlerine de girmesine engel olunarak orada adeta Lübnan’daki gibi, Ürdün’deki gibi mülteci kampı şeklinde bir kamp oluşturulmuş. İki buçuk milyon insanın bir kampta yaşatılması şeklinde planın bir parçasını gördük. Yoksa insan kendi ülkesinin içinde niye sınır duvarı örsün?” dedi.

SOYKIRIMIN TANIĞI DOKTOR DEHŞET MANZARASINI ANLATTI

“HASTANELERİ YAKMIŞLAR; DOKTORLARI ESİR ALMIŞLAR”

Mısır’ın Müslüman bir ülke olduğuna dikkat çeken Dr. Kamacı, “Mısır Müslüman bir ülke ve 90 milyon nüfusu var. Ama tahminimce ayrıntısını bilmemekle birlikte Mısır halkı, Sisi yönetiminden muhtemelen bizdeki 28 Şubat’tan belki daha da büyük bir baskı ile yaşıyor. Çünkü Mısır halkı hiç seslerini çıkaramıyor. Türkiye’de eylemler oluyor, gösteriler oluyor, boykot edilebiliyor. Mısır’da bu mümkün değil. Mısır’da bir Filistin bayrağı açıp sokakta, ‘Yaşasın Filistin, kahrolsun İsrail.’ diyemezsiniz. Hemen sizi tutuklarlar. Çok ciddi bir baskı var, o yüzden muhtemelen Mısır halkı da hiç ses çıkaramıyor. Kaldığımız otelde mescit yoktu. Otelin hemen karşısında kocaman bir cami var. Ama ezan sesi hiç duymadık. Muhtemelen dışarıya ezan sesi verilmiyor. Gazze’ye girdik. Orada Avrupa Hastanesi diye bir hastanede çalıştık. Gazze’nin normalde 35 tane hastanesi var. Savaş öncesinde büyüklü küçüklü hastaneleri vardı. Ama bunların hemen hemen hepsi kullanılamaz, sağlık hizmeti veremez hale getirilmiş. Sadece biz oradayken 3-4 hastane çalışır durumdaydı. Sadece 2 hastanede ameliyat yapılabiliyordu. Diğer kalan hastaneler sağlık hizmeti veremiyordu. İsrail bazı hastaneleri bombalamış. Bazılarını da hastaneye gelip baskın düzenleyerek yakmış.. Güney Gazze’nin en büyük hastanesi olan Nasır Hastanesinde, Gazze’nin bütün ana tıbbi malzeme deposu oradaymış; tıbbi malzeme deposunu yakmışlar. Bazı hastanelerin doktorlarını şehit etmişler. Bazı doktorlarını esir alıp götürmüşler. Nereye gittikleri belli değil. Hiç kimseye bir şey soramıyoruz. Öldüler mi, kaldılar mı, hayattalar mı, hapisteler mi, işkence mi görüyorlar belli değil. Bazılarında bina bombalanmamış, doktorları da duruyor. Ama tıbbi malzeme giriş çıkışına engel oldukları için hastane işlevsiz hale geliyor, çalışamıyor. Bir pansuman malzemesi bulunamıyor, bir ameliyat malzemesi bulunamıyor veya sterilizasyon şartları yok, elektriği kesik. Dolayısıyla diğer hastaneler de bu tür nedenlerden dolayı çalışamaz durumda. Biz Refah kenti ile Hanyunus arasındaki bir bölgede bir hastanedeydik. Oradaki hastanede jeneratörle elektriği sağlanıyordu, sık sık kesilip gelmekle birlikte. Burada musluktan sıkça kesilen deniz suyu akıyordu. Muhtemelen onu da depolara taşıyıp depolardan hastaneye sağlıyorlardı. Hastane dışında hiçbir yerde elektrik ve su yoktu. Henüz bizim olduğumuz şehir Refah kentine o zaman saldırı olmamıştı. Şu an orada da maalesef ki saldırı var. O zaman kara ordusu girmediği için uçaklar sadece gelip havadan evleri bombalayıp gidiyorlardı. Yıkılan evler vardı. Ama kara ordusu henüz oraya girmemişti. Ancak İsrail sürekli evleri bombaladığından bir savaş ortamı yok. Gazze’deki savaş değil. Çünkü bir tarafta İsrail’in elinde her şey var. Son teknoloji uçaklar, F-35’ler, son teknoloji füzeler, bombalar, elektronik sistemler, yapay zekâ, her ellerinde. Karşı tarafta ise bir halk var.” diye konuştu.

SOYKIRIMIN TANIĞI DOKTOR DEHŞET MANZARASINI ANLATTI

“HASTANEDE MERDİVEN BOŞLUĞUNDA İKİ AİLE YAŞIYOR”

“Gazze’nin mücahitleri yer altında tünellerde. Oradan çıkıp mücadele etmeye çalışıyorlar. Halk içine de halk zarar görmesin diye çıkmıyorlar.” diyen Dr. Kamacı, “Diğer tarafta İsrail geliyor sivillerin üzerine, evlere bombayı atıyor. Evler yıkılıyor. Ölenler şehit oluyor. Kalanlar, canlı olanlar, çıkarılanlar hastanelere getiriliyor. Hastanelerde de oradaki doktorlar elinden geldiğince onları hayatta tutmaya çalışıyor. Gazze’de insanlar hiçbir yerde güvende değiller. Hastaneler dahi güvenli değil. Ama diğer yerlere evlere göre, okullara göre camilere göre mecburen tercih ediliyor. Çünkü en son bombalanan yerler hastaneler. Bu nedenle insanlar gelip hastanelerde yaşamak istiyorlar. Hastanenin bütün koridorları insanlarla dolu durumdadır. Kuzeyden göçüp gelmiş olanlar veya güneyde olup evi yıkılmış olanlar veya evi yıkılmasa dahi işte bombalanma korkusundan evine giremeyen insanlar gelip hastanenin içinde, hastanenin koridorlarında, hastanenin içinde yer bulamayanlar da hastanenin hemen çevresinde çadırlarda yaşıyorlar. Çadır da profesyonel bir çadır değil. Mesela Kızılay’ın çadırları gibi bir çadır düşünülmesin. Hastanenin tavanından bir bez, bir battaniye, bir çarşaf sarkıtmışlar, etrafını çevirmişler. Bir masa büyüklüğündeki alanda 3-4 çocuklu bir aile yaşıyor. Ve hastanenin bütün koridorları bu şekildedir. Hastanenin hiçbir yerinde insan olmayan bir boşluk yok. Yoğun bakımın kapısına, ameliyathanenin kapısına kadar merdiven boşluklarında dahi insanlar var. Mesela bir merdiven aralığında iki aile yaşıyor. Hastane ortamı Gazze’de bu şekildedir. Hastanenin çevresinde de insanlar bezden, çarşaftan, battaniyeden, naylondan ne buldularsa kendi imkânlarıyla yaptıkları çadırlarda orada yaşamaya çalışıyorlar.” şeklinde konuştu.

SOYKIRIMIN TANIĞI DOKTOR DEHŞET MANZARASINI ANLATTI

“SAĞLIKÇILARIN HALLERİ İÇLER ACISI ”

Gazze’de hekiminden hemşiresine kadar sağlık çalışanlarının halinin içler acısı olduğunun altını çizen Dr. Kamacı, “Gazze’de insanların elektrikleri, suları yok. Üretim, faaliyet yok, bir ticaret dönmüyor. Kimsenin cebinde zaten para da yok. Oradaki doktorların dahi durumu içler acısıydı. Doktorlar, sağlık çalışanları 7 aydır hiç maaş almamışlar. Bu halde orada çalışmaya devam ediyorlar. Normal vatandaşlar en azından bir yardım tırı geldiği zaman sıraya girerek un, pirinç bir şey belki alabiliyor. Su tankeri geldiği zaman gidip arkasında su kuyruğuna girebiliyor. Ama çalışan doktor, hemşire bunları da yapamıyor. Çünkü işini bırakıp gidemiyor. Halktan bile daha sıkıntılı durumdalar. Böyle bir ortamda 7-24 orada çalışmaya devam ediyorlar. Kendilerinde can güvenliği yok. Aslında Gazze’den çıkmak isteseler savaşın başında ceplerinde para varken en kolay onlar çıkardı.” ifadelerine yer verdi.

“MISIR TAMAMEN İSRAİL’DEN EMİR ALIYOR”

Gazze’ye normalde giriş çıkış olmadığını dile getiren Dr. Kamacı, “Gazze’ye normalde giriş yok. Sadece daha önceden Mısır ve BM’den onay almış, bizim gibi doktor ekipleri girebiliyor. Bir de Birleşmiş Milletler çalışanları, başka kimse içeri giremiyor. Çıkış da şu şekilde gerçekleşiyor. Eğer Gazze’de yaşayan normal bir vatandaş iseniz Hamas’la ya da İslami Cihat’la herhangi bir bağlantınız yoksa adam başına 5 bin dolar rüşveti Mısır polisine verirseniz, Mısır’a geçebiliyorsunuz. Eğer sözünü ettiklerimle bir bağlantı varsa kesinlikle 100 bin dolar da verilse onu geçirmiyorlar. Çünkü İsrail onlara öyle emir vermiş. Mısır tamamen İsrail’den emir alıyor. İsrail’den habersiz hiçbir şey yapmıyor. Gazze’den çıkmak isteyen kişi bir kere 18-60 yaş arasındaysa kesinlikle çıkamaz. İsrail yasaklamış. Eğer 18 yaşından küçük ya da 60 yaşından büyükse onlar da 10 bin veya 15 bin dolar rüşvet karşılığında yaralıları çıkarıyorlar. Bunun için çocuk ya da yaşlı olması gerekiyor. Mısır’dan Şekaziye’ye giriş çıkış bu şekilde yapılıyor.” ifadelerini kullandı.

SOYKIRIMIN TANIĞI DOKTOR DEHŞET MANZARASINI ANLATTI

DOKTORLARIN EN ZORLANDIKLARI KONU

Gazze’deki acil vaka kavramının standart acil vaka kavramıyla örtüşmediğini aktaran Dr. Kamacı, “Hastaneler dediğim gibi insanlarla dolu. Sadece acil hastalara müdahale ediliyor. Acil hasta dediğim bizdeki acillerin çoğu orada acil olarak kabul edilmiyor. Mesela işte, bacağını şarapnel saplanmış. Deri, kas, tendon kaybı var. O kadar. Örneğin bir 5 santimlik kesi var. Bu durum bizde çok ciddi bir acildir. Ama orada acil değil. Orada onu alıp ameliyathaneye koyup ameliyathaneyi meşgul edemezsiniz. Çünkü acilen müdahale etmezseniz ölecek hasta her an geliyor. O yüzden onun üstü acil de hemen serumla yıkanır. Belki atılabilirse orada ayakta dikiş atılır. Atılamazsa üstü sarılır, gönderilir. Biz gittiğimizde orada 7 tane ameliyathane salonu vardı. Sürekli dolu, 7/24 çalışıyordu. Sürekli bombardıman vardı. Gelen hastalar sürekli ameliyathaneye alınan bir sistem hâkimdi. Gazze’nin yerel doktor ve hemşireleri vardı. Bazıları gitmiş bazıları kalmış. Kuzeyden göç eden sağlık çalışanları onlara destek veriyorlar. Birde bizim gibi yurt dışından gelen yardım ekipleri, onlara destek veriyor. Bu şekilde hastanede hastalara müdahale etmeye çalışıyorduk. Bazen öyle oluyordu ki iki hasta arasında seçmek zorunda kalıyorduk. Bizi en çok zorlayan şey belki de oydu. Ameliyat yapmak zor değil ama. Mesela iki tane hasta var. Bir tanesi enkazdan çıkarılmış bir tanesi dalağı kanıyor. Dalak yaralanması var. Mesela diğerinde şarapnel bağırsaklarını parçalamış. Şimdi ikisi de acil aslında. Ama birini alıp diğerini bırakırsanız neye görüp alıp bırakacaksınız?  Ama mecburen bir tanesini seçiyorduk. Çünkü bir tane ameliyathane salonu var. Birini alıp, onu tedavi edip, ameliyatını yapıp bitirene kadar öbürü belki kaybedilebilirdi. Orada bu şekilde tedavi hizmeti vermeye çalışıyorduk. 8 aydır da durum bu şekilde veya bundan daha vahim hale geldi.” dedi.

“GÖRDÜKLERİMİZİN 100 KATI ACI YAŞANIYOR”

Anlattıklarının Güney Gazze’de, daha İsrail ordusunun girmediği, yardımların Refah Sınır Kapısı’na yakın olduğu bölge olduğuna dikkat çeken Dr. Kamacı, şöyle konuştu: “Yardımların en çok ulaştığı bölge burası. Bir de kuzeyi düşünün. Yardım tırları gitmiyor. Tıbbi malzeme gitmiyor. Bir destek yok. Oradaki insanların halini hani ben tahmin dahi edemiyorum. Çünkü bizim orada gördüğümüz şeyler, buradan gitmeden önce televizyonlarda gördüğümüzün belki 100 katı. Çünkü biz televizyon açıyoruz, haberlerde beş dakika gösteriyor. Orada yaralanmış bir çocuk veya kadın acı çekiyor. Beş dakika sonra haber bitiyor, bizim için bitmiş oluyor. Ama orada o yaralı yarasıyla yaşamaya devam ediyor. Dolayısıyla Gazze’de görülen her ne varsa televizyonda, sosyal medyada, orada bunun 100 katı var. Öyle düşünülmeli. Gazze bu şekilde ayakta durmaya çalışıyor. Bir tankerle su geliyor. 200-300 kişi tankerin arkasına su sırasına giriyor. Bir anestezi doktoru, 24 saat nöbetten çıkıp eve gidip yatmak yerine gidip su kuyruğuna giriyor,  3 saat bekliyor, bir kova su alıyor ki ev halkı su içebilsin. Savaşın başında o zaman daha fırınlar çalışırken suyu götürüp eve bıraktıktan sonra bir de gidip ekmek kuyruğuna giriyormuş birkaç tane ekmek alabilmek için. Sonra fırınlar da bombalanınca un bulabilen herkes ekmeğini kendi yapmaya çalışıyor. Zaten un bulan kendini şanslı sayıyor. Dışarıda yaşayanlar ateş yakıp bir sacın üzerinde ekmeklerini yapıyorlar. Biz Ramazan ayında oradaydık. İftar ve sahurda yedikleri tek şey ekmekti. Ekmeğin yanına bir zeytin bulan şanslıydı. İşte Gazze’de böyle bir ortam var. Gazze’de hiç tavuk kalmamış. Biz oradayken Çocuk Cerrahı bir meslektaşımız evi bombalanmış ailesini komple kaybetmiş. Eşi ve üç çocuğuyla kurtulmuş. Hastanede doktor odasında yaşıyorlardı. Ramazan’da ‘İlla ki siz dışarıdan gelmişsiniz, bizim misafirimizsiniz, iftara bize kalın.’ dedi. Biz de ‘zaten siz zordasınız bir şey bulamıyorsunuz’ dedik. Bizi oraya götüren Uluslararası Dernek bir şekilde ihtiyaçlarımızı ayarlıyordu. Her akşam pilav yiyorduk. Orada her akşam pilav bulmak büyük bir lükstür. Meslektaşımız iftarı birlikte yapmamız için ısrar edince biz de ekmeği bölüşelim dedik. Doktor bir iki saat kayboldu, nerededir derken tavuk aramaya gitmiş. Oradaki tüccarlar dışarında İsrail’e rüşvet vererek ticaret malları, tırları içeriye sokuyorlar. Onları da içeride on katı fiyatına satıyorlar. Cebinde parası olan bu şekilde alabiliyor. Tüccarlardan bir tane tavuk bulup getirmiş. Karısı doktor odasında eski tip bir ısıtıcı üzerinde bu tavuğu iftara bizim için pişirdi. Eğer bulabilirlerse en kıymetli yemekleri tavuk. Onu da bulamıyorlar. Gazze’nin ortamı genel olarak böyle.”

“GAZZE HALKI DİRAYETLİ, ŞÜKÜR EHLİ”

Dr. Kamacı, Gazze’deki genel durumu şöyle anlattı: “Mesela tuvalete gideceksiniz, bir tane ortak tuvalet var. Önünde 40 kişi sırada bekliyor. Mesela duş alınacak bir yer var. O da deniz suyu ile. Onun da önünde belki 20-30 kişi sırada bekliyor. Bu şartlarda yaşamaya çalışan, ayakta durmaya çalışan bir Gazze halkı var. Gazze böyle. Bir de Gazze’lilerden bahsetmek istiyorum. Bu ortamda Gazze’liler ne yapıyor, nasıllar? Bu saydığım bütün bu sıkıntılarla hiçbir şekilde kıyaslanmayacak bir hayatları var. Bu kadar sıkıntı hangi ülkenin, hangi milletin başına gelse ben sanmıyorum ki hiçbir millet bu kadar dirayetli ve bu kadar sabırlı ve bu kadar yokluğa rağmen bu kadar şükür ehli olsun. Biz Mısır’dan geldik, Kahire’den ta Refah’a kadar orada otelde ve yolda insanları gördük, kontrol noktalarında karşılaştık. Kimsenin yüzü gülmüyordu. Gazze’ye bir girdik, insanlar bizi gülerek karşıladı. Ondan sonra dedik hani karşılama merasimidir, olabilir. Ama kaldığımız yere, hastaneye gidiyoruz, oradaki doktorlarla, hemşerilerle konuşuyoruz. Böyle kişisel durum olarak acınacak bir durumda değiller. Aksine sanki kalp huzuruyla yaşıyorlar. Yüzlerinde tebessüm, gülümseme eksik olmuyor. Nasılsınız dediğimizde bana ‘Elhamdülillah’ diyorlar, ‘Hiçbir sıkıntımız yok.’ Ya nasıl sıkıntınız yok? Vatan yıkılmış, evler gitmiş, yakınlar şehit edilmiş, gitmiş, bir elektriğiniz yok, bir suyunuz yok, bir ekmek bulunamıyor. Ama onlar diyor ki elhamdülillah. Ve bunu öylesine söylemiyorlar. Çünkü öylesine söyleyen insan, ağzıyla insan yalan söyleyebilir ama yüzü onu göstermez. Ben oraya giderken onların durumuna üzülüyordum, acıyordum. Bir yere sıkıştırmışlar. Hiçbir yere çıkamıyorlar. Tepelerine bombalar yağıyor. Onlar ölüyorlar. Hiçbir şey de yapamıyorlar. Böyle olduğunu zannediyordum. Çok durumlarına üzülüp acıyordum açıkçası. Ama oraya gittiğimde insanlarla tanıştım. İki hafta kaldım. Konuştum, gördüm onları. Bizim buradan gördüğümüz gibi değil. Onlar orada çaresizce ölmüyorlar. Verdiklerini,  bizim kayıp diye gördüğümüz her şeyi, hiçbir şeyi onlar kayıp diye görmüyorlar. Mesela doktor anlatıyor diyor ki, ‘20 sene çalıştım, biriktirdim, bir ev yaptım kendime. İsrail geldi bir bomba attı, 5 dakikada bütün apartman yıkıldı.’ Sadece bu kadarını diyor. Diyorum evini kaybettin. Diyor, ‘Hayır kaybetmedim. Ben diyor onu kutsal değerlerin uğruna feda ettim.’ Hiç üzülmüyor. İlla ki üzülür insan ama bunu içine dert etme olayı onlarda yok. ‘Ben bunu feda ettim.’ diyor. ‘Kardeşim öldü cennetin en üst kademesine gitti. Peygamber Efendimiz’e komşu oldu.’ diyorlar. Evleri yıkıldığında ise ‘Cennette çok daha güzeli bana verilecek.’ diyor. Hiç şüpheleri yok. Acaba olur mu, olmaz mı şüphesi hiç yok. Dolayısıyla bizim kayıp diye gördüklerimizi onlar feda etmek, bile isteye vermek olarak görüyorlar. Bile isteye veriyorlar. Bunların arasında çok fark var. Çaresizce bir kayıp olursa insanlar üzülür, insanlar kahrolur, insanlar içine kapanır, insanlar depresyona girer, insanlar hayata küser, ne bileyim yüzlerinde gülme görmezsiniz. Ama bile isteye feda etme olursa o zaman işte böyle oluyor. Ne kimsede depresyon var, ne kimsede bir moral bozukluğu var. Yüzde 95’nin durumu bu şekilde. İlla ki yani aralarında etkilenenler var ama halkın çoğunluğunda moral bozukluğu ve depresyon hali yok.”

DİRENİŞ RUHUYLA YAŞIYORLAR

Gazze halkı gibi orada görev yapmaya başladıktan sonra ilk başta irkildikleri bomba seslerine alıştıklarının belirten Dr. Kamacı, “Mesela yemek yeniliyor, bombalar çok yakına düşüyor bazen. Hastane sallanıyor, o kadar hani şiddetli bir bomba düşüyor. Kapılar, pencereler o basıncın etkisiyle çarpıyor bir fırtına çıkmış gibi. Ses geldiği zaman kafalarını kaldırıyorlar. ‘Tamam, şu an bizim başımıza düşmediğine göre yemek yemeye devam.’ diyorlar. Sohbet ediyorlarsa sohbete devam ediyorlar. Biz de ilk gittiğimizde bomba sesleri geldiği zaman irkiliyorduk. Ne oluyor acaba diye. Bir haftadan sonra biz de alışmaya başladık. Gazze’nin üstünde sürekli dönen dronlar var. Çok gürültü çıkarıyor. İsrail bu dronu 17 yıldır Gazze’nin üzerinde gezdiriyormuş. Çin işkencesi gibi ama Gazze halkı artık alışmış. Gazze’de belki en az ihtiyaç olan branş psikiyatri ya da psikoloji olabilir. Çünkü kimsenin psikolojisi bozuk değil” dedi.

MÜCAHİTLERDEN VE İNANÇLARINDAN VAZGEÇMİYORLAR

Dr. Kamacı, sözlerini şöyle tamamladı: “Onlar feda ediyorlar. Bugün Gazze halkı,  ‘Ey İsrail gel seninle bir anlaşma yapalım. Biz kutsal saydığımız şeylerden vazgeçiyoruz. Mescid-i Aksa’dan vazgeçiyoruz. Mescid-i Aksa alın sizin olsun. Onu yıkıyorsanız yıkın. Süleyman Mabedi’ni kuracaksanız kurun. Biz inançlarımızdan vazgeçiyoruz. Etrafımızdaki o diğer Arap ülkeleri gibi nasıl onları kukla yöneticilerle yönetiyorsa, gel bizim başımıza da bir kukla yönetici koy, bunu kabul ediyoruz. Mücahitlerimizden vazgeçiyoruz, onları size teslim edeceğiz, Kassam askerlerini, İslami Cihat mücahitlerini teslim edelim, onları ne yapıyorsan yap’ dese, İsrail koşa koşa bu anlaşmaya gelir. Seve seve bu anlaşmayı kabul eder. Biz bunları verelim ama siz de savaşı bitirin,  yıkılan ülkeyi yeniden yapın, imar edin, bizi ekonomik olarak destek verin dese İsrail, küresel sermayenin en zenginleri yani Yahudiler bunu yapar. Eğer böyle bir anlaşmayla Gazzeliler, İsrail’e gitseler, İsrail bunu kesinlikle kabul eder. O yıkılmış, enkaza dönmüş Gazze şehrini eminim Dubai’ye çevirir. Gökdelenler diker. Dubai’deki lüksün, şatafatın aynısını Gazzeliler de eğer isterse yaşayabilir. Gazzeliler kutsal saydıkları şeyleri verseler, onlardan vazgeçseler, bu rahat hayatı yaşayabilirler. Ama onlar bunu bildikleri halde bunu yapmıyorlar. Ne inançlarından vazgeçiyorlar, ne Mescid-i Aksa’dan vazgeçiyorlar, ne de kendi evlatları olan o mücahitlerden vazgeçiyorlar. Dolayısıyla bu bedelleri aslında bile isteye ödemiş oluyorlar. Ve bile isteye vermek de insanı hakikaten Allah katında değerini çok yükselten bir şey.  Onlar bir an önce bu sıkıntılardan kurtulsun istiyoruz. Dua ediyoruz, toplantı yapıyoruz, yürüyüş yapıyoruz, gösteri yapıyoruz, eylem yapıyoruz, boykot yapıyoruz. Kendi maaşımızın bir kısmını onlara gönderiyoruz. Niye? Bu işte Allah’ın yardımıdır. Allah bizlerin ve dünyanın diğer yarısını kalplerini de onlara karşı ısındırıyor. Onlara bu şekilde yardım ediyor. Fedakârlıkları ve imanları sayesinde Allah onlara yardım ediyor. İnşallah Gazze’deki bu sıkıntılar yakın zamanda bitecek. Onlar da hem kendi topraklarında hem de şu ana kadar işgal edilmiş topraklarının hepsini inşallah geri alacaklar. Bu sıkıntılar en yakın zamanda bitsin diye dua ediyoruz.”