Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Türk, cihanşümul adaletin adıdır – Kocatepe Gazetesi

Orman ve Su İşleri
Türk, cihanşümul adaletin adıdır

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından Korel Termal Otel’de düzenlenen Birinci Türk Tarihi Sempozyumu’ndaki oturumlarda Türklerde devlet anlayışı. Türklerin dünyaya bakışı ve evrensel hakimiyet istekleri, bunun yanı sıra hakim olunan yerlerde gelişen adalet masaya yatırıldı.
BATININ DEVLET ANLAYIŞINDA OSMANLI İZİ
Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun oturum başkanı olduğu “Devletin Teorik Altyapısı” oturumunda Prof. Dr. Tahsin Görgün, dikkat çekici bir bilgi verdi. Aydın, Batı’daki modern devlet anlayışının temelinde Osmanlı ve İslam dünyasının izleri olduğunu dile getirdi. Görgün, “Batı’da modern devletin kurucusu olarak Kardinal Richelieu kabul edilir. Kardinal Richelieu’nun kütüphanesi incelendiğinde okuduğu 200 kitabın yoğunlukla Türkçe ve ardından Arapça olduğu görülür. Bu kitaplar, adalet, devlet yönetimi, hukuk üzerinedir. Dolayısıyla Batı Avrupa’daki modern devletin Osmanlı İmparatorluğu’nun örnek alınarak kurulduğunu söyleyebiliriz” dedi.
DEVLET İŞLERİNDE ÖRFİ HUKUK GEÇERLİ
Prof. Dr. Mustafa Aydın ise devlet ve hukuk kavramlarını ele aldığı sunumunda “Selçuklu ve özellikle Osmanlı’da, İslam hukukunun yanı sıra devletin işleyişi ile ilgili oluşturulan hukuk, İslam hukuku ile değil, tam tersine, hükümdarların emir ve fermanları ile oluşmuştur. Bu hukuk, oluşum şekillerinin farklı olması sebebiyle örfi olarak adlandırılmıştır. Örfi hukukun kastedilen anlamı, kanuni yönetimin başka bir şeklidir. Mahalli örf ve adetler dikkate alınmıştır. Bu hükümler, örf ve adetler, padişah fermanları ile uygulanma imkanı bulmuştur” diye konuştu.


TEMEL ÖZELLİKLER NELER?
Prof. Dr. Hayrünnisa Alan da Türklerde Devlet/ Hanedan Kurma Tarzı hakkında şu bilgileri verdi:
“Türklerde bir boyun içinden çıkan hanedan etrafında bir araya gelen boylar birliği, yerleşiklerin idare altına alınması şeklinde gelişen devlet kurma biçimi benimsenmiştir. Saltanat veraset usulünde esneklik görülmüştür. Sağ ve sol kol şeklinde ikili organizasyon vardır, askeri ve toprak iradesi sağlanır. Onlu askeri sistem, Türklerde uygulanmaktadır.”
HEM DURAĞAN, HEM DEĞİŞEN
Oturumda sunum yapacağı açıklanan Prof. Dr. Teoman Duralı’nın başka bir yerde görevlendirilmesi nedeniyle Duralı’nın sunumunu Doç. Dr. Uğur Demir özetledi. Demir, “devlet” kavramının Batı dillerinde “durağan”, Arapçada ise “değişen” anlamına geldiğini, Türklerdeki “Devlet Ebed Müddet” anlayışının her ikisini de karşıladığını belirtti. Demir, “Türklerde devlet, bir taraftan kanunları olan, vatan üzerinde kurulu bir alandır. Bu yönüyle durağandır. Ama bir taraftan da değişen şartlara göre kuralları değişmiştir. Bu durum da değişim kısmını göstermektedir” dedi.
GÖKTÜRK’Ü ANLAYAN
TÜRK’Ü ANLAR
“Türk Devlet Geleneği-Otağdan Saraya” başlıklı oturumda konuşan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl ise Türk Devletleri’ni anlamak için önce Göktürk Devleti’nin anlaşılması gerektiğini belirtti. Taşağıl, “Türk Kağanlığı dediğimiz zaman da esas olarak Göktürk teşkilatını esas alıyoruz. Hunların teşkilatını da incelemek gerekiyor ancak o kelimeleri birebir Türkçeye çeviremiyoruz. Göktürklerden sonraki tüm Türk tarihinin şifrelerini çözebiliriz. Doğu Avrupa’da da her yüzyılda bir, Moğol istilasına kadar Doğu Avrupa’ya doğru göç olmuştur. Bunların tarihini çözebilmek için de Göktürklere ihtiyacımız vardır. Çin kaynaklarının ifadesiyle 15 milyon kilometrekarelik Göktürk İmparatorluğu kurulur. Bu kurulma 557 yılında tamamlanır. Çin kaynakları burada 28 devlet makamından bahsederler.Kağandan iltebere kadar pek çok makam vardır. İkinci Göktürk Devleti’nde bugünkü Başbakan’a benzer Apatarkan unvanlı Tonyukuk, özel bir makam oluşturur. Göktürkler, şartlar içinde kendilerini yenilediklerini ve yeni unvanlar tahsis ettiklerini görürüz” diye konuştu.
TOPLANAN PARA HALKA VERİLİYORDU
Türklerin toplumu önceleyen bir devlet yapısının olduğunu hatırlatan Taşağıl, “Orhun Yazıtları’nın dışında Çin kaynaklarından da çıkarımlarımız söz konusudur. Sosyal devlet anlayışıyla anlatalım: Çin kaynaklarında toplanan tüm paranın halka verildiği söylenir. Birileri zorla tahtı gaspettiğinde ne oluyordu? Boylar, kendilerine ait eşyaları toplayıp gidiyordu. Halk, sevmediği kişileri tahtta görmek istemiyordu. Çin belgelerinde Türk hukuku ile ilgili ilk bilgileri görürüz. Zinanın, vatana ihanetin cezası çok açık biçimde idamdır. Vergi yapısı da yine bu düzenlemeye dahildir. Orhun Yazıtları’nda bu yapı daha çok ortaya çıkıyor. Evlenme adetleri, aynı Anadolu’daki gibidir. Boylar, kendi aralarında teşkilatlanma yeteneğine sahiptir. Aynı zamanda göç etme özelliğine sahiptir. Bu iki temel özellik Türk devletlerinin devamını sağlamıştır. Göktürk devletini anladığımız zaman Selçuklu’yu, Osmanlı’yı, Türk devletlerini anlama şansımız vardır” ifadelerini kullandı.
BAKAN EROĞLU’NA TEŞEKKÜR ETTİ
Prof. Dr. Ahmet Taşagıl’dan sonra konuşan Prof. Dr. Tufan Gündüz, konuşmasının başlangıcında, oturumu takip eden Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na teşekkür etti. Gündüz, “Biz genelde açış konuşmasından sonra bakanlarımızı göremiyoruz ama sayın bakanımız ısrarla bizi dinliyor” dedi.
Türkler’de boy kavramını ele alan Prof. Dr. Tufan Gündüz, şu vurguları yaptı:
“Boylar, aynı zamanda askeri desteği de sağlıyordu. Her boy, hakana verdikleri desteğe bağlı olarak nüfuz sahibi olabiliyorlardı. Boylar, krizlerin çözümünde ise oybirliğine önem veriyordu. Boyların nüfus gücünün artması, nüfus ihracını da paralelinde getiriyordu. Fazla nüfusun ana kitleden kopuyordu. Vatan konusu, üzerinde yaşanılan yer olarak tanımlanıyordu. İkinci nüfus ihracı ise yerleşik hayata geçiş anlamına geliyordu. Şehirlere yerleşen Türklerin hangi boylara mensup olduğuna ilişkin bilgilerimiz kısıtlıdır. Yerleşik hayatın başlaması ile birlikte boy gelenekleri kaybolmakta, şehir ilişkileri üzerinde kurulu yapı ortaya konulmaktadır. Boy adlarının kullanıldığı yerler dışında yerleşim yerlerinin hangi Oğuz boyu tarafından kurulduğunu tespit etmek son derece zordur. Çünkü boyların iktisadi şartlara göre serpildiğini söylemek zorundayız. Yerleşik hayat, aynı zamanda iktisadi bir tercihtir, iktisadi hayatın tamamlayıcısıdır. Kan bağının ağırlığını hissettirdiği boylar halinde yaşam, konar göçer hayatın bir parçasıdır. Anadolu ve İran’da 20’nci yüzyılın başlarına kadar boy adlarının canlı halde yaşatılması da konargöçer hayatın sonucudur.”
ALELADE BİR TOPLUMDAN
DEVLET ÇIKMAZ
Prof. Dr. Gülay Öğün Bezer de Selçuklu Devletleri’ndeki “devlet” yapısını anlattı. Selçukluların önemli bir miras bıraktığını kaydeden Bezer, “Selçuklu dönemi geleceğe devrettiği miras Türk ve dünya tarihinde bıraktığı izler bakımından Türk tarihindeki 5 dönüm noktasından 3’üncüsü olarak adlandırılabilecek dönüm noktasıdır. Bir devlet için başlıca gerekli iki unsur, millet vasfı taşıyan bir toplum ile onun kimlik kazandırdığı bir vatan olması gerekir. Alelade bir toplumdan bir devlet çıkmaz. Hükümranlık da devlet için olmazsa olmaz şartlardandır. Selçukluların Türkistan ve Türkiye dışında Horasan, İran, Suriye’de hüküm sürmüş bir hanedan olduğunu biliyoruz” ifadelerini kullandı.
TUĞRUL BEY’İN ADINI ZİKRETMEMİŞLERDİ
Bezer, sunumuna şöyle devam etti:
“23 Mayıs 1040 tarihinde Selçuklular, Gazne Sultanı Mesut’u yenerek topraklara sahip olup devlet ilanında bulundular. Selçuklu dönemi devletinde üç problem tespit ediyoruz: Bizim tarihçilerimizin ülkenin hanedanın ortak malı olduğu gerekçesiyle ülkenin bölündüğü tezi üzerinden yorumladıkları bir durum var. Selçukoğulları, devleti ülüş anlayışından ötesine taşıyarak iktidarı enine boyuna bölüşmüşlerdir. Çağrı Bey Horasanı, amcaları Gazne istikametinde, Tuğrul ise Nişabur ve Bakü’yü almıştır. Tarihçilerimiz, her nedense kardeşlerin ve diğer Selçuklu hanedanının Tuğrul Bey’e tabi olduğunu söylerler. Selçuklu paraları üzerinde yapılan çalışmalarda görüyoruz ki Çağrı ve Musa Yagbu, müşterek bir kere bastıkları para dışında Tuğrul’un adını zikretmemişlerdir, hutbede söylememişlerdir. Bu konuda hanedanın ömrünün uzun ya da kısa olmasını belirleyici unsurlardan biri budur.
İkinci önemli husus şudur: İkta sistemi ve Türkmenler üzerinde örgütlenir Selçuklu. Kısa süre sonra bu örgütlenmenin yapıldığı coğrafyanın dayattığı zorluklarla bu sistem, Gulam sistemine evrilmiştir. Türkmenlerden, etnik kimliği ne olursa olsun efendiye hizmet eden sadık kullar yetiştirilmeye çalışılmıştır. Devletin asli unsuru bir şekilde sistemin dışına çıkarılmıştır. Türkmenler de konar göçer durumlarını devam ettirmek için iktidarla uzlaşma yolunu seçmemişlerdir. Türkmenlerden merkezden daha batıya, Anadolu’ya yönlendirilmesi ile başka bir akış ortaya çıkmıştır. İran’da Selçukluların kullanmak zorunda olduğu dil Farsça, aynı zamanda İranileşme denilen bir sorunu gündeme getirmiştir. Selçuklu, buna rağmen son derece önemlidir. En önemli vazifesi Diyar-ı Rum’un fethedilmesi ve Türkiye’nin kurulmasıdır. Anadolu Selçuklular da bürokrasideki İran hakimiyeti dolasıyla sorunlarla karşılaşmıştır.”
TANRI DA BİR, SULTAN DA BİR
Doç. Dr. Musa Şamil de Timur’un devlet yaklaşımını masaya yatırdı. Şamil, “Timur’a atfedilen bir söz şudur. Tanrı nasıl bir tane ise sultan da bir tanedir. Torununa yazdırdığı Zafername’de bu söz geçer. O devlet için yaratıldı, Allah tarafından korundu gibi ifadelere rastlıyoruz. Timur’a göre din ve devlet ikiz kardeştir, biri olmazsa diğeri gider anlayışına sahiptir. Sultan olmazsa şeriat gider, şeriat giderse toplum olmaz diye yaklaşımıyla sürdürülen bir siyaset var” dedi.
GEÇMİŞE AİT BİLGİ, O ANA TAŞINDI
Birinci Türk Tarihi Sempozyumu’nun “Çağdaş Türk Dünyası” başlıklı oturumunda ilk sözü Doç. Dr. Fatih M. Sancaktar aldı. Sancaktar, “Anayasa metinleri aynı zamanda tarihe aittir. Siyasetçiler gerek anayasa kuramlarından gerekse içinde yaşadıkları tarihten istifade eder ve gerekçelerini oradan çıkarırlar. 1920-1924 tarihleri arasındaki anayasa tartışmalarında geçmişin veya tarihi ait bilgi, şimdiye taşınmıştır. Anayasa metninin, ortaya çıktığı dönemle de ilişkisi vardır. 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu, İstanbul merkezi dışında bir merkez oluşturma çabasıdır. Bir dış egemenlik tartışması ile başladığını, daha sonra bir iç egemenlik tartışmasına evrildiğini görüyoruz. İlk 9 maddesi egemenin kim olduğu üzerinde odaklanmıştır. Halkın kayıtsız şartsız egemen olduğu bu metinde tarif edilmiştir. Meclis’teki bütün tartışmalar arasında hakimiyetin bir tarafında da padişahın olduğu belirtilmektedir. Ancak sadece metne baktığınızda hakimiyetin sadece millete ait olduğunu görürsünüz” şeklinde konuştu.
ANAYASA, YEREL
GELİŞMELERDEN ETKİLENİR
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasından sonra “Meclis Hükümeti” sisteminin uygulandığını kaydeden Sancaktar, “Meclis Hükümeti’nin ortaya çıkışındaki temel sorun şu: Kendini İstanbul’daki hükümete bağlı olarak görün Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Peki bu durumda icra makamı nasıl bir sistemde yürüyecekti? Yasama ve yürütmenin parlamentoda birleşmesi, aslında tarihsel bir zorunluluktu. Bu metnin ortaya çıkmasında padişahla bağlantı kuramama durumu görünüyor. Bizim Anayasamız, bazı metinlerin çevirisi yerine yerel gelişmelerin de yansıdığı metinlerdir. Anayasal tecrübelerimiz, o gün yaşanan olaylarla değerlendirilebilir” dedi.
ORTA ASYA’DAKİ
 DEVLETLER TÜRK’TÜR
Oturumda, Prof. Dr. Osman Yorulmaz’ın başka bir yerde görevli olması dolayısıyla “Türk Cumhuriyetleri’nde Devlet” sunumunu Doç. Dr. Dinçer Hoş gerçekleştirdi. Hoş, Orta Asya’daki devletlerin Türk Cumhuriyetleri olduğunu vurguladı. Hoş, “Özbekistan, Kazakistan gibi devletlerin tarihleri Türk tarihi baz alınarak değil coğrafyaları itibariyle değerlendirilmiştir. Sovyet zamanında bunlar, tamamen birbirinden ayrı milletler olarak düşünülmesi istenmiştir. Türk ismiyle dünyada kurulmuş Göktürk ve Türkiye Cumhuriyeti olarak iki devlet vardır. Türk tarihi bu iki devletle sınırlandırılamadığı gibi Kazak tarihi de bu ismi taşıyan devleti anlatarak sınırlandırılamaz. Türkler, tarihin ilk günlerinden bugünlere kadar farklı devletler kurmuşlardır. İsimlerinde bir takım farklılıklar göstermesine rağmen esasen birbirinin devamı devletlerdir, benzer özellikler taşırlar. Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan da, birer Türk devletidir” dedi.
TEŞKİLATLANMA TÜRKLERE ÖZGÜDÜR
“Kırım ve Kafkasya Türkleri” üzerine sunum yapan Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Ürekli ise “Altın-Orda Hanlığı’nın Timur istilasından sonra dağılması sırasında Hacı Giray’ın ataları zaman zaman istiklal teşebbüsünde bulunmuşlar ise de bu durum ya geçici olmuş, ya da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kırım Hanlığı’nın kuruluşu için yapılan gayretler bir anlamda Hacı Giray’a ecdadından yadigar kalmıştı. 15’inci asrın ortalarına doğru Hacı Giray, bağımsızlığını ilan etmiştir. Hanlığın kuruluş devresinde devlet teşkilatının Altın-Orda Hanlıgı’ndaki teşkilat yapısından farklı olmadığını görüyoruz. Devlet teşkilatı içerisinde yer alan Ulus Beyi veya Baş Bey, Ulu Tamgacı, Bitikci, Daruga gibi devlet rütbeleri ile Tümen, Bin, Yüz, On Oğlanları ve Beyleri de Altın-Orda Devleti’ninki gibidir” şeklinde konuştu.
UYGURLAR AZINLIK HÂLİNE GETİRİLMEK İSTENİYOR
Doç. Dr. Erkin Ekrem ise Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaşayan Uygurlar’a yapılan muameleyi gündeme getirdi Ekrem, şu değerlendirmede bulundu:
“Çin Halk Cumhuriyeti’nde Uygun Özerk Bölgesi’nde yaşamakta olan bugünkü Uygurlar, siyasi ve ekonomi merkezinden uzaklaşmıştır. Çin kültürünü dayatmakla, Uygurların kültürel zenginliklerini yozlaştırmaktadır. Çin hükümeti, İslam’ı Çinlileştirme ve İslam kültürünü Araplıktan arındırma politikası ile Uygurların dini inançlarını zayıflatmaktadır. Çift dil eğitimi siyaset ile Uygurca eğitimini kaldırmaktadır. Yükselen Çin, Çin milliyetçiliğini de yükseltmiş, bunun sonucu olarak da Uygurlara ayrımcılık davranışları artmıştır. Çin hükümeti, bölgenin nüfus yapısını değiştirerek Uygurları bölgesinde azınlık hâline getirmeye çalışmaktadır.”
1000 YILI AŞKIN SÜREDİR ORTADOĞU’DAYIZ
Doç. Dr. Davut Hut da oturumda yaptığı sunumda “Ortadoğu’da son yıllarda meydana gelen siyasi ve askeri gelişmeler, bu coğrafyanın daimi bir kaos ortamına girmesine neden olduğu gibi, aynı coğrafyanın ayrılmaz bir parçası olan Türkleri, Türkmenleri de ön plana çıkarmıştır. Başta Irak, İran, Suriye ve Lübnan olmak üzere pek çok Ortadoğu ülkesinde yaşayan Türk topluluklarının, bu ülkelere gelip yerleşmeleri ise 1000 yılı aşkın bir sürece dayanmaktadır. Selçuklular’dan önceye de Abbasilerin ilk devirlerine kadar eskiye giden bu yerleşim, Ortadoğu’da Türkleri, tarihte bu coğrafyaya hâkim olan Türk devlet ve medeniyetlerinin de belli ölçüde dayanak noktası olmuştur” dedi. >> Murat ARISOY’un Haberleri

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti