SSCB, II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından yayılma politikası başlatmıştır. Bu politika ile Türkiye’yi de yayılma alanı içine alıyordu. Bu durum Türkiye için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Sovyetler Birliği (SSCB), Türkiye hakkındaki tehlikeli planlarına savaşın sonlarına doğru resmi nitelik kazandırmış ve (17 Aralık 1925’te imzalamış olduğu saldırmazlık anlaşmasının sona erdirerek) Türkiye’ye verdiği nota ile Türkiye’nin Doğu bölgesinden toprak ve boğazlardan üs istemiştir. Bu durumda Türkiye, egemenlik haklarını ihlal eden ve kabul edilemez şekildeki Sovyet talepleri ile karşı karşıya kalmış ve kendisini tek başına savunamayacağını düşündüğü SSCB’ye karşı Batılı devletlerden yardım arayışına başlamıştır (Ertem, 2009: 378). Türkiye, Sovyet tehlikesi karşısında önce İngiltere’den ardından Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) yardım arayışına girişmiştir. Bu doğrultuda da Truman Doktrinine ve Marshall Planına dâhil edilmiş ve yürüttüğü yoğun mücadele sonrasında NATO üyesi olmuştur (Erkmen, 2020, s. 1024-1049)
II. Dünya Savaşı’nın bitmesine 7 hafta gibi kısa bir süre kala SSCB, tarafından 19 Mart 1945 tarihinde Türkiye’ye verilen notada 1925 Dostluk Antlaşması’nın artık uzatılmayacağı bildirilmiştir (Tellal, 2009:501). SSCB, notada antlaşmanın II. Dünya Savaşı sonunda oluşan yeni duruma uygunluğunun kalmadığını ve antlaşmanın üzerinde değişiklikler yapılması gerektiğini belirtmiştir (Ülman, 1961:51). Türkiye, İngiltere’den destek aramış, destek alamayınca SSCB ile kendine uygun bir anlaşmanın yapılması için zemin oluşturma arayışına girişmiş ve 4 Nisan 1945 tarihinde, 19 Mart 1945 tarihli Sovyet notasına verdiği cevabi notada, SSCB ile feshedilen anlaşmanın yerini alacak günün şartlarına uygun yeni bir antlaşmanın yapılmasını kabul edeceklerini bildirmişlerdir (Ertem, 2009:378). 7 Haziran 1945 tarihinde, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e iki ülke arasında yapılması düşünülen yeni anlaşma için Sovyet önerilerini bildirmiştir. Molotov, Türkiye’den Doğu Anadolu’daki toprakları içinde yer alan Kars ve Ardahan’ın ve Boğazlardan kara ve deniz üslerinin Sovyetlere verilmesini ve Montreux Sözleşmesi’nin kaldırılmasını ve bunun yerine Türkiye ile SSCB arasında yeni bir anlaşmanın yapılmasını istemiştir (Tellal, 2009: 502). Kabul edilemez Sovyet taleplerini Selim Sarper, Ankara’daki yetkililere sormadan doğrudan reddetmiştir. Türkiye ile SSCB arasında 18 Haziran 1945 tarihinde bir görüşme daha yapılsa da Sovyet talepleri değişmemiştir. Bu olumsuz gelişme ile Türkiye Sovyetlerin isteklerinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini anlamıştır (Ertem, 2009: 379). Bu talepler 17 Temmuz – 2 Ağustos 1945 tarihinde düzenlenen Potsdam konferansında o dönem dünyanın üç büyük devleti diyebileceğimiz ABD, İngiltere ve SSCB arasında görüşülmüştür (Tellal, 2009: 502). SSCB’nin Boğazlarda üs talepleri ve Montreux sözleşmesinin değiştirilmesi konusunda taraflar tam bir karara varamamıştır. Bu nedenle Türkiye bu konferans sonucunda İngiltere ve ABD’nin desteğini elde edememiştir. ABD Başkanı Boğazları bir uluslararası suyolu statüsüne koymak gibi Moskova’dan farklı bir amaçla da olsa Sovyetlerle Montreux’yü değiştirme yönünde anlaşmış ve Moskova’nın Türkiye’den toprak talebinin iki ülkenin arasında bir konu olduğunu belirtmiştir (Sönmezoğlu, 2006: 34; Ertem, 2009: 380).
Öte yandan Moskova’nın 1946 yılından itibaren Türkiye’den isteklerini açıkça belirtmeye başlaması, Sovyetlerin girişimiyle İran’da yeni devletlerin kurulması ABD’nin Türkiye’ye Boğazlar konusunda tam destek verme yönündeki kararını pekiştirmiştir. Çünkü Potsdam Konferansı ardından ABD’nin Sovyetler ile çıkar ayrılığı iyice belirginleşmişti. ABD, Sovyetlerin yaptığı girişimleri adım adım Batı Avrupa’ya ilerlemek olarak görüyordu. ABD’ye göre İran’a müdahale eden ve Türkiye’yi tehdit eden Moskova, ABD’nin çıkarlarına dünyanın her yerinde zarar vermeye başlamıştı (Erhan, 2009: 523-524). Bu süreçte SSCB Balkanlar ve Doğu Avrupa’da da yayılmayı sürdürüyordu. ABD ise bu koşullar içinde Türkiye’yi kendi yanına alabilme çalışmalarını başlatmıştır. ABD, 5 Nisan 1946 yılında Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Missouri ile İstanbul’a göndererek ve (Yüksel, 2013: 57) 7 Mayıs 1946 yılında yapılan bir anlaşmayla, Türkiye’nin ABD’den II. Dünya Savaşı sürecinde “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası” vasıtasıyla aldığı borçların tamamını silerek Türkiye’nin yanında olduğunu göstermiştir (Erhan, 2009:525). SSCB’nin 8 Ağustos 1946 tarihinde Boğazlardan üs ve Doğu Anadolu’dan toprak talebini Türkiye’ye resmen bildirmesi üzerine (Balcıoğlu, 2005: 475) ABD Başkanı Truman 15 Ağustos 1946 tarihinde “Amerika’nın Sovyetlerin taleplerine karşı Türkiye’ye destek vereceğini” ilan etmiştir (Tüter 2015:163). SSCB 24 Eylül 1946 tarihinde Türkiye’ye son notasını göndermiştir (Ertem, 2013: 179).
ABD-Türkiye arasında yaşanan gelişmeler ABD’nin Sovyet tehlikesi karşısında Türkiye’yi yalnız bırakmayacağını göstermiştir. ABD’nin, Sovyet yayılması karşısında geleneksel içe dönük politikasından vazgeçerek dünyanın liderliğini üstlenme ve Sovyet yayılmacılığına karşı çevreleme politikası başlattığı görülmektedir. Türkiye, Sovyet tehditleri karşısında ABD’nin Türkiye’nin yanında yer almasından çok memnun kalmıştır.
ABD Başkanı Truman, kendi adıyla anılan doktrin ile Yunanistan ile Türkiye’ye verilmek üzere 400 milyon dolarlık askeri ve ekonomik yardım programını Amerikan Kongresi’ne 12 Mart 1947 tarihinde sunmuş ve Truman’ın teklifini kongre kabul etmiştir. Truman Doktrininin uygulamaya konulması hem Soğuk Savaş tarihi açısından hem de Türkiye-ABD ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Doktrin, “Amerika’nın, Türkiye’nin Batı’daki en önemli destekçisi olarak resmi anlamda doğuşunu” göstermektedir. Ancak ABD’nin Türkiye’yi Truman Doktrini kapsamına alması Türkiye’yi Sovyet tehdidine karşı koruma altına alırken aynı zamanda da ABD’nin Ortadoğu ve Yakın Doğu’ya yönelik kapsamlı stratejik çıkarlarını gerçekleştirmesinin başlangıcı olarak görülmektedir (Tüter 2015: 163). 4 Temmuz 1948’de Türkiye ile ABD arasında imzalanan Ekonomik İş birliği Antlaşması ile Marshall yardımlarının verilmesine başlanmıştır (Erhan, 2009: 141). Marshall Planı kapsamında Türkiye’ye 1949- 1951 yılları arasında yardım yapılmış ve 1951 yılına gelindiğinde Türkiye “Ortak Savunma Programı’na dâhil edilmiş ve böylece Türkiye’ye ABD yardımları “Ortak Savunma İdaresi” tarafından yapılmaya başlamıştır (Yüksel, 2013: 62- 63).

Muharrem Günay
YORUMLAR